Ters Köşe 1

Görsellik çağında kitlelerin duygularının ortaya çıkartılmasında ve tüketime yönlendirilmelerinde yıldızlara büyük iş düşmektedir. Bu durumun farkında olan tüketim endüstrisi, popüler kültürün farklı alanlarındaki yıldızları kullanmak suretiyle kitleler ile buluşmaktadır. Özellikle sportif alandaki medyatik kahramanlar tıpkı birer pop yıldızı gibi karşılanmakta ve kabul görmektedirler. Yıldız futbolcular yeni dönemde ticari birer meta haline gelmişlerdir ve kapitalist sistem tüketimi, bu idoller üzerinden geniş kitlelere pazarlama yoluna gitmektedir. Yıldız oyuncular, varolan ekonomik sistemin işleyişine katkıda bulunurlarken aynı zamanda sistemin ideolojik yapılanması açısından da büyük önem taşırlar. Sporun endüstrileşme süreci ile beraber bazı spor dallarındaki sporcuların diğer sporculara nazaran daha fazla ön plana çıktığı/çıkartıldığı bir dönem içerisinde bulunmaktayız. Geniş kitlelerle daha çok buluşabilen ya da belli bir gelir grubuna hitap eden spor dallarında yıldızlaşan sporcuların kaderleri, diğer sportif alanlar içerisinde mücadele etmekte olan sporculardan ayrılmıştır. Bu sürecin hızlanmasında medyanın da büyük etkisi bulunmaktadır. Futbol-Basketbol-Tenis-Golf-Amerikan Futbolu gibi spor dallarında yıldızlaşan sporcular, tıpkı diğer popüler kültür alanlarında olduğu gibi birer şöhret haline gelmekte ve bu şekilde bir yaşam içerisine yerleştirilmektedirler. Artık sadece spor sahalarında yaptıkları ya da yapmadıkları değil, hayatlarının geri kalan her aşaması medyaya konu olmakta ve birer rol modeli haline gelmektedirler. Özellikle çocuk ve gençler için bu yıldızların, yaşam tarzı, tüketim alışkanlıkları, kullandıkları markalar, çok yakından takip edilmekte ve ‘onlar gibi’ olmanın yolları, medyanın yapmış olduğu yayınlar aracılığı ile bu kitleye aktarılmaktadır. Yaratılan yıldız endüstrisi, popüler kültürün her alanında olduğu gibi spor alanında da açık ve gizli bir takım işlevleri yerine getirmektedir. Spor, geniş kitleler için eğlendirme, gündelik sorunlardan uzaklaşma gibi işlevleri yerine getirmenin yanı sıra yıldız oyuncuları aracılığıyla taklit edilebilecek rol modelleri de yaratmakta ve bu rol modelleri üzerinden var olan bir takım değerlerin toplumsal yapıya aktarılması gerçekleştirilmektedir.

Şöhret ve yarattığı buğulu etki sadece toplumdaki bireyleri değil aynı zamanda şöhret olan bireyleri de farklı açıdan etkisi altına alır. Gündelik hayat içerisinde kendi benliğimizi oluşturmak için ‘ötekilere’ ihtiyaç duyarız, sevgi ve mutluluk ideallerimizi onlar aracılığı ile gerçekleştiririz. Oysa şöhretler açısından bu süreç bir hayli sıkıntılı bir şekilde gerçekleşmektedir çünkü her an medyanın üzerlerinde yarattığı dayanılmaz baskıyı hissetmek durumunda kalmaktadırlar. Şöhretin toplumsal yaşama bir rol model olarak yansıtılması büyük bir hazırlığı ve kişinin kendi hayatındaki önceliklerin ortadan kalkması durumunu da beraberinde getirmektedir. Milyonlarca insanın kendisine hayran olduğu şöhretler, gündelik hayatlarında kendi kişilik bütünlükleri içerisinde yaşayamayan varlıklara dönüşmeye başlarlar. Chris Rojek dışarıdan görünüşlerine rağmen, şöhretlerin belki de aramızdaki en güvensiz insanlar olduklarını belirtir. «Şöhretler, halkın beğenisini kazandıktan sonra hem kendilerini kişisel olarak değersiz hissederler, hem de kendi kariyerlerinin denetiminin ellerinde olmadığını. Mani, şizofreni, paranoya ve psikopatik davranışlar şöhretlerde anormal bir sıklıkta görülür. Düşüş, bedenin çile çekmesi üzerine odaklanan davranış alışkanlıklarıyla kesinlik kazanır. Bu nedenle, şöhretler ya anoreksiyaya yakalanır ya da balon gibi şişer, toplum içinde bulunma fobisi geliştirir, uyuşturucu batağına saplanır ya da halkın içinde ayık gezemez hale gelirler. Bedenin çile çekmesi, şöhreti dünyevi bir varlık haline getirir. İntihar ve intihar girişimi vakalarında, şöhret bedenini gerçek anlamda toprağa gömmeye çalışır. Dışarıdan bakıldığında intihar yıkıcı bir eylemdir, ama şöhretin iç dünyasında, doymak bilmeyen insanlardan ebediyen kaçıp saklanma olanağı sunar”(Chris Rojek, Şöhret, 2003, s.85-86).

