Hukukun ya da herkesin kolayca kavrayabileceği biçimiyle adaletin tartışmasız çıkış noktası akıldır. Bugünkü hukuki düzeni ve toplumsal yapıyı şekillendiren gelişmeler, zaman çizelgesinde yer alan pek çok alandaki süreçlere ve ilerlemelere dayanır. Bu noktada göz ardı edilemeyecek bir diğer gerçek ise, söz konusu gelişmelerin akıl süzgecinden geçerek biçimlenmiş olmasıdır. Akıl olmasaydı; hukuktan, adaletten ve hatta hakkaniyetten söz etmek mümkün olmazdı. Tarihsel süreç incelendiğinde, hukukun akıl yoluyla sistemleştirilmesinin toplumların gelişiminde belirleyici bir rol oynadığı görülür. Yazılı hukuk metinleri, teamüller veya anayasal düzenler hep aklın yönlendirmesiyle ortaya çıkmış; keyfîlikten uzaklaşıp düzeni ve öngörülebilirliği sağlamıştır. Bu bağlamda, Roma Hukuku’nun sistematiği ya da modern dönemde anayasal devlet anlayışı, aklın toplumsal ilişkileri düzenleme gücünü ortaya koyan örneklerdir. Montesquieu, De l’esprit des lois adlı eserinde, “Her şeyin bir nedeni vardır; kanunlar da insan aklının ürünüdür” ifadesiyle aklın hukuk düzenindeki belirleyici rolünü vurgular. Dolayısıyla akıl, hukuku rastlantısal olmaktan çıkarıp evrensel ve uygulanabilir kılan temel araçtır.
Ne var ki bazı durumlar vardır ki hukuk, karşılaşılan sorunlar karşısında cevapsız kalabilir. Bunun temel sebebi, hukukun doğası gereği toplumsal ve teknolojik gelişmelerin daima gerisinde kalmasıdır. Ancak bu, hukukun bir sorun karşısında bütünüyle çaresiz kalacağı anlamına gelmez. Norberto Bobbio’nun ifade ettiği gibi: “When law is not sufficient to resolve the conflicts of social life, it must open itself to philosophy, sociology, and politics, for it is in dialogue with them that law finds its completeness.” Bu bağlamda hukuk, kimi zaman diğer disiplinlerle diyalog kurarak eksikliklerini gidermek ve toplumsal yaşamın ihtiyaçlarına cevap verebilmek zorundadır.
Günümüzde dijital teknolojilerin hukukun karşısında yarattığı boşluklar, bilişim etiği ve bilgisayar bilimlerinden alınan bilgilerle giderilmeye çalışılmaktadır. Lawrence Lessig, Code and Other Laws of Cyberspace adlı çalışmasında, teknolojinin hukuk üzerindeki etkilerini ve hukukun teknolojik gelişmelere ayak uydurma gerekliliğini vurgular; hukukun yalnızca kendi normatif mekanizmalarıyla sınırlı kalamayacağını ortaya koyar. Benzer biçimde çevre hukuku alanında, iklim değişikliği ve ekolojik kriz karşısında hukukun karar alma süreçleri, ekoloji bilimi ve uluslararası iş birliği mekanizmalarıyla desteklenmektedir. Philippe Sands, Principles of International Environmental Law adlı eserinde, çevre hukukunun etkinliğinin bilimsel veriler ve uluslararası koordinasyon ile sağlandığını belirtir. Bahedilen hususlar, hukukun toplumsal gerçeklik ve bilimsel gelişmelerle sürekli etkileşim halinde olduğunu göstermektedir.
Bunun ötesinde, yasa koyucular modern hukukta, özellikle medeni hukuk gibi alanlarda, bilinçli susma (tacite inaction) olarak adlandırılan bir yaklaşımı benimsedikleri düzenlemeler vardır. Hayatın olağan akışı içinde kanun metinleri ile hakkaniyet arasında zaman zaman bir kırılma meydana gelmektedir; bu kırılma, hukukun salt normatif yapısıyla toplumsal adaleti sağlama kapasitesi arasındaki sınırı gözler önüne serer. Ronald Dworkin, Law’s Empire adlı eserinde, yargının sadece yazılı kanunları uygulamakla kalmayıp, aynı zamanda hakkaniyet ve toplumsal değerleri gözeterek karar vermesi gerektiğini savunur. Bu durum, hukukun tek başına yeterli olamayacağı anlarda diğer disiplinlerden ve ahlaki ilkelerden aldığı destekle bütüncül bir işlev kazanmasını zorunlu kılar.
Hukukun yalnızca akla uygun olması gerektiğini söylemekle yetinmemek, aynı zamanda vicdana da uygun olması gerektiğini vurgulamak gerekir. St. Augustine bize kanunun kağıt üzerindeki yazısının ötesine bakmayı hatırlatır: “Legal norms cannot be understood adequately without reference to the social action they regulate. An unjust law is a human law that is not rooted in eternal law and natural law.” Augustine’in ifadesi, hukukun yalnızca formel bir normatif çerçeve olmadığını, aynı zamanda insan yaşamını düzenleyen bir sosyal eylemler bütünü olduğunu ortaya koyar. Thomas Aquinas da benzer bir noktayı belirtir: “An unjust law is a law that is not a law in the true sense; for a law that is contrary to reason is no law at all.” Bu ifadeler, hukukun meşruiyetinin yalnızca yazılı kurallardan değil, akıl ve vicdanla uyumlu olmasından kaynaklandığını gösterir.
