Cumhuriyet’in Müzik Devrimine Eleştiriler:Hedefteki Atatürk

Cumhuriyetimizin kurucusu ve devrimlerin mimarı Atatürk, ulusun yeni değişimindeki ölçülerinden birinin de müzikle olabileceğinin farkındaydı. Sanat ve müzik konularına oldukça ilgili olan Gazi, bunu salt batılılaşma olarak değil, çağdaş uygarlık ve modernleşmenin de bir ölçütü olarak görüyordu. Atatürk, alaturka müzik kadar alafranga müzik konusunda da oldukça bilinçli ve bilgilidir. Entelektüel kişiliğinin yanında bütün dünyanın bir «dahi” olarak kabul ettiği lider, müziğe olan ilgisi ve müziğin toplum yaşamındaki yeri konusundaki görüşleri doğrultusunda Türk Müzik Devrimine yön vermiş, tarihimizin hiç bir döneminde olmadığı kadar önemli gelişmeler müzik alanında başlatılmıştır.

Atatürk ülkenin içinde bulunduğu en zor dönemlerde bile, örneğin büyük taarruza aylar kala yaptığı meclis konuşmalarında, ulusal kültürün yükseltilmesi gereğini sıkça vurguluyor ve bu amaçla her tür meslek uzmanının yetiştirilmesine ve kültürel gelişimin önemine sıkça dikkat çekiyordu. Örnek bir halk kurtuluş mücadelesinden sonra sanatsal anlamda gelişme ve değişimlere müzik alanında yapılan yenilikler de eklenerek genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni çehresi oluşturulmaya başlanıyordu. Yurdun içinde bulunduğu sıkıntılara ve kimilerine göre yapılması daha öncelikli(!) işlere rağmen sanatsal ve müzikal anlamda önemli atılımlar yapılıyordu. Orta dereceli okullara müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1924 yılında kurulan «Musiki Muallim Mektebi”, İstanbul’dan Ankara’ya getirilen ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının temelini oluşturan Makam-ı Hilafet Mızıkası, yetenekli gençlerin müzik eğitimi almaları için yurt dışına gönderilmeleri, Halk ezgilerinin ülke genelinde derlenerek kayıt altına alınması ve buna benzer birçok girişim örnek olarak gösterilebilir. Çünkü Atatürk’e göre; «bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikteki değişimi anlayabilmesi ve kavrayabilmesi[1] dir. Yenilenen ülkenin yeni bir müziğe gereksinimi vardı, «yeni sosyete yeni sanat” diyen Gazi, ulusal değerlerden oluşan bir müziğin geliştirilerek uluslararası alanda hak ettiği değere kavuşmasını istemekteydi. Halkın dilindeki ezgilerin yeni kurallara göre işlenerek yorumlanması ve «çağdaş uygarlık seviyesi” olarak belirttiği alanda yerini alması onun dileğiydi. Yeni kurulan genç Cumhuriyet’in heyecanını yaşatabilecek müzik bu doğrultuda geliştirilmiş bir yapıda olmalı idi. Bu amaçla müzik eğitimi almak üzere yurt dışına gönderilen yetenekli genç müzisyenlerden beklenen de buydu aslında. Çoksesli müziğin kurallarını öğrenerek kendi ezgilerini bu yolla işlemek ve geliştirmek, kültürümüzü «muasssır medeniyet seviyesi” nin üzerine çıkarmak.

