Basın ve Medya

Gazeteler çıkmaya başladıktan sonra insanlığın karşılaştığı şey “basın”dı. Ve bu bir yenilikti. Yapılandı, kurumlaştı. Onsuz olunamıyordu. Siyasal güçler kendi basınlarını yarattılar. Ama her yerde muhalefetin de basını oldu. Basın çeşitlendi. Uzun süre böyle gitti. Ve zaman hızla geçti, sonra gazetenin büyüsü bozuldu. O özenilen, etkisi olsun istenen ve teknolojisi sürekli gelişen, kendine göre ahlakı ve kuralları olan basının 21. yüzyılda ne kendisi, ne kuralları ve ne de ahlakı kaldı. Basının tarihine baktığımızda o ilk oluşan kurum olarak basının devam da etmediğinin farkına varırız. Ne oldu basın? Değişti, ve aynı zamanda bir balon gibi söndü, gelişen teknolojisinin ve kapitalizmin kurbanı oldu. Adı da artık söylenmiyor, şimdi gazetelerin de içinde olduğu basılı ya da basılı olmayan araçların toplamı için “medya” sözcüğü kullanılıyor, ona, eskiden basın denilenin de içinde olduğu yeni şeye artık medya deniyor.

Yasalarla biçimlenen, toplumsal ahlakla kutsallaşan, ilkelere sahip, düzey gözetmek zorunda olan basın, medyaya dönüşmüştür. Bu arada neler olmuştur? Medya, sorumsuzdur, “sahipsiz”dir, düzeysizdir, ölçüsüzdür, ucuzluktur.

Karşılaştırmamızı yapalım.

Basının okuru vardı, bu yüzden basını olan toplumun insanı okur-yazardı. “Okur-yazar”lık eğitimle olduğundan her toplum nüfusunun okur-yazarlık yüzdesi ölçüsünde ileri ve yüksek olurdu. Hatta basın, bir uygarlık göstergesiydi.

Şimdi medya var. Medyanın bedenini karşılayan sözcük “sosyal medya”. Bu, medyanın bir kısmı, bir bölümü olmakla birlikte görünüşte medyanın eşitlendiği yerdir.

Sosyal medyada herkes “okur-yazar”. Ancak sosyal medya okuru, okumayı sevmediği gibi, okumayı beceremiyor da. Birkaç satırdan, birkaç paragraftan fazlasını okumuyor, okuyamıyor. Özel hayıtında da kitap okumadığı gibi, bir gazeteyi bile okumaktan uzak. Hatta az yazıyla bol resimle okunmayan gazetelere de bakılmıyor, öyle gazeteler bile seyredilmiyor (başlıklara ve resimlere bakmayı kastediyoruz).

Zor işler bunlar!

Artık gazeteler satılmıyor. Her yerde gazete tirajları düşüyor. Gazete bayileri kapanıyor.

Evet, şimdi sosyal medya çağındayız. Ve herkes “okur-yazar” olduğu için herkes yazar olabiliyor. Dahası herkes yazar olmuş bulunuyor. Ama sadece birkaç satırdan fazlasını yazmayan, yazamayan yazar olmuş. O birkaç satırda da sözcükler kısaltılıyor. Ayrıca kural yok. “Kısa metinler yazan”ını bile hiçbir kural bağlamıyor. Hiç yazmayan ama yazar olanlar “kopyala yapıştır”la yeni yazarlık mesleğini sürdürüyor.

Peki kural? Daha doğrusuyla söyleyelim, onların da bir kuralı var; kuralsızlık kuralı.

Sosyal medyada okurun bir düzeyi olması gerekmiyor. Dolayısıyla eğitimli olması gerekmiyor, hatta eğitimli ise eğitimde öğrendiklerini özellikle kullanmamayı başarması bekleniyor, dahası onları unutması, terketmesi isteniyor. Bu yüzden sosyal medya özgürlüktür! Kurallardan kurtulmak özgürlük olduğuna göre, özgürlük, okur-yazarı yüklerden kurtarıyor.

