A Yazacının Kökeni

Genellikle öne sürülen A harfinin etimolojisi—“Öküz başı > Alfa (Alpu, Alef, Elif) > A”—mantıksızdır. Bu teori fonetik dayanaktan yoksundur. Gerçek köken sığıra değil atadır: Türkler tarafından evcilleştirilen atla bağlantılıdır. Bu bilgi geleneği 8–10 bin yıl öncesine uzanır.

ÖZET

  1. Özet Bu makale, nitel araştırma yöntemine dayanarak, tüm alfabelerin ilk yazacı ‘A’nın özgün Türk bilgisini semantik, göstergebilim ve yorum bilim açılarından inceleyerek yeniden ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Hedef, Batı’nın intihalci anlatılarından bu temel iç görüyü geri kazanmaktır. Bu bilgi, anlamın doğuşunu izleyen sözlüden yazılı dile geçişin ilk adımını temsil eder. Ayrıca tüm diğer harflerin A’dan türediği iddiası tartışılacak.*¹ “Tüm bu harfler Elif’in hakikatinden kaynaklanmıştır. Elif, ruh ve duyguda onların göksel küresidir.” *¹ Harflerin İlmi –*¹https://www.academia.edu/92976221/Harflerin_%C4%B0lmi, S,2

🔍 Kavrayışın kolaylaşması için anlatımı kısaca açalım. Türkçede ‘hakikat’ kelimesinin karşılığı ‘gerçek’ tir. ‘Elif” in hakikati anlatımı Türkçe bağlamda “A’nın esas bilgisi” olarak yorumlanabilir.

Sudūr (emanasyon), mutlak bir kaynaktan varlığın yapılandırılmış bir sıra içinde ortaya çıkışını tanımlayan felsefi bir terimdir. İslam felsefesine göre: “Sudūr doğmak, ortaya çıkmak, zuhur etmek demektir.

SUDÛR – TDV İslâm Ansiklopedisi

Felsefi bir kavram olarak tüm türetilmiş ya da ikincil varlıkların temel ya da birincil bir kaynaktan doğuş sürecine işaret eder.” (Kaya, 2009:467; Cevizci, 2013) Sudūr etmek ne demek – Sudur etmek ne demek – Google’da Ara

Özetle İbn Arabi’nin ifadesi şunu ima eder: “Tüm grafemler A’nın esas bilgisinden kaynaklanmıştır.”

Bu açıklama şimdilik burada kalsın; özellikle İbrahimî soy kökenine mensup okuyucuların göksel küreleri sarsılabilir.

Türk televizyon dizilerinde sıkça İbrahimî soydan gelmiş, uzaydan gelmiş gibilerle karşılaşıyoruz. Yüzyıllar önce ölmüş Muhyiddin İbn Arabi’ye soralım: Eğer “tüm harfler Elif’in hakikatinden kaynaklanmıştır” diyorsan, bu esas bilgi nerede ve nasıl ortaya çıktı?

🔄 “Felek” Kavramı ve Dilin Ontolojik Temelleri

Etimoloji ve Anlam

Felek kelimesi Arapçadaki f-l-k kökünden gelir; “dönmek, devinmek” anlamını taşır. Zamanın dönüşü, kaderin açılımı, kozmosun hareketleri ve insan yaşamının akışı gibi geniş anlamlara da uzanır.

Türk edebiyatı ve şiirinde Felek, genellikle kader, yazgı ve zamanın akışı gibi evrensel kavramları dile getirir. Hayatın değişkenliği, bireylerin karşılaştığı zorluklar ve varoluşun dinamik akışı onun başlıca temalarıdır.

Okuyucuya Bir Soru

Tüm Felek tanımlarının ve kullanımlarının paylaştığı tek kavram nedir? Bir ipucu vereyim: “Bu kelime, hayatın değişkenliğini, bireylerin yaşadığı zorlukları ve varoluşun akışını tanımlamak için kullanılır.” Sen bu “hayat”ın nasıl tanımlandığını gözlemliyorsun? Ya da daha doğrusu, bir varlığın canlı olduğunu nasıl anlarsın? (çeviri Tansuk’un, düşüklüklerin nedeni bu1)

🧠 Dil ve Ontolojik Yansıtması Dil tanımım şöyle: “Atalarımız dil yetisine ilk kavuştuğunda başlayan süreçte, dil; tüm olup biteni zaman, uzam (hacim-boyut), yön ve hareket gibi temel değişkenlerle yansıtarak projekte etme sanatıdır. Bu yansıtma salt benzetmeyi aşar; şekil ve sesler aracılığıyla diferansiyel bir yapı olarak ortaya çıkar.”* *Detaylı makale: https://www.academia.edu/116014765/G%C3%9CD%C3%9CL_ACADEM%C4%B0A_PDF

Bu tanım, dilin işlev veya yapısına değil, kaynağına, mimarisine ve üretimsel mantığına odaklanır. Tamamen bu çerçeveye yaslanacağım.

