Dogmanın Gölgesinde, Aydınlanmanın İzinde, Dijital Çağın Eşiğinde
Seyir Defteri, Anadolu’nun kadim kentlerini yalnızca geçmişin sessiz tanıkları olarak değil, bugüne dair soruların taşıyıcıları olarak ele alan bir yolculuğun notlarıdır. Bu ay rotamız, inanç tarihinin en kritik kavşaklarından biri olan İznik. Hem dogmanın şekillendiği bir merkez, hem çok-katmanlı arkeolojik mirasın odağı, hem de Kasım 2025’te Papa Leo XIV’ün ziyaretiyle dünya gündeminin kesişme noktasına dönüşen bir şehir.
Anadolu’nun kuzeybatısında, sakinliğiyle derin bir nefes alan bir şehir var: İznik, antik Nikaia. Bir zamanlar imparatorların himayesinde evrensel bir buluşmaya ev sahipliği yapan bu şehir, 1700 yıl sonra yeniden dünya sahnesine çıkmaya hazırlanıyor. Kasım ayının sonunda Papa Leo XIV’ün ziyaretiyle İznik’in sokakları, surları ve göl kıyısındaki o tanıdık sessizlik bir kez daha tarihle aynı ritimde nefes alacak. Bu şehir, yüzyıllar boyunca inanç adına şekillenen birliğin ve ayrılığın, ışığın ve dogmanın aynı mekanda biriktiği bir kavşak oldu.
İznik’in hikayesi yalnızca 325 Konsili ile başlamaz. 2014’te İznik Gölü’nde keşfedilen 1600 yıllık sualtı bazilikası, erken Hristiyanlığın izlerini taşırken, yapının altında tespit edilen daha eski temellerin bir Apollon Tapınağına ait olabileceğine dair bulgular, bu bölgenin çok daha eski bir kutsal coğrafyanın parçası olduğunu düşündürür. Işık, kehanet ve aydınlanma sembolleriyle anılan Apollon’un burada temsil edilmiş olması, bölgenin antik çağlarda “geleceği okuma” arzusunun merkezlerinden biri olduğunu gösteriyor. Yüzyıllar sonra aynı alanda bir Hristiyan bazilikasının yükselmesi, inanç sistemleri değişse de insanlığın hakikati arama biçimlerinin ne kadar süreklilik taşıdığını anlamamızı sağlıyor: Kehanet yerini dogmaya bırakmış, semboller değişmiş ama anlam arayışı hep varlığını korumuştur.
Bu süreklilik, İznik’in neden Birinci Konsil’in mekanı olduğunu da açıklar. M.S. 313’te Milano Fermanı sonrası özgürleşen Hristiyanlığın imparatorluk çapında ortak bir çerçeveye ihtiyacı vardı. Konstantin’in 325’te piskoposları Nikaia’da toplaması, hem teolojik ayrılıkları gidermeyi hem de siyasi bütünlüğü korumayı amaçlıyordu. Birinci İznik Konsili, Hristiyanlığın kurumsal mimarisini belirleyen dönüm noktasıydı. Burada şekillenen Nisâni İman Akidesi (Nicene Creed), Hristiyanlığın ilk evrensel inanç bildirgesi oldu ve bugün hala dünyanın pek çok yerinde okunmaya devam ediyor. İznik böylece dogmanın kurulduğu yer olmanın ötesinde, farklı coğrafyalardaki Hristiyan topluluklarını ortak bir dil ve öğretide buluşturan bir tarihsel eşik haline geldi.
Bizans’tan Osmanlı’ya, Ayasofya’dan Orhan Camii’ne uzanan dönüşüm de bu sürekliliğin parçasıdır. Farklı dönemlerde farklı topluluklar bu şehirde ibadet etti; ama mekanın taşıdığı tarihsel yoğunluk hiç kaybolmadı. Gölün altında sessizce duran bazilika kalıntıları da aynı gerçeği hatırlatır: İznik’in geçmişi, tek bir dine değil, yüzyıllar boyunca değişen ama birbirine eklemlenen inanç katmanlarına aittir.