İntiharın toplumsal bir olgu olduğunu belirten ve bu konuyu ilk kez sosyolojinin uygulama alanı haline getiren Emile Durkheim’a göre, intiharlar bireyin toplumsal dokuyla bütünleşmesinin doğasına göre sınıflandırılabilirler. Durkheim iki tip bütünleşmeden söz eder: 1) Toplumsal gruplara ve amaçlarına bağlılık. Bu bağlılık kişiler arası bağların ve daha büyük bir kollektivitenin bir parçası olunduğu duygusunun sürmesini gerektirir.

2) Toplumsal grupların kolektif bilinçleri(değerler, inançlar ve genel normları) tarafından düzenlenme. Bu düzenlemenin bireylerin özlemleri ve ihtiyaçlarını onları kontrolü altında tutarak sınırlar.

Şöhretlerin hayatlarının en parlak dönemlerinde intihar etmeleri, Durkheim’ın bencil intihar olarak adlandırdığı türe girmektedir. Kişinin gruplar veya kollektivitelerle bağları zayıfladığında aşırı bireycilik potansiyeli ve böylece bencil intiharlar oluşur. Toplumsal bağların etkisini yitirdiği bireylerin, aile içerisinde dahi gittikçe yalnızlaştıkları yaşam koşulları içerisinde kişisel doyum giderek güçleşmekte ve duygusal boşluk artmaktadır. Spor dünyasındaki insanlar yaşamlarını küçük yaşlarından itibaren sürekli olarak belirli bir disiplin altında sürdürme baskısıyla yetişmektedirler. Özellikle futbolun endüstrileşmesi sonrasında başarı ve kazanmaya yapılan vurgunun artması, kişisel benlikler üzerinde daha fazla ağırlık yaratmaya başlamıştır. Oysa ki futbol insana, insani değerlere temas edebildikçe anlam kazanabilen bir oyundur. Endüstrileşme onun bu değerlerden uzaklaşmasına ve tehditlerle, baskılarla anlamının değişmesine neden olmuştur. Futbolun değişen yüzündeki baskıları en fazla hissedenler ise hiç kuşkusuz futbolcu ve teknik adamlardır. Başarma ve kazanmanın oynama ve zevk almanın önüne geçtiği bu yeni durumda, güçlü olanın ayakta kalacağına yönelik olarak oluşturulan yeni ahlak anlayışı, oyuna dahil olan herkesimi yeniden biçimlendirmekte, kendisine uymaya zorlamaktadır. Duruma adapte olamayanların yaşadığı stres ve hayal kırıklığı ile başa çıkamadığı durumlarda ise toplumsal hayattan kaçıştan intihara kadar pek çok seçenek yaşanabilmektedir. Profesyonel sporcu ve teknik adamların stresle başa çıkabilmek için gerekli yardımları alabilme potansiyelleri bulunmakla birlikte ne yazık ki çoğu zaman bu süreç kendi kendine aşılmaya çalışılmaktadır.

Genç yaşta intihar eden şöhretlerde olduğu gibi Galler milli takım teknik direktörü Gary Speed’in intiharı için de çok farklı şeyler söylenebilir. Ancak belki de en isabetlisi Rojek’in belirttiği; her intiharın bir muamma olması ve insanı kendi yaşamına son vermeye iten zincirleme etkenlerin son derece karmaşık oluşudur.

Bunları da sevebilirsiniz