2019 yılı içinde başlayacak ve üç, dört yıllık bir süreci kapsayacak olan dünyadaki konjonktürel dalgalanma, 16. Türk devletinin yeniden yapılanmasına neden olacaktır. Bu süreci anlayabilmek için yaşanan gelişmeleri hem ekopolitik hem de jeopolitik bağlamda ele almamız gerekir.
Ekopolitik anlamda, AKP hükümetleri 2002 yılından bu zamana kadar yanlış iktisadi politikalar izledi. Bu yanlışlıklar dünya ekonomik konjoktüründe genişlemeci, yani dolanımdaki uluslararası paranın çok bol olduğu bir döneme denk düştüğü için etkileri ölümcül olmadı. Pansuman tedavilerle yaratılan geçici ekonomik iyileşmeler ve sürdürülen algı yöntemleriyle Türkiye ekonomisinin uçuruma doğru gididşi emperyal güçler tarafından adım adım takip edildi. Tüketim teorisine dayalı iktisadi yaklaşımlar Türkiye ekonomisinin dibe vurmasında en önemli etkendir.
Her alanda yaşanan vizyonsuzluk ve güç sarhoşluğu yani kibir Türkiye’yi ekonomik anlamda çok zor bir sürece sokmuştur.
Merkez Bankası tarafından yapılan 300 baz puanlık faiz artışı küresel fonlar tarafından “yetmez ama evet” anlayışıyla olumlu karşılanıp 7 Haziranda yapılacak olan Para Piyasası Kurulu toplantısında ek bir faiz artışının gerekliliği şimdiden dillendirilmeye başlanıldı. Merkez Bankası da politika faizinde sert bir artış yaparak döviz kurlarını kontrol etmeye çalışıyor.
Dünya ekonomik konjonktüründe bol ve ucuz para döneminin bittiği yani suların çekildiği bir dönemde uygulanan yanlış ekonomik politikalar ülkeyi derin bir resesyon ve borç krizi eşiğine getirmiştir. Önümüzdeki aylarda özellikle sonbahardan sonra Türkiye ekonomisinde ciddi kırılmalar yaşanabilir. 24 Haziran seçimlerinden sonra aynı yanlış politikaları benimseyen kadrolar iktidara gelirse Türkiye’yi yönetecek olanlar, borçların çevrilmesi, ihracat malları üretimi için gerekli ithalatın finansmanı, ülkenin enerji gereksiniminin karşılanması için gerekli dış kaynak girişini canlandırmak için faizleri hızla olağanüstü düzeylere yükseltmek zorunda kalacaklar. Özel sektörde iflaslar, buna bağlı olarak işsizlik hızla artacak, toplam talep gerileyecek, ekonomik büyüme negatif hatta depresyon düzeyine düşecektir.
Peki, 2002’den 2014’e kadar süren bu tatlı rüyadan jeopolitik olarak neler oldu da bir kabusa uyandırıldık.
Devletin iç dinamiklerinin etkisiyle Ergenekon- Balyoz süreci sonlandırıldı. Hendek savaşları başlatıldı. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı operasyonları yapıldı. Rusya ile Akkuyu Nükleer Santrali ve S400 füze alım antlaşması imzalandı. Astanada Rusya-İran-Türkiye birlikte fotoğraf verdi. İpek yolu projesinde yer alındı. NATO sorgulanır oldu. Yaşanan bu jeopolitik süreçte Türkiye emperyal güçler tarafından hedefe oturtuldu.
Bu süreç içinde bölgemizde Rusya ve İran’da ekopolitik saldırılara maruz kaldı, dolaylı olarak Çin de. Yani yükselen güç olarak görülen Asya-Avrasya hedefe kondu.
AKP hükümeti 24 Haziran seçimleri nedeniyle Doğu Akdenizde, Kıbrısta ve İran’a yönelik emperyal saldırlarda tavizler verebilir. Bu şaşırtıcı da olmaz. Ama bilimelidir ki verilecek her taviz Türkiye’yi daha büyük bir felakate götürecektir. Dibe vurmaktan korkmamalıyız. Aksine yaşanacak dibe bir vuruş yeni bir yapılanmayı yani aydınlığı getirecektir.
Tüketim politikalarından üretim amaçlı istihdam yaratıcı politkalara geçilebilecektir. Yükselen Asya ile Avrasya’da yerimizi alabilecek devlet politikaları geliştirebiliriz. Çin dünya ekonomisinin en fazla cari fazlasını veren ülkedir. Bu cari fazlanın yüzde beşini istihdama yönelik yatırımlarla Türkiye’ye çekebilirsek en önemli ekonomik sorunumuzu çözebiliriz.
Çin, Rusya, İran ve diğer bölge ülkeleriyle Avrasya Borsası kurulup New York ve Londra sermaye merkezlerine alternatif oluşturulmalıdır. Yine Çin, Rusya, İran ve diğer bölge ülkeleriyle ticarette doları rezerv para olmaktan çıkarıp yerel para birimleri kullanılmalıdır.
24 Haziran’da Çin, Rusya, İran ve diğer bölge ülkeleriyle tüm bunları gerçekleştirecek kadroların desteklenmesi gerekmektedir. Yoksa 2019 Mart-Mayıs aylarında yine erken bir seçim kararı ile karşılaşabiliriz.
Aydınlık bir ay dileği ile,