Ve şimdi, 28 Kasım 2025’te Papa’nın İznik’e adım atmasıyla bu katmanlar yeniden görünür olacak. Ziyaret, İznik’in taşıdığı tarihsel anlamı bugünün dünyasına taşırken, hem dogmanın doğduğu bu mekanı hem de çok daha eski aydınlanma sembollerini modern bir bağlamda yeniden düşünme fırsatı sunuyor. Ziyaretin anlamı yalnızca geçmişe dönmek değil; hızla dönüştüğümüz dijital çağda inanç, otorite ve ortak etik üzerine yeniden düşünmek için bir çağrı niteliği taşıyor. Çünkü İznik’te kurulan dogmanın karşı karşıya olduğu sınav artık coğrafi değil, zihinsel bir sınavdır.
Dogmanın Zamanla İmtihanı
Dijital çağ, inanç sistemleri için belki de en büyük sınavı beraberinde getirdi. Bilginin sınırsız dolaşımı, otoritenin merkezden çevreye doğru dağılması, dogmayı sabit bir hakikat olmaktan çıkarıp sayısız alternatif yorumla yan yana getiriyor. Bir zamanlar kuşaktan kuşağa neredeyse değişmeden aktarılan öğretiler, bugün Google ve ChatGPT aramaları, YouTube vaazları ve TikTok ritüelleriyle karşı karşıya. 1950’lerde Amerikalıların %98’i Tanrı’ya inanırken bu oran 2020’lerde %80’lerin altına düşmüş durumda; kendini kurumsal dine bağlı hissetmeyenlerin oranı ise hızla yükseliyor. Bu sorgulama yalnızca Batı’ya özgü değil; dünya genelinde inanç, kurumdan ziyade bireyin deneyimine doğru kayıyor.
Artık pek çok kişi kendi manevi yolculuğunu bir açık büfeden seçer gibi oluşturuyor: biraz geleneksel din, biraz meditasyon, biraz felsefe… Tek bir otoriteye bağlı “ortak hakikat” anlayışı yerine kişisel hakikat kümeleri öne çıkıyor. Bu parçalı iman hali, İznik’te temeli atılan kolektif dogma fikrine meydan okuyor. Soru yine aynı noktaya dönüyor: Ortak akidenin anlamı, dijital çağda nasıl karşılık bulacak?
Öte yandan, teknoloji yalnızca geleneksel dinlerden uzaklaşmayı değil, “yeni inanç biçimlerinin” de kapısını aralıyor. Transhümanizm, insanın ölümü ve bedeni aşabileceğine dair teknolojik bir umut üretiyor, bir çeşit seküler bir mesih beklentisi oluşturuyor. Bazıları yapay zekayı geleceğin ilahi otoritesi olarak görüyor. Silikon Vadisi’nde birkaç yıl önce kayda geçirilen “AI kilisesi” girişimi bunun sınırdaki bir örneğiydi: üstün zekalı bir yapay varlığın insanlığın yeni rehberi olacağına inanan bir topluluk… Kısa ömürlü olsa da, modern insanın boşalan dini alanı teknolojiyle doldurmaya ne kadar yatkın olduğunu gösterdi.
Bu ortamda kurumsal dinler –özellikle de Katolik Kilisesi gibi köklü yapılar– dönüşüme kayıtsız kalmadı. Dijital kuşak, cevaplarını çevrimiçi bilgi ağlarından alıyor. Papa’nın sözleri bile artık sosyal medya yorumlarıyla yan yana okunuyor. Otorite, yukarıdan bildirilen tek ses olmaktan çıkıp çok sesli bir diyaloğa dönüşüyor. Papa Francis’in başlattığı Sinod süreci, inananların görüşlerini sürece dahil etmeyi hedefleyen bu yeni dönemin işaretlerinden biri. İznik’te doğan dogma bugün ancak çağın diliyle yeniden anlatılabilirse yaşayabilir; aksi halde tarihin vitrinine asılı bir metne dönüşür.