Oysa; günümüzde de benzeri açıkça görülebilecek karşı devrim hareketinin, Cumhuriyet’le gerçekleştirilen bu atılımları, entelektüel bir olgunlukta karşılayamaması üzerine farklı bir takım yaklaşımların oluştuğu da görülebilir. Cumhuriyet ve demokrasi gibi kavramları gereği gibi algılamakta güçlük çeken bu anlayış, kendi sosyo-kültürel penceresinden yaptığı bakışla konuyu bambaşka bir eksene taşımış; sanatı «tanımlama-anlama-algılama ve özümseme” gayretini gösterme teveccühünde bulunmadan, tek yanlı bir yaklaşımla kendi estetik kategorisince değerlendirmeye girişmiştir. Sanatın; nesneyi görünenden farklı bir biçimde görme yönünü, bu nedenden dolayı algılamakta güçlük çeken bu anlayış, ancak ve sadece kendi zihnindeki «sanat” sayıltısı ve imgelerle düşünmeye yönelerek, tekdüze «kendi istediği gibi” ve ancak inançlarına aracılık etmeye yarayan bir sanat algısı belirleme yoluna gitmiştir. Yaşanan onca gelişmenin ve atılımın yanında kısa bir süreliğine Türk Müziğine getirilen radyo yayın yasağını her fırsatta Atatürk ve Cumhuriyet’in kazanımlarına karşı sert bir eleştiri aracı olarak kullanan da yine böylesi bir anlayıştır. «Türk müziği yasağı” olarak bilinen ve yaklaşık olarak onsekiz aylık bir radyo yasağı dönemini de kapsayan bu gelişme objektif olarak araştırılması gereken bir konudur. Yasak kararının bizzat Atatürk tarafından verildiğine dair bir belge veya net bir söylem bulunmamaktadır. Bunu bir anlamda, dönem içinde uygulanan politikalar ve anlaşılmalar veya yaşanan devrim sürecinin heyecanıyla da değerlendirmek yerinde olur. Sosyolojik olarak araştırılması ve derinlemesine incelenmesi gereken konunun günümüzde hangi açıdan ele alındığı ve buradan çıkarılan sonuçla Cumhuriyet’in müzik sanatına yaklaşımına yönelik temelsiz bazı eleştirmeler ve saptamalar oldukça düşündürücüdür. Yetersiz, yanlış ve yanlı bilgilere dayanan değerlendirmelerle asıl ekseninden kaydırılan ve günümüzde medyanın da ele geçirdiği her fırsatta kullandığı bu konu kendini demokrat, Atatürkçü sayan sanatçıların(!) filmlerine bile konu olabilmiştir. Abartıldığı kadar uzun bir süre ve etkide olmayan bu süreç, ideal yaşam formunu «Osmanlı” algısıyla kavramsallaştıran, Cumhuriyeti ve süregelen yaklaşık yirmi yılı yok sayma ve kurtulmaya çalışma girişiminin farklı bir yansıması olarak düşünülmelidir. Oysa, müzik alanındaki bu değişim çabası çok daha öncesine dayanır. II. Mahmut’un 1826’daki Islahat Hareketleriyle, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırması ve beraberinde Mehterhane’nin yerine Avrupa’dan getirilen müzisyenlerin oluşturduğu boru-trampet takımı ve sonrasındaki Saray Orkestrası buna örnek olarak gösterilebilir. Yine aynı dönemde Avrupa’dan deneyimli müzisyenlerin getirtilerek orkestrayı yönetmesi ve çoksesli müzik anlayışı ile marşlar ve eserler bestelemeleri ve bunların sarayda seslendirildiği bilinmektedir. Hatta daha da ötesinde piyano çalan, batı müziği formunda besteler yapmaya çalışan sultanların ve saray mensuplarının varlığı da göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, müzikteki bu değişim talebinin Cumhuriyet’ten neredeyse yüz yıl öncesine kadar gittiği açıkça görülebilir. Sanıldığının aksine Batı müziğinin ülkemize gelişi bazı çevrelerin ısrarla vurguladığı gibi Atatürk’ün «dayatma(!)” sı ile değil, Osmanlı’nın özellikle son dönemlerinde kendini batılı anlamda kültürel bir konumlandırma çabası ile açıklanabilir. Kaldı ki; yapılan bu çalışmalarda herhangi bir olumsuzluk da görünmemektedir. Çünkü, doğu-batı, yerel-evrensel tartışmalarının dışında, «Batı Müziği” olarak tanımlanan müzik kültürü, ağırlıklı olarak Avrupa coğrafi sınırlarında gelişimini sürdürmüş, genel yapısı itibariyle uluslar-arası bir kültür-uygarlık değeri olarak insanlığın ve bütün dünyanın birlikte oluşturduğu ve yaşadığı sürecin sonucu olan sanatsal bir bütünlüktür.

