Önce uygulanmakta olan hukuk sürecini özetleyelim.
Savcı yakalama kararı veriyor…
Güvenlik güçleri -zaten kaçması için bir neden olmayan- kişinin evine gidiyor, «Haydi gidiyoruz!” diyerek götürüyor ve gözaltına alıyor…
Savcı ifade alıyor ve tutuklama isteğiyle mahkemeye sevk ediyor…
Mahkeme -beklendiği gibi- tutuklama isteğine uyuyor…
Avukatlar tutuklamaya itiraz ediyor…
Mahkeme, «İtirazın reddine…” diye karar veriyor…
Ve çileli haftalar, aylar, yıllar başlıyor…
****
Tutuklu iken dört gözle iddianamenin hazırlanması bekleniyor…
Öyle kolay iş değil iddianameyi hazırlamak! Aylar, yıllar alabiliyor…
Tutuklu, bekliyor da bekliyor… ‘İçeride’ elbette…
****
Yargılanma süreci de pek kısa sayılmaz…
Sayısız mahkemeler… Mahkemeler arasında geçmek bilmeyen haftalar, aylar…
Her mahkemede avukat, sanıkların tutuklu değil tutuksuz olarak yargılanmasını istiyor…
Mahkeme ise her başvuruda neredeyse klasikleşen kararını veriyor;
«Tutuksuz yargılanma isteğinin reddine…”
«Tutuksuz yargılanma isteğinin reddine…”
«Tutuksuz yargılanma isteğinin reddine…”
****
Oysa;
Öğrendiğimize göre evrensel hukuk, bunun bir hukuk katliamı olduğunu söylüyormuş…
Çünkü tutuklama ceza değil bir ‘önlem’ imiş…
Ancak kaçabilecek ve hakkındaki suç kanıtlarını yok edebilecek olanlar tutuklanabilirmiş…
Çünkü tutuklama, kişi özgürlüğüne yönelmiş en ağır darbe imiş…
Bu nedenledir ki, tutuklama kararını sadece -bağımsız olduğuna inanılan- hâkim verirmiş…
Böylesine ağır bir kararı (tutuklama) veren kişi eğer bağımsız olmasaymış, kişiler siyasi iktidarın zulmünden kurtulamazmış…
Bakın şu işe!
****
Peki bizim, ‘miş, mış’ gibi eklerle biten sözcüklerin ne kadarı uygulanıyor Silivri’de?
Bu evrensel hukuk kurallarının ne kadarı geçerli orada?
Vicdanların ‘suçsuz’ dediği ve mahkemede yargılanarak ‘masum’ olduğu anlaşılanlara yapılan zulmün hesabını kim verecek?
Evrensel hukuk, ‘Tutuklama, kişi özgürlüğüne yönelmiş en ağır önlemdir!’ derken, yanlış mı söylüyor yoksa?
****
«12 Eylül Mahkemeleri Daha İyiydi”
12 Eylül’den sonra tutuklanarak bir süre içeride kalan bir avukat arkadaşım anlattı.
Dışarı çıktıktan sonra 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in de avukatlığını yapmış…
Verilen kararın acısını yüreğinde hissetmesine rağmen, o acımasız süreçte bile sağduyulu hâkim ve savcıların varlığından söz etti.
Mahkeme sürecini şöyle özetledi.
«Erdal Eren, bir jandarma erini öldürmekten tutuklandı. Bir ayda yargılanarak idam cezasına çarptırıldı.
Yargıtay bu cezayı 7-8 noktadan bozdu. (Olay yeri keşfi yapılmamıştır… Kurşunun onun tabancasından çıkıp çıkmadığı belli değildir gibi)
Başsavcı Yargıtay’ın bozma kararına itiraz etti…
Yargıtay Ceza Genel Kurulu savcının itirazını haklı bularak dosyayı dairesine geri gönderdi…
Dairesi, indirim uygulayın ve idamı ‘ömür boyu’ hapse çevirin, dedi…
Başsavcı buna da itiraz etti…
İtiraz, Yargıtay Genel Kurulu tarafından oy çokluğu ile kabul edildi…
Ve ne yazık ki, Erdal Eren idam edildi…”
****
Bütün bu acıları ve haksız uygulamaları yaşamış olan avukat arkadaşım, şunları söyledi bana:
«12 Eylül’de insanlar ne ile suçlandıklarını biliyorlardı…
12 Eylül’de avukatlar dosyaları inceleyebiliyorlardı…
12 Eylül’de gizli tanık yoktu…
12 Eylül’de avukatlar hâkim ve savcılarla konuşabiliyorlardı…
12 Eylül’de gizlilik kararları yoktu…
12 Eylül mahkemeleri -nasıl ceza verebilirim çabası içinde olsalar da- dosyaları okuyordu…
Şimdiki mahkemeler ise, hem 12 Eylül mahkemelerini hem de DGM’leri aratıyor!”
****
Avukat arkadaşım bunları söylüyor…
Ne dersiniz, haklı olabilir mi?