Seyir Defteri 6

Taş ve Tohum: Anadolu’nun İlk Köylerinden Bugünün Kentlerine

Taşın Sessiz Gücü

Anadolu’nun güneydoğusunda, bugün Batman’ın Kozluk ilçesi yakınlarında, küçük bir höyük yükselir: Hallan Çemi. Burada, Neolitik Çağ’ın en erken dönemlerinde, insanlar artık yalnızca avlanıp toplayarak dolaşmıyor, taş evler yaparak kalıcı yaşamın ilk adımlarını atıyordu. Dairesel evlerin tabanları taştan, duvarları dallarla örtülmüş; içlerinde U biçimli ocaklar vardı. Köyün ortasında ise çöplerin biriktiği büyük bir çukur… Tonlarca hayvan kemiği, obsidiyen aletler ve taş kaplar çıkmış buradan.

Hallan Çemi insanı hâlâ doğadan topladıklarıyla besleniyordu ama aynı zamanda mercimek ve bezelye gibi yabani bitkileri deniyor, domuzları evcilleştirmeye başlıyordu. Bu küçük köy, yerleşik hayatın ve insan-hayvan ilişkisinin nasıl değiştiğine dair ilk işaretleri taşıyordu. Taş burada sadece barınak değil, kalıcılığın sembolüydü.

Hallan Çemi’den birkaç bin yıl sonra, aynı bölgenin biraz batısında, çok daha kapsamlı yeni bir sahne açıldı: Boncuklu Tarla. Mardin’in Dargeçit ilçesinde, Dicle Nehri kıyısında uzanan bu yerleşim, 12 bin yıldır kesintisiz bir yaşamın izlerini saklıyor. Göbeklitepe’den bile daha eski yapılarıyla Boncuklu Tarla, köy düzeninin köklendiği yerlerden biri kabul ediliyor.

Kazılarda ortaya çıkarılan 10 metre çapında taş bir yapı, insanların yalnızca barınmadığını; ritüel ve toplumsal birlik için de mekanlar kurduğunu gösteriyor. Buradan çıkan 200 binden fazla boncuk, süs eşyaları, figürler ve mezarlara bırakılmış takılar, topluluğun kimlik ve aidiyet duygusunu açığa çıkarıyor. Taş burada dayanıklılığı, boncuklar ise hem güzelliği hem de toplumsal bağı simgeliyordu.

Biraz daha batıya, Konya Ovası’na baktığımızda ise karşımıza birkaç bin yıl sonra Çatalhöyük çıkar. Sokaksız, bitişik evlerden oluşan bu yerleşim, binlerce insanın yan yana, eşitlikçi bir düzen içinde yaşadığını gösterir. Hallan Çemi’nin taş ocaklarından, Boncuklu Tarla’nın kamusal yapılarından, Çatalhöyük’ün kerpiç evlerine uzanan çizgi, insanın taşla başlayan kalıcılık arayışını toprağa taşıdığını anlatır.

Bereketli Hilal’in Kuzeyinde

Hallan Çemi ve Boncuklu Tarla, tarihin “Bereketli Hilal” dediğimiz bölgesinin kuzey ucunda yer alması tesadüf değildir. Basra Körfezi’nden başlayıp Mezopotamya boyunca kuzeye ve batıya kıvrılan bu hilal biçimli coğrafya toprağın verimliliği, su kaynaklarının sürekliliği ve göç yollarının kesişmesi ile tarımın ve yerleşik hayatın ilk adımlarına sahne oldu. Bu kuşak, insanlığın geleceğini değiştiren “büyük dönüşümün” sahnesiydi.

Bugün hâlâ gıda güvenliği, ortak bellek ve sürdürülebilir yaşam üzerine konuşurken, bu toprakların öncü deneyimlerine dönüyor olmamız, Hilal’in neden “bereketli” olduğunun cevabıdır.

Bu alanın “bereketli” olmasının nedeni yalnızca verimli topraklar değil, aynı zamanda insanların ilk kez taşla bellek, tohumla gelecek inşa ettiği yer olmasıdır.