Bilimsel, sosyal ve yaşamsal anlamda olduğu kadar sanatsal anlamda da yapılan atılımlar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde sağlam yapının en önemli göstergesi olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. İnsanlığın kültürel gelişiminde birbirinden ayrı düşünülmesi olanaksız olan bilim ve sanat, uygarlığın temel ölçütlerinden biridir. İnsanlığın ortak dili olan müzik de, soyut-zamansal bir sanat olup siyasi ve ideolojik sınırları aşan bir özellik gösterir. Müzik eğitimi ve estetik beğenisi hangi düzeyde olursa olsun bu ülkede yaşayan insanların, bu topraklar üzerinde çalınan ve söylenen ezgilerden etkilenmemesi mümkün değildir. Bunlar binlerce yılın beraberinde taşıyıp getirdiği ortak kültürün kaynaşmış değerleridir. Cumhuriyet kültürünün öz benliği olan bu değerler kültür yaşamımızın bir özeti niteliğindedir. Benzer biçimde çoksesli müzik, batı müziği veya klasik müzik olarak tanımladığımız ve çoğu zaman ne yazık ki «yabancılaştırdığımız” bu tür de Avrupa eksenli görünmesine rağmen, ortalama binbeşyüz yıllık bir gelişimin sonucudur ve bütün dünyanın her yerinde paylaşılan ortak bir dil olma özelliğine sahiptir. Dünyanın her yerinde, çağdaş eğitim kaygısı taşıyan ve sanatı da eğitim yaşamının içinde vazgeçilmez bir unsur olarak gören uluslarda, müziğe başlayan çocuklar kendi halk şarkılarıyla birlikte uluslararası sanat müziğinin ürünleri olan müzikleri de tanır ve öğrenirler. Bu aynı zamanda onların estetik beğenilerini yükselten, dünya müzik kültürünü tanımalarını sağlayan bir yöntemdir.

Ülkemizdeki sanatsal değişim ve gelişimi, Atatürk’ün şahsında ideolojik bir çatışma ve tartışma zeminine kaydırmak, sanatsal ve müzikal bir kaygının ötesinde başka türlü sonuçlar elde etme gayretinde olan düşünce biçimlerinin gösterdiği yaklaşımdır.Ancak, bu alanda ortaya konulabilecek objektif ve tutarlı akademik çalışmalar belirleyici olabilir. Kültürel ve sanatsal gelişime önem veren toplumların bilimsel olduğu kadar sanatsal ve müzikal gelişimi de doğru ve tutarlı değerlendirmek gibi bir sorumlulukları vardır. Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet’in kazanımları Türkiye’nin kültürel ve sanatsal gelişimi için yaşamsal öneme sahip atılımlarıdır. Müzikal gelişimi bir ulusun değişiminde en önemli ölçütlerden biri olarak benimseyen Gazi Mustafa Kemal, ifadelerinde sıkça belirttiği ve göstermiş olduğu çabalarla Türk müziğinin uygar toplumların oluşturduğu sanatsal alanda yer almasına da önderlik etmiştir. Bugün ülkemizi uluslararası anlamda övünçle temsil eden sanatçılarımız, yurdumuzun dört bir yanına yayılmış olan müzik eğitimi kurumlarımız, amatör-profesyonel orkestra, bale, çalgı toplulukları ve korolar halkın sanatsal yaşamını renklendirmeye çalışmakta ve kültür dünyamıza farklı bir pencere açmaya gayret göstermektedirler. Kurucu önder Atatürk’ün bu alanda yaptığı atılımları görmezden gelmek veya «taraflı” birtakım yaklaşımlarla, gerçekleştirilen sanatsal ve müzikal atılımları, batılılaşma adına ulusal kültüre yapılan bir dayatma olarak sunmaya çalışmanın, «milletin hayat damarlarından birini koparmak” anlamına geldiği unutulmamalıdır.



[1] Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi´nin IV. Dönem 4. Yasama Yılını Açış Konuşmaları, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 25, Sa. 3

Bunları da sevebilirsiniz