Eğitimden söz ettik, burada eğitim kavramı, okur-yazarlık eğitimidir. Okur-yazarlık ilköğrenimden ibaret değildir. Eskiden öyleydi belki. Sınırlı kullanımlı okur-yazarlık. İlkel toplumdan sonra okur-yazarlık, ilerideki büyük dünya için, insanın entelektüel hayatının başlangıcı için bir aşamaydı. Okur-yazarlık sürdürülebilir bir başlangıçtı. Dolayısıyla eğitim, ilerlemenin, gelişmenin eğitimidir. Eğitim, durmaması gereken bir kazanımdır. Durursa, okur-yazarın okur-yazar olmayanlarla bir farkı kalmaz.

Bunları söyledikten sonra yazan olarak benim, medyayı ve sosyal medyayı doğru ve yararlı bir şekilde kullananları, bırakalım okur-yazar olmayı, aydın olanları, kültür seçkinlerini “tenzih ederim” falan gibi şeyler söylemesi gerekmekteydi. Ancak gerekli değil, çünkü medya ezici bir çoğunlukla eğitime ihanet eden kötüye kullanımcıların elinde. Yani medya açık ara yanlış ve zararlı kullanıcıların faaliyet alanı. Bu oranın ne olduğunu bilemeyiz, ancak tahminler olumsuzluğun medyada yüzde 80’lerin üstünde olduğunu ileri sürüyor. Zaten öyle de görünüyor.

Medya getirdiği yenilikler ve kolaylıklarla sıradanın ve ortalamanın altındadır. Olumsuzluklar kabulleniliyor, sınırın fark edilmediği hoşgörüler hayatı kaplamıştır.

Okur açısından değerlendirilen medyanın sahiplik açısından da basından önemli farkları bulunuyor. Hatta bu farklar basının medyalaşması sürecinden önce başlamıştı. Bunlar basının bazı olumlu niteliklerinin kaybıydı. Örneğin, basının gövdesi olan gazetelerin sahipliğinin gazeteciler tekelinden çıkması.

Önce Batı ülkelerinde en büyük para sahiplerinin gazeteleri de sahiplenmesi olağanlaşmıştı. Daha da kötüsü oldu, hem gazete sahipliği tekelleşmiş, hem de tekeller gazete sahipliğine soyunmuştu. Basın tekelleşmeye maruz kaldı, bütün büyük gazeteler de tekellere ait oldu. Bu süreç ülkemizde İkinci Büyük Savaş sonrasının sonuçlarından biri olarak yaşandı. Gazetecilik olarak bir meslek, değerinden kaybetmekle birlikte el değiştiriyordu. 1960’lardan sonra belirginleşen, 70’lerden sonra neredeyse bütün basını kapsayan el değiştirme, paranın gücünü ve alanını genişletmesini gösteriyordu. Holding sahipleri ve çok parası olanlar, gayrimenkul alır gibi gazete satın alıyordu. Böylece gazeteler kişilik gösterilerine de açılıyor, bu yönde kan kaybederken, tekeller gazeteleri insanlardan koparıyordu. Oysa önceleri her gazetenin sahibi ya gazeteciydi ya gazeteciliğe gönül verenlerdendi. Çok para sahipleri, nerden edinildikleri bilinmeyen servetlerin sahipleri, “gazeteci” oluyordu. Gazete, serveti korumanın aracı kılınıyordu. Bu arada gazeteciliğin teknolojik gelişmeler sonucu daha fazla sermayeye muhtaç bir sektör haline gelme sürecinin bu değişmede rolü olduğunu kaydetmek lazım. Ülkü sahibi, idealist ve mücadeleci üç dört insanın bir araya gelmesiyle kurulan amaçlı ve toplumu gözeten gazeteler dönemi bu bakımdan da sona ermişti.

Yeni kuşaklar, basının yok olup ortalığı medyanın kaplamasından en çok etkilenenler. Öyle sanal bir manzara ortaya çıktı ki basın bilinmezlikler dünyasına gittiği gibi, medyanın öncesiz olduğu da sanılıyor.

Ve gerçeklik şudur: İktidarlar medyayı kontrol altında tutmaktadır. Medya ise yönetimlerin isteği doğrultusundaki siyasetlerin benimsetilme merkezidir.

Peki bunun dışına çıkılabilir mi? Çıkılıyor mu?

Elbette, çıkılabilir ve çıkılıyor. Her yerde olur mu, olabiliyor mu, bilemeyiz, ama Türkiye’de oluyor!

Bunları da sevebilirsiniz