Analiz 26

Hemen her devletin kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve çöküş dönemleri vardır. Ülkemizde yaşananlara bakıldığında, Genelkurmay Başkanları terör örgütü kurmaktan, kuvvet komutanları silahlı çete oluşturmaktan, spor kulüplerimizin başkanları şike yapmaktan tutuklanıyor, yargılanıyor.

Ayrımcılık, güvensizlik, kuralsızlık, keyfi uygulama yaygın. Değer yargıları yozlaşıyor, kurumların çökmesi sonucu karmaşa yaşanıyor.

Gelişmelere, dengesizliğe, kuralsızlığa, güven eksikliğine, keyfiliğe bakıldığında, «Türkiye Cumhuriyeti duraklama döneminden gerileyiş, çöküş dönemine mi girdi?” sorusuna yanıt aranıyor.

Türkiye Cumhuriyeti için Atatürk dönemi yükseliş, Atatürk’ ün ölümünden 1980’li yıllara kadar durgunluk dönemi, 1980 sonrası için de gerileyiş, çöküş süreci ayrımı yapılabilir.

Bana göre gerileyişin, çöküşün nedenleri, durgunluk döneminde oluştu. Süreç, 24 Ocak Kararları, 12 Eylül Askeri Harekâtı, Evren-Özal ikilisi ile başladı, AKP iktidarı ile de hızlandı.

Genelde TV kanallarında açık oturumları, sözde tarafsız tartışmaları izlemem. Bunların çoğunu amaçlı, yönlendirici buluyorum. Katılanların önemli bölümünün de halkı yanıltıcı etiketler taşıdığını gözlemlemekteyim.

Bugünlere gelmemizden kim sorumlu? Kimilerine göre ülke için vizyonu olmayan, kendi hesapları peşinde koşan politikacılar. Kimilerine göre görevlerini yapmayan kurumlar, yabancı güçlerle bütünleşmiş medya, iş adamları, bürokratlar. Kimilerine göre emperyal dış güçler.

Emperyal dış güçlerin Türkiye üzerinde planları tabi ki vardır. Parçalamak, bölmek, yönetmek veya yok etmek isteyebilirler. Önemli olan emperyal güçlerin ayak oyunlarına kapılmamak akılcı stratejiler geliştirerek bu oyunları bozmaktır.

Sorumluluk halkımızdadır. Halkımız özgürlüğüne, bağımsızlığına, haklarına, geleceğine sahip çıkmamaktadır.

Türkiye’de herkes yoksulluk sınırında yaşamıyor. Ülkenin nimetlerinden yararlanan geniş bir kesim var. Onların tepkisizliği, suskunluğu, gayretsizliği, bazen insanda isyan duygusu uyandırıyor.

Türkiye çökerse entelektüel aymaz vatandaşlarımızın, kendi çıkarlarının da tehlikeye düşeceğinin en azından bilincinde olması gerekir.

Aymazlığın, korkunun maliyeti çok ağır olabilir.

Son haftalarda para ve sermaye piyasası haberlerinde uzmanların kullandıkları ortak söylem çok dikkat çekici.

Bir dizi olumsuz ekonomik gelişmeyi saydıktan sonra, özellikle Türkiye’de ve başka ülkelerde borsalarda görülen iyileşmenin altını çiziyorlar. Gerekçelendirirken, az önce bir dizi olumsuz söz söyledikleri Yunanistan krizi – AB dayatmaları üzerinden anlaşma haberinin olumlu etkisi tanımını ekliyorlar.

Oysa şubat ayında yüz binlerce kişi Yunanistan’da, İspanya’da, İtalya’da, İngiltere’de, Portekiz’de gelecek paniği nedeniyle sokaklarda meydanlardaydılar.

Brüksel toplantısından çıkan sonuçların kurtarıcı gibi görülerek büyük bir coşkuyla karşılanması trajikomik bir olaydan başka bir şey değildir.

Gelişmiş ileri ülkelerde insan haklarına yönelik duyarsızlıklar bu boyutlara vardığı bir süreçte Türkiye’mizde yaşananlar ise hayal sınırını zorlayıcı noktada.

Günümüzde kazanmak için girecek yer, ülke arayan sıcak kara ve kanlı para, devleşen cari açığımız ve ekonomik tüm olumsuz gelişmeleri sorgulamadan karşılayan piyasa yorumcuları, insanımızın yaşamsal değerdeki tüm gerçeklerini daha hangi ölçeklerde duyarsızca ve pervasızca çarptırabilecek.

Türkiye bulunduğu coğrafyada ateşe doğru hızla sürükleniyor. ABD Suriye konusunda AKP’ ye: «Size iktidar yolu açtık, destek verdik, hâlâ veriyoruz. Minnet borçlarınızı ödeyin” diyor.

Türkiye’nin başına örülebilecek çorapların ipuçları görülmektedir. «Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” ndeki öngörüleri ne yazık ki gerçekleşmektedir. Atatürk’ ün ismini, ideallerini hatta Gençliğe Hitabesi’ni kaldırma girişimleri boşuna değildir.

Tehlikelerden ancak halkımızın sağduyusu, direnci ve özverisiyle kurtulabiliriz.

Aydınlık bir ay dileğimle,

Bunları da sevebilirsiniz