Örneğin; yüreği soğutmayan, bireyleri topluma kazandırmayı amaçlamayan bir ceza hukuku veya zihinsel engelli ya da diğer dezavantajlı bireylerin eşitliğini gözetmeyen bir hukuk sistemini adaletli kabul etmek mümkün değildir. Martha Fineman, The Vulnerable Subject adlı çalışmasında, hukukun temel amacının toplumdaki en zayıf bireyleri korumak ve toplumsal bağları güçlendirmek olduğunu vurgular; bu yaklaşım, ceza hukukunun yalnızca cezalandırmaya değil, aynı zamanda toplumsal iyileşmeye hizmet etmesi gerektiğini ortaya koyar. Böylece hukukun, akıl ve mantığın ötesinde, vicdan ve etik değerlerle desteklenmesi zorunlu hâle gelir; aksi takdirde hukuk, hem kendi özündeki hem de bulunduğu toplumun nazarında meşruiyetini yitirir. Bu meşruiyetin yitirilmesi fevkalade sorunlara gebe hale getirir toplumu.
Pilot ve yazar olan Saint-Exupéry’nin sözlerinde görünenin ötesinde bir rehberlik vardır ‘’On ne voit bien qu’avec le cœur. L’essentiel est invisible pour les yeux. ‘’ Bu söz, adalet ve hakkaniyetin yalnızca gözle görünen kurallara dayanamayacağını; asıl değerlerin ancak kalbin ve vicdanın rehberliğinde ortaya çıktığını vurgular. Kalbin rehberliği olmadan ne adalet anlam bulur ne de hakkaniyet yerini bulur. Bu metafor, hukukun yalnızca yazılı kurallardan ibaret olmadığını, asıl değerlerin vicdanın ve hakkaniyetin işlediği görünmez bir zeminde ortaya çıktığını vurgular. Vicdan, bir hukuk uygulayıcının karar alma sürecinde, bireyin ve toplumun eşitliğini gözetmesini sağlayan içsel pusuladır; hakkaniyet ise bu içsel rehberliğin toplumsal yansımasıdır. Örneğin, Güney Afrika’da apartheid sonrası Truth and Reconciliation Commission (TRC) uygulaması, mahkeme süreçlerinin ötesinde toplumsal adaleti ve bireysel hakkaniyeti gözeterek, hem mağdurların hem de fail olan bireylerin toplumla yeniden entegrasyonunu mümkün kılmıştır (Tutu, 1999). Benzer şekilde, ABD’de Brown v. Board of Education davası, hukukun yazılı kuralları ile toplumsal eşitlik ve vicdanın taleplerinin nasıl birleşebileceğine örnek teşkil eder; sadece kanun metninin uygulanması değil, toplumsal hakkaniyetin gözetilmesiyle eğitimde ırksal ayrımcılığa son verilmiştir (Klarman, 2004). John Rawls’ın belirttiği gibi, “Justice as fairness requires institutions to secure fundamental rights and liberties, but these must be interpreted through the lens of moral reasoning and societal conscience” (Rawls, 1971). Bu bağlamda hukukun meşruiyeti, akıl ve vicdanın birleşiminden doğar; böylece hem bireyler hem de toplum için gerçek anlamda adil ve hakkaniyetli bir düzen tesis edilebilir. Gerçek adalet, vicdanla birleşmiş aklın eseridir; insan haklarının korunmasını ve toplumsal eşitliği sağlayan, merhameti mümkün kılan temel öğe, işte bu görünmeyen özdür
Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’inde belirttiği gibi, adalet yalnızca kanunların uygulanması değil, erdemli bir yaşamın parçasıdır: “Justice is giving people what they deserve, guided not merely by law but by virtue.” Benzer şekilde John Rawls, A Theory of Justice’te adaletin, toplumsal kurumlar aracılığıyla bireylerin temel haklarını güvence altına alacak şekilde şekillendiğini ifade eder; bu süreçte vicdan ve akıl, kurumların işleyişini denetleyen görünmez güçlerdir. Augustine’in ifadeleri de bu çerçeveyi destekler: “An unjust law is a human law that is not rooted in eternal law and natural law” (St. Augustine, On Free Choice of the Will). Dolayısıyla adaletin gerçekleşmesi, hem akıl hem vicdanın rehberliğinde mümkün olur; bu iki unsurun birleşimi, hukuk uygulamalarının toplumsal ve ahlaki meşruiyetini temin eder.
Kaynakça
-
Aquinas, T. (1993). Summa Theologica. Christian Classics.
-
Augustine, S. (2008). City of God. Penguin Classics.
-
Bobbio, N. (1996). The Age of Rights. MIT Press.
-
Dworkin, R. (1986). Law’s Empire. Harvard University Press.
-
Fineman, M. (2008). The Vulnerable Subject. Routledge.
-
Lessig, L. (1999). Code and Other Laws of Cyberspace. Basic Books.
-
Montesquieu, C. (1748). De l’esprit des lois. Hafner Publishing.
-
Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. Harvard University Press.
-
Sands, P. (2012). Principles of International Environmental Law. Cambridge University Press.
-
Saint-Exupéry, A. de. (1943). Le Petit Prince. Reynal & Hitchcock.
-
larman, M. J. (2004). From Jim Crow to Civil Rights: The Supreme Court and the Struggle for Racial Equality. Oxford University Press.
-
Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. Harvard University Press.
-
Tutu, D. (1999). No Future Without Forgiveness. Doubleday.
-
Aristoteles. (1999). Nikomakhos’a Etik (Ter. F. M. Cornford). Oxford University Press.
