Analiz

Kapitalizmin yeni krizi, 1929’daki büyük buhran tarzında geldi. Yaklaşık üç yıl boyunca her an patlaması beklenen küresel mali kriz, sinyal ve işaretleriyle piyasaları önceden haberdar etti.
Bugün olduğu gibi o günlerde de sonuç odaklı çözümler yerine, günü kurtarma planlarına zaman, emek ve para harcandı. Sistemin kendisinde varolan sorunları piyasa elemanlarına yükleyerek genel sistemin devamı amaçlandı.
Başarılamayacağı anlaşılmasına rağmen dev kurtarma ve devletleştirme hareketleriyle hala nafile çabalar verilmektedir. Para pompalayarak bir yere varılamayacağı açık seçik olarak önümüzde durmaktadır.
Krizin ve sistem çöküntüsünün nedenlerine baktığımızda, zaten batanları kurtararak bir yere varılamayacağını anlayabiliriz. Dünya düzeni denilen olgunun değişmesine tanıklık ettiğimiz bugünlerden sonra, dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını tarihe not düşmek gerekir.
Dünyada küreselleşme her devirde farklı şekillerde varolmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra popülerleşen kelimelerden olmasına rağmen tarihi oldukça eskidir.
Küreselleşme atak yaptıkça dünya büyük krizlerle uyanmıştır. Krizi iyi analiz edebilmek için küreselleşmenin tam olarak ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Bu bağlamda tanımlama yapmak yerine, krizin nelere yol açacağını irdelemek daha faydalı olacaktır.
Küreselleşme en temel anlamda, kapitalizmin ulus ötesi bir konuma gelmesiyle başlayıp, çok uluslu şirketlerin kâr ve üretimlerini dünya geneline yaymasıyla devam eder. Böylece; finans piyasaları arasındaki sınırlar kalkar ve ABD’de başlayan bu kriz gibi dalga dalga bütün dünyaya yayılır.

Enerji alanında mücadele

Küreselleşme olgusunda ulusallık ortadan kalkınca politikacılar için de piyasalar en önemli gösterge haline gelmektedir. Teknolojik gelişmelerin katkısıyla insanın ve emeğin sistem üzerindeki etkisi azalıp enerjinin önemi artarken; mücadele, enerji alanına kaymaktadır.
Bu nedenle, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin sınırları içerisinde yer alan Müslüman ülkelerin coğrafi alanları, dünya petrol bölgesinin %70’ini, dünyadaki sekiz jeo-stratejik deniz kanallarının -Cebelitarık Boğazı, Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Aden Boğazı, Hürmüz Boğazı ve Malaca Boğazı şeklinde- altısını kapsamaktadır.
Krize neden olan sistemin işleyişini inceleyecek olursak; sistemin merkezinde ABD’nin ve Avrupalı dostlarının bulunduğunu görürüz. Aşırı tüketim harcamaları, gerçekte varolmayan varlıklar üzerinden borçlanma, ahlaki eksikliklerden doğan suistimaller, devletin piyasanın dışında durarak müdahil olmamasıyla sistem aslında kendi sonunu getirmiştir.
Sadece kâr esaslı çalışılan ve yöneticilerin buna göre sıralandığı, paranın tek Tanrı kabul edildiği bu sistemin, ulusların milli kimliklerini yok etme yoluna girdiği tartışılmaz bir gerçekliktir.

