Ekonomik Büyümenin Sorunları: Daha İyi Bir İlerleme Göstergesi Mümkün mü?
İnsani Gelişmeye ve İnsan Haklarına Doğru
Birçok ekonomist, sosyolog ve diğer sosyal bilimci yıllardır ekonomik büyüme konseptinin başka ölçütlerle değiştirilmesi gerektiğini; sadece ekonomik değil, sosyal ve çevresel konularla eşitlik ve sosyal adalet gibi kavramların dikkate alınması gerektiğini savunuyor. Hem kalkınmakta olan hem de görece kalkınmış olan ülkelerde kalkınma kavramına ve özellikle insani gelişmeye büyük önem verilmektedir. Çünkü kalkınma maddiyattan önce insan üzerinedir. Dudley Seers’ın dediği gibi:
“ Yoksulluğun gidişatı nasıl? İşsizliğin gidişatı nasıl? Eşitsizliğini gidişatı nasıl? Eğer bir ülkede bu üç göstergenin tamamı yüksek seviyelerden düşüşe geçmişse hiç şüphesiz bu bir kalkınma dönemidir. Ancak bu temel problemlerden biri ya da ikisi kötüye gidiyorsa, özellikle üçü birden kötüye gidiyorsa, bu vaziyete kalkınma demek kişi başına düşen gelir ikiye katına çıkmış olsa bile tuhaf olur.”.
Seers ve diğerlerinin ortaya koyduğu temel konu; ekonomik büyümedeki veya kişi başında düşen gelirdeki süregelen artışın işsizlikte veya diğer yoksunluk göstergelerinde düşüşe ve toplumun hayat kalitesinde artışa yol açıp açmayacağıydı. Birleşmiş Milletler, 1986 Kalkınma Hakkı Bildirgesi’ni kabulüyle birlikte BM şöyle demiştir: “Kalkınma; tüm nüfusun ve her bireyin refahını sürekli olarak artırmayı amaçlayan, onların kalkınmaya ve bundan doğan faydaların adil dağılımına etkin, özgür ve anlamlı katılımlarına dayalı kapsamlı bir ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi süreçtir.”.
1987’de Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland’ın başkanlığını üstlendiği BM Çevre ve Kalkınma Dünya Komisyonu, Ortak Geleceğimiz (Our Common Future) adlı raporu yayımladı. Bu raporda “sürdürülebilir kalkınma” – başka bir deyişle – “Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama olanaklarını tehlikeye atmadan karşılayan kalkınma” ilkesi savunuldu.
Birleşmiş Milletler, 1990 yılında yayımladığı ilk İnsani Gelişme Raporu’nda, kalkınmayı ölçmek için İnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index) adı verilen bileşik bir ölçüt ortaya koydu. Bu tek istatistik, kalkınmanın üç hedefini bir araya getiriyordu: doğumda beklenen yaşam süresi, eğitim düzeyi ve ülkeler arasındaki farklı satın alma gücü farklarını hesaba katan gelir düzeyi. Bu gösterge her ne kadar kalkınmanın tüm gerekliliklerini kapsamasa da, yalnızca gelir göstergesine görece çok daha iyi bir gösterge olduğu kabul edilir. Yıllar içinde BM ve başka kuruluşlar tarafından birkaç endeks daha geliştirildi. Bunlar arasında kadınlar ve erkekler arasındaki başarı eşitsizliğini ölçen Cinsiyet Gelişim Endeksi (Gender Development Index), kadınların ekonomik ve siyasi faaliyetlerde kaydettiği ilerlemeyi gösteren Cinsiyet Yetkilendirme Ölçümü (Gender Empowerment Measure) ve yaşam süresi, eğitim ve yaşam standardı bağlamındaki yoksunluklara odaklanan İnsani Yoksulluk İndeksi (Human Poverty Index) vardır.
1990’ların başlarında, önceleri ekonomik büyümenin önemini vurgulayan Dünya Bankası, 1991 Dünya Kalkınma Raporu’nda daha kapsamlı bir kalkınma tanımını benimsedi: “Kalkınma sorunu, yaşam kalitesini artırmaktır. Daha iyi bir yaşam kalitesi genellikle daha yüksek gelir düzeyi gerektirir; ancak bunun çok ötesindedir. Kalkınma, özü itibariyle bir amaçtır ve daha iyi eğitim, daha yüksek sağlık ve beslenme standartları, daha az yoksulluk, daha temiz bir çevre, fırsat eşitliği, daha fazla bireysel özgürlük ve daha zengin bir kültürel yaşamı kapsar.”.
