Sürgünlerde geçen bir yaşam, akıl almaz ve iflah olmaz bir muhalif: Refik Halid Karay

(15 Mart 1888 – 18 Temmuz 1965)

Cumhuriyet Dönemi, Türkçeyi en iyi kullanan yazarlarından biri olan Refik Halid Karay, zengin köklü edebiyat tarihimizin kuşkusuz en ilginç roman, öykü ve gazete kalemlerinden biridir.

824Uslanmaz bir muhalif olarak anılması onun tek partili yönetime, İttihat ve Terakki’ye, dahası Kuva-yı Milliye harekatı ile Mustafa Kemal’e karşı dahi dik başlılıkla muhaliflik yapmasından kaynaklanmaktadır. Değerlerinden taviz vermeyen kişiliği, sivri yazımı onu bir dava adamı yapmış ve sürgünlerle devam edecek olan bir yaşama itmiştir. Muhalif kimliğinin, getirdiği sürgünler her ne kadar onda gurbet ve hasrete sebebiyet vermiş olsa da, O’nun özgün yazın kaleminin farklı bir alanını ortaya çıkarmasını sağlamıştır. Sürüldüğü yerlerde geçen zorlu yaşamını, insanlara ait kişisel izlenimlerini, gezip gördüğü yerleri, tanıştığı insanları, yaşam kesitlerini; roman, hikaye, hiciv şeklinde satırlara dökerek, ölümsüzleştirmiştir.

15 Mart 1888 yılında Maliye Baş Veznedarı, üst düzey bürokrat olarak çalışan Mehmet Halit Bey’in oğlu olarak İstanbul’da doğmuştur. Öğrenimine Veznecilerde Şemsü’l-Maarif ve Göztepe’de Taş Mektebinde başlayan Karay, Ankara Hukuk fakültesini yarıda bırakarak Maliye Merkez Kalemi’ne katip olarak girmiştir. Meşrutiyet’in ilanından sonra 1908 yılında katipliği bırakarak, gazeteciliğe başlayan Karay, Servet-i Fünun’da ve Tercüman-ı Hakikat’te görev yaparak, 1909 yılında Son Havadis adındaki 15 sayı yayımlanan gazetesini çıkarmıştır. Sonrasında, hiciv yazılarına Fecr-i Ati Topluluğu’nda devam ederek, Kirpi takma ismi altında Kalem ve Cem isimli mizah dergilerinde siyasi mizah yazıları yazmıştır. Ancak bu Kirpi dikenliydi… Taşlamalarını durdurmak, dikenlerini yontmak gerekiyordu. Bunun için gönderilmeliydi O’nu şehirden şehire… Sinop, Çorum, Ankara, Bilecik’e kadar uzandı bu dikenleri yontma hikayesi. 5 yıl süren bu sürgün dönemi, 1918 yılında (I. Dünya Savaşı’nın son yılı) sona ermesiyle, İstanbul’a dönebilen Karay’ın dikenleri yontuldu mu meçhuldu. Ancak şu bir gerçekti ki Karay, Anadolu ile tanışmıştı. ‘’Memleket Hikâyeleri’’ adlı kitabı ile sürgün yaşamını ve onun beraberinde getirdiği hasreti, özlemi kendine özgü etkileyici uslübu ile satır aralarına iliştirerek, okuyucuya bu hasreti, gurbeti adeta yaşıyormuşcasına hissetmesini bilmiştir. Ayrıca bu kitabında sürgün yaşamında karşılaştığı işçinin, köylünün, çiftçinin, öğretmenin, memurun kısaca arasına karışmış olduğu Anadolu insanının türlü sorunlarını yazın kalemine almasıyla da bir ilki gerçekleştirmiştir.

Ne yazık ki, kalemi O’nun kelepçesiydi, bunu biliyordu. Ancak gelin görün ki O, iflah olmaz bir muhalifti. Yine de yazdı, ‘’Hatıratı’’ isimli mizah kitabındaki, O’nu bu sefer tam 16 yıl sürecek bir sürgüne gönderecek olan yazılarını. İkinci sürgünü onu Beyrut ve Halep ile tanıştırmıştır. Bu sürgün dönemi ilkine göre çok daha ağır geçer. Çektiği gurbet acısı bu sefer ‘’Gurbet Hikayeleri’’ olarak düşer, kalbinden kalemine. eserlerinde hakim Türkçesi ile okuyucuyu büyülerek, gezintiye çıkarmıştır. (İki Bin Yılın Sevgisi romanındaki tasvirleri ile bizi Nil’de ve Mersin’de dolaştırmaya çıkarmış, özgün ve canlı anlatımı ile Arapların denizsiz deniz hayatını mükemmel bir şekilde aktararak okuyucuyu avucunun içine almıştır.)

Hatay-Antakya üzerine yazdığı yazılar ile (Sakın Aldanma, İnanma, Kanma isimli hikayeleri ve Vahdet gazetesindeki yazıları) bölgenin, ülkemiz sınırları içine dahil olmasına katkıda bulunmuştur.

Başta belirtmiştim Mustafa Kemal’e karşı bile uslanmaz bir muhalifti, Karay. Başta, Mustafa Kemal’i güçsüz ve hayaller peşinde koşan biri olarak görerek: ‘’Kuzum Mustafa, sen deli misin?’’, diyen sanatçı sonrasında yanlış bir kanı içinde olduğunu fark etmiş olacak ki: ‘’Yaşa Atatürk, beni gurbette de göğsümü kabartarak yaşatan Atatürk!’’, diyerek, övgüsünü belirtmiştir

1938 yılında gelen af ile birlikte Karay ülkesine dönebilmişti artık. Dönmüştü dönmesine ama gerçekten de sanatçı iflah olabilmiş miydi dersiniz? Sanırım, bu noktada Sayın Özalp’ın şu sözlerine kulak vermek kâfi; “Dönmüştür dönmesine ama bu, onun için sorunların sona ermesi anlamına gelmemektedir. Çünkü o, iflah olmaz bir muhaliftir. Muhalefet ve mizah, onun kimliğinin, kişiliğinin ayrılmaz parçalarıdır. Buna karşılık ülke yönetiminin, tüm totaliter yönetimlerde olduğu gibi, muhalefete ve mizaha hoşgörüyle yaklaşması mümkün değildir. Böyle bir ortamda, bir yandan yazarak, bir yandan da eski yapıtlarını yeniden yayımlayarak hayatını kazanmak zorunda kalan Refik Halid’in derin iç çelişkiler ve çatışmalar yaşayacağı açıktır.” Özalp’ında belirttiği gibi hayatını kazanmak için eski yapıtlarını gerekli eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler ile tekrardan yayımlatmak durumunda kalmıştır.

Yaşamı boyunca yazım hayatına devam etmiş olan Karay, 18 Temmuz 1965 yılında yeni bir sürgünün kapısını çalmasıyla bu sefer geri dönüşü olmayan, sonsuzluğa açılan, son sürgününe çıkmıştır…

İflah olmaz muhalif i saygıyla anıyoruz.


Bunları da sevebilirsiniz