Kârlı savaşlar, kârlı krizler

Her şey daha fazla kâr için yapıldığından, kârlı savaşlar ve kârlı krizler ortaya çıkmıştır. Bireylerin bütün sıfatlarından arındırılarak tüketici konumuna indirgenmesi, en temel hatalardan biridir. Çünkü sistem ne olursa olsun, bireyler olmadan hiçbir sistemin sürdürülebilmesi mümkün değildir.
Sistemin varlığının, bireylerin varolmasına bağlı olduğu unutularak sistem meta bazlı bir hale getirilmiştir. Bunun sonucunda yaratılan yapay düzen, kendi sonunu hazırlamaktadır.
Kapitalizmin ve ileri versiyonu olan neo-liberalizmin iflâsı, bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşmektedir. Kapitalizmin temel kurallarına aykırı olarak batan firmaları devletleştiren küresel imparatorluk ABD, istemeyerek de olsa sorunun asıl kaynağını oluşturmaktadır.
Neo-liberalizmin temel düsturu olan «bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düsturunu hiçe sayarak, ABD’de ve Avrupa’da yapılan devletleştirme ve kurtarma operasyonları bir dönemin bitişinin ilanıdır.
ABD’nin dünya imparatorluğu döneminin bitişi ile bundan sonra hiçbir devletin tek başına bu kadar gücü elinde bulunduramayacağı öngörülmektedir.
Bu krizin ABD tarafından görülmemiş olması, kibirliliğin yol açtığı kısmi körlükten kaynaklanmaktadır. Yeni dünya düzeni kurduğunu söyleyenler, kurdukları düzen eskimeden çökmüş olduğundan düzenlemeye kendilerinden başlayacaklardır.

Tek merkezden, yeni güçlere

Bütün bunlardan sonra yeni siyasi konjonktür, finansal sistem ve dünya düzeni temelden değişecek ve derin bir eksen kayması yaşanacaktır. ABD, merkez olma özelliğini kaybedecek ve finans piyasası merkezini değiştirecektir. Tek bir merkez bulunmayacak, çok sayıda merkez varolacak ve yeni güçler tarih sahnesine çıkacaktır.
İhracatı doğrudan ABD ve AB’ye bağlı olan, yüksek cari açığını bu güçler ve yabancı sermaye ile finanse eden Türkiye’nin ise; kriz karşısında tepkisiz kalmasının hiçbir açıklaması bulunmamaktadır.

Küçülen şirketler, artan işsizlik

Krizde, döviz kurunu ya da borsanın kayıpları gibi finansal değerlerin rakamsal karşılıklarını tahmin etmek olsa olsa falcılıktır. Türkiye ekonomisinin de krizden etkilenme biçiminin ve şiddetinin somut rakamlarla tahmin edilmesi mümkün değildir.
Ancak şu net olarak gözüküyor ki, şirketlerin küçülmesi ve yeni yatırımlarının hızla azalmasıyla işsizlik oranı çok ciddi boyutlara gelecektir.
Yaşamakta olduğumuz bu dönem yapısal ve sistemik değişikliklerin yapılması ve mevcut kaosa bir son vermek için çalışılması gereken bir süreçtir. Bugün, batan her şirketi kurtarma çalışması yakın gelecekte aynı şirketleri başlarından atma çabasına dönüşecektir.
Bu tecrübe, Türkiye’de yaşanmış ve el konup devletleştirilen çoğu banka ve şirket elde kalmış, ya yok pahasına satılmış ya da yok olmuştur. Dünya genelinde de aynı durumun yaşanması kaçınılmazdır. Yani ileriki zamanlarda kurtarmaya harcanan milyarlarca doların nasıl yok olup buharlaştığını görebiliriz.
Kurtarma paketleri sistemi, kurtarmaya yetmeyeceği gibi merkez bankalarındaki son kurşunları bitirecektir. Mevduatlardaki devlet garantisini arttırmak, şirketlerden sonra devletleri de sıkıntıya sokacak bir adımdır. İzlanda örneğindeki gibi, batan devletleri görmemiz olasıdır.

Kriz-Savaş-Rejim sarmalı


Bu süreçte krizin analizini iyi yapanlar ve stratejisini belirleyenler ayakta kalacaklardır. Dahası krizin dünyayı hızla savaşlara sürükleyebileceği, otoriter rejimlerin ve faşizmin güç kazanacağını tahmin etmek çok zor olmasa gerek.
Tarihte büyük krizlerin büyük savaşlara neden olduğunu gösteren birçok örnek yer almaktadır. Gelecek yaratılırken geçmişten ders almayanlar, acınacak hale düşmüşlerdir ve düşeceklerdir de.
Dağarcık Türkiye, «Önce Türkiye Cumhuriyeti” düşünce platformunun fikir babası olarak, öncelikle isim babası dostum Sn. Prof.Dr. Engin Berber ve diğer tüm emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Ve ilk sayımızdaki ilk yazımı Gazi M. Kemal Atatürk’ün bir sözüyle noktalıyorum.
«Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.”

Bunları da sevebilirsiniz