Tohumun Fısıltısı

Hallan Çemi insanları yabani mercimek ve bezelye topluyordu. Boncuklu Tarla’da tarım ve hayvan besleme işaretleri daha belirginleşti. Çatalhöyük’te ise buğday depolandı, ekmek pişirildi. Tohum artık yalnızca bir besin değil; geleceğin sigortasıydı. Toprağa gömülen her tohum, gelecek kuşaklara sessiz bir güven sözünü taşıyordu.

Bugünse tohum, çoğu kez küresel şirketlerin patentli kasalarında saklanıyor. Çeşitlilik giderek azalıyor. Oysa Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen yerel tohum şenlikleri, Neolitik köylünün mirasını bugüne taşıyor. Bir köy meydanında elden ele dolaşan buğday tanesi, binlerce yıl önce Boncuklu Tarla’da depolanan tahılların yankısıdır.

İlk Köylerin Mesajı

Hallan Çemi’nin dairesel taş evleri, Boncuklu Tarla’nın kamusal yapıları ve Çatalhöyük’ün sokaksız mahalleleri bize aynı şeyi fısıldıyor: Kalıcı yaşam, ancak dayanışmayla mümkündü. Taş, ortak bellekti; tohum, ortak gelecek.

Bugün, şehirlerimizde beton bloklar yükseliyor ama insanlar yalnızlaşıyor. Kentsel dönüşüm projeleri, yıllardır komşuluk eden aileleri birbirinden koparıyor. Taş artık birleştirici değil, ayrıştırıcı bir unsur haline geliyor. Oysa Anadolu köylerinde hâlâ imeceyle yapılan fırın onarımları, hasat şenlikleri ve ortak ekmek pişirmeler, ilk köylerin ruhunu yaşatıyor.

Sıradanlık ve Olağanüstülük

Hallan Çemi’de bir kadın mercimek ayıklarken, Boncuklu Tarla’da bir başkası boncuk diziyor, Çatalhöyük’te bir aile ölülerini ev tabanına gömüyordu. Sıradan hayatın içinde olağanüstülük saklıydı.

Göbeklitepe’nin sütunlarını taşımak sıradan ellerin olağanüstü işiydi. Çatalhöyük’te bir avuç tahıldan ekmek yapmak hem gündelik hem de yaratıcı bir eylemdi. Olağanüstülük, bireysel kahramanlıktan çok ortak emeğin gücünden doğuyordu.

Bugün de olağanüstülük bazen küçük bir tohum şenliğinde, bazen de deprem sonrası kurulan ortak mutfaklarda ortaya çıkıyor. İnsanların birbirine yemek taşıması, çadırların yanında taş ocaklar kurması, binlerce yıl önceki imece kültürünün modern yankısıdır.

Taşın Sabrı, Tohumun Umudu

Hallan Çemi’nin dairesel taş evlerinden, Boncuklu Tarla’nın boncuklarla süslü mezarlarından, Çatalhöyük’ün kerpiç depolarından bugüne kalan şey basit ama güçlü: taş bize sabrı, tohum bize umudu öğretti.

Bugün de aynı sorular önümüzde duruyor:
– Taşlarımızı kalıcı bir ortak bellek için mi, yoksa geçici bir gösteri için mi kullanacağız?
– Tohumlarımızı çeşitliliği korumak için mi, yoksa tek tipleştirip kaybolmaya mı bırakacağız?

Anadolu’nun taşları ve tohumları, yalnızca arkeolojik kalıntılar değil; bugünün insanına seslenen bir hatırlatmadır. Gerçek medeniyet, gökdelenlerin gölgesinde değil; taşın sabrında, tohumun umudunda saklıdır.

Zamanın ve bilginin yolunda bir sonraki buluşmamızda yeniden görüşmek üzere, rüzgarınız hayalleriniz, pusulanız kalbiniz olsun.

İyi seyirler.

Bunları da sevebilirsiniz