Tam bu noktada Papa Leo XIV’ün İznik’e gelişi, tarihsel bir ziyaret olmanın ötesinde, çağın dönüşen dinamikleriyle buluşan sembolik bir çerçeve sunuyor. Ankara’daki temaslar, İstanbul’da Patrik Bartholomeos ile buluşma ve İznik’teki anma programı, Türkiye’nin çok-katmanlı kültürel mirasının uluslararası alanda görünür olmasına katkı sağlar. Aynı zamanda İznik’in arkeolojik zenginliği —sualtı bazilikası ve olası Apollon Tapınağı— yeniden dünya medyasının dikkatini çekerek bilimsel araştırmalar, kültür turizmi ve UNESCO süreçlerine ivme kazandırabilir.
Farklı geleneklerin temsilcilerinin İznik’te yan yana görünmesi, modern dünyanın kırılgan toplumsal yapısı içinde güçlü bir mesaj taşır: Ayrılıklara rağmen ortak değerler mümkündür. Bugün çoğunluğu Müslüman olan bir toplumun kalbinde bir Papa’nın dua edebilmesi, bu coğrafyanın tarih boyunca taşıdığı kültürel açıklığın doğal bir devamıdır. İznik’in çok-kültürlü geçmişi, bugünün dünyasında karşılıklı saygı ve barış içinde kalabilmeye dair somut bir örnek oluşturur.
Sonuçta Papa Leo XIV’ün İznik ziyareti, Türkiye’nin kültürel çeşitliliğini, tarihsel birikimini ve diyalog kurma kapasitesini uluslararası kamuoyunda görünür kılan bir temas niteliği de taşıyor. Aynı zamanda modern dünyanın hızla dönüşen inanç yapıları içinde, İznik’in binlerce yıllık hafızasının nasıl yeni anlamlar üretmeye devam ettiğini hatırlatıyor. Çünkü bu şehir, yalnızca geçmişin kutsal mekanı değil; din, kültür, teknoloji ve düşüncenin birbirine dokunduğu nadir kavşaklardan biridir.
Dijital çağda geleneksel dogmalar bireyselleşmiş inanç pratiklerine doğru evrilirken, Türkiye’nin çok-katmanlı mirası bu tartışmalara benzersiz bir tarihsel derinlik sağlar.
İznik’in sunduğu referans, tek bir inancın birleştirici gücünü değil; bu coğrafyanın yüzyıllar boyunca farklı kültürlere ev sahipliği yapabilmiş açık medeniyet kapasitesini vurgular. Modern dünyada anlam arayışı şekil değiştirirken, Türkiye’nin sunduğu en önemli katkı budur: geçmişiyle barışık, geleceğe hazırlıklı bir kültürel hafıza.
Türkiye’nin gücü tam da bu noktada belirir: Çok katmanlı bir mirası barış içinde taşıyabilme kapasitesi.
Anadolu’nun dini, kültürel ve siyasi tarihini yüzeysel okumalarla değerlendirmek mümkün değildir.
Bu topraklar, farklı çağların ritüellerini, dillerini ve kimliklerini yüzyıllar boyunca iç içe taşımış; bu nedenle burada atılan her adım, yalnızca teolojiye değil, tarih, kültür ve toplum sosyolojisine de aittir.
İznik’in bize söylediği şey bir “teolojik birlik” değil, çok daha kapsayıcı bir hakikattir:
Medeniyet, farklılıkları barış içinde taşıyabilen toplumlarda kök salar.
Türkiye’nin gücü de tam burada durur.
Zamanın ve bilginin yolunda bir sonraki buluşmamızda yeniden görüşmek üzere, rüzgarınız hayalleriniz, pusulanız kalbiniz olsun.
İyi seyirler.