Bu belirtilenler ışığında, bir ülkede önemli bir nüfus kesimi yaşam kalitesini iyileştiremiyor, insanlar açlık ve yoksulluktan kurtulamıyor, yeterli konut, eğitim ve istihdam olanaklarına sahip değillerse ve ciddi eşitsizlikler devam ediyorsa; o ülkede kalkınma veya ilerleme yaşandığını iddia etmek absürt olur. Bu nedenle kalkınma, yalnızca ekonomik büyüme elde etmekle sınırlı olmayan, aynı zamanda sosyal yapılarda, yaygın tutumlarda ve ulusal kurumlarda köklü değişiklikler, eşitsizliklerin azaltılması ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasını da içeren çok boyutlu bir süreç olmalıdır. Kalkınma, tüm bireylerin ve sosyal grupların temel ihtiyaç ve arzularını karşılamalı ve geniş kesimlerce yetersiz kabul edilen yaşam koşulundan, maddi ve manevi açıdan daha iyi olarak değerlendirilen bir yaşam durumuna doğru ulaşmalıdır.
Benzer şekilde, Nobel Ödüllü Profesör Amartya Sen, “kapasitelerin” geliştirilmesinin önemini vurgulamıştır. Bu olanaklar ve çeşitli “özgürlükler”, kalkınmanın önkoşullarıdır. Ona göre, “Kalkınma, insanların sahip olduğu gerçek özgürlükleri genişletme süreci olarak görülebilir” ve “Kalkınma, yaşamlarımızı geliştirmeyle ilgilenmelidir” (Sen, 1999, ss.3-14). Özgürlükler arasında yeterli gıda, beslenme, su ve hijyen, giyecek, barınak, sağlık hizmetleri, eğitim ile eşitlik ve barışın tadını çıkarma yer alır. Bunlar olmadan kalkınmaya veya ekonomik büyümeye katkıda bulunmak çok güç olur.
Eğitim ve sağlık, hem ekonomik büyümeye hem de yukarıda daha geniş olarak tanımlanan kalkınmaya ulaşmanın en önemli araçlarındandır. Bunlar, büyüme ve kalkınma sürecinde hem “ekonomik” hem de “sosyal” açıdan temel değişkenler olarak ele alınmalıdır. Eğitim, yalnızca daha yüksek gelir elde etmeyi sağlamak için değil; bilgi ve becerileri artırarak, ufukları ve bakış açılarını genişleterek ve yaşam kalitesini iyileştirerek, onu kullanabilenlere güçlendirmek ve “kapasite” sağlamak için de elzemdir. Benzer şekilde, yüksek sağlık düzeyi belirgin ekonomik sonuçlar doğurur çünkü genel refah, toplumda tam katılım ve verimli istihdamın sağlanabilmesi için bir ön koşuldur. Yüksek sağlık düzeyi; iş gücü verimliliğini ve geliri artırır, böylece yoksulluğu azaltır ve dolayısıyla büyüme ve kalkınmaya katkıda bulunur. Bu nedenle, yukarıda belirtilen kalkınma ve büyüme için gereken insan kapasitelerine ulaşmada eğitim ve sağlık her ikisi de kritik öneme sahiptir. Eğitim düzeyinin yükselmesi, çocuk ölüm oranlarının düşmesi ve daha iyi beslenme ve sağlık ile ilişkilidir . Daha iyi eğitim, sağlıkta iyileşmelere yol açan bilgi, eğitim ve beceriler sağlar; iyi sağlık ise eğitime erişim, eğitimi sürdürme ve onu en verimli şekilde kullanabilme için bir ön koşuldur. Beslenme, sağlık, eğitim ve konut gibi temel değişkenler arasındaki karşılıklı bağlantılar asla gözde büyütülemez. Geçmişte sıklıkla ekonomik olmayan ve ikincil önemde görülen bu değişkenler, aslında kalkınma ve ilerlemenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini belirleyen temel ekonomik etkenlerdir.
Yukarıda gösterildiği gibi, sağlık ve eğitim, kalkınma ve ilerlemeye katkıda bulunan temel unsurlar arasında yer alır. Bu unsurlar ve diğer “özgürlükler”, insanın ilerlemesi için gerekli “kapasiteleri” sağlar. Bu özgürlükleri herkes için hedeflemek ve bunlara ulaşmayı arzulamak elbette övgüye değerdir, ancak bu tek başına yeterli değildir. Her bireyin bu özgürlüklere bir hak olarak erişebilmesi sağlanmalıdır. Aslında, kalkınma ve ilerleme için temel olan değişkenler ile 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve 1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’de tanımlanan birçok hak arasında dikkate değer bir örtüşme vardır. Gerçekten de, insan haklarına dayalı bir yaklaşım, herkes için kalkınma ve ilerleme sağlayabilecek tek yaklaşımdır.
Kaynakça
Drudy, P. (2009). Problems with Economic Growth: Towards a Better Measure of Progress? Social Justice Ireland.(Türkçeye çevrilmiştir)