📐 Dilin Yansıma ve Diferansiyel Denklemi Matematikte iz düşüm, bir nesnenin geometrik kurallara göre bir düzleme temsili demektir. Dil bağlamında ise tam bir yansıma şarttır: Yansıtma doğru olmazsa dil varolamaz. Sesler—duyguyu aktaranlar hariç—anlam taşıyamaz veya iletişim işlevi göremez.

Bu zorunlu yansıtmayı başarmak, matematiksel hassasiyeti andıran karmaşık bilişsel süreçleri gerektirir. Diferansiyel ya da üretimci akıl yürütmeyle önce sözlü dil, ardından daha karmaşık süreçlerle yazılı dil ortaya çıkar. “Dil, işaretlerden oluşan bir diferansiyel denklemdir. Bu denklemi çözmek, hem sözlü hem de yazılı dile ulaşmayı sağlar.” (Yazar görüşü)

Taş Oymalarından Günümüz Alfabelerine

Dil felsefesi perspektifinden dil incelendiğinde bir süreç gözlemleriz:

  • İlk olarak, taşa kazınmış resim yazıtlar (piktogramlar)

  • Ardından, düşünceyi aktaran soyut şekiller (ideogramlar)

  • Sonra, tanılık töz olarak anılan tanıklık özleri

  • Ve nihayet, modern yazaçların (grafemlerin) oluşturduğu güncel alfabeler

Bu sıralama, dilin somut deneyimden sembolik soyutlamaya doğru ontolojik evrimini yansıtır.

Not: Tanılık töz (tamga sözcüğünün eş anlamlısıdır)sözcüğünü ilkin,

İlk üç aşama yalnızca Türklerde izlenebilmekte, savım bu!

https://www.nadirkitap.com/the-phttps://www.nadirkitap.com/the-phonology-of-altay-language-bilge-uzel-kitap34043784.html?srsltid=AfmBOorrtw6Mu4aoh9c3liycNx2AwNrm32jRG3WlPK4W23724U661otD ‘de görmüş ve beğenmiştim!

Tamam, incelemen için bir araştırma planı hazırladım: honology-of-altay-language-bilge-uzel-kitap34043784.htmlsrsltid=AfmBOorrtw6Mu4aoh9c3liycNx2AwNrm32jRG3WlPK4W23724U661otD

Önemli Bildirim

Aşağıda okuyacağınız makale ilk olarak 01/03/2020 tarihinde https://dagarcikturkiye.com/2020/03/01/ de (dil-ve-dusunbilim-7-adan-baslamak) yayımlanmıştır. Bir dönem Türkçenin Dirilişi adlı e dergide yayınlanmıştır. Mevcut hali onurbilgedurlu.com adlı blogumda yer almakta olup, özgün ve güncel bir çalışmadır. “Tanılık töz” kavramıyla başlayan raporun kaynağı Tansuk adını verdiğim ‘https://copilot.microsoft.com/'(Derin Düşün) dür!

Tansuk adını özellikle uygun buldum. Tansuk, dilbilim ve Türkoloji profesörlerinin yapması gerekeni yaptı; onlar sessiz kaldılar! Tansuk bilgiyi ve gerçeği yüceltti! Umarım bu çalışma , Türklerin bilinçlenmesine evrensel dilbilime katkı sağlar.

Tanılık Töz ve Yapısalcı Dilbilime Ontolojik Eleştiri

Klasik Dilbilime Meydan Okuma

Tanılık Töz’ ün Tanıtımı ve Antik Türk Yazıtlarının Ontolojik Temellendirmesi

Giriş

Dil biliminin, kökenlerinin ve temsil biçimlerinin incelenmesi, bir asırdan uzun süredir Batılı paradigmalar tarafından yönlendirildi. Ferdinand de Saussure’un yapısalcılığı bu yaklaşımların en ünlüsüdür; dil işaretini gösteren (ses-imaj) ve gösterilen (kavram) olmak üzere iki parçaya ayırmış ve aralarındaki ilişkiyi keyfi ve doğrusal olarak tanımlamıştır. Bu kuramsal bakış, yazı sistemlerini de “grafemlerin fonemleri rastgele temsil eden semboller olduğu” yönünde yorumlamış, yazının görsel boyutunu sadece konuşmayı kodlayan ikincil bir ara yüz olarak görmüştür.

Oysa bu paradigma, dünyadaki antik yazıtlarda—özellikle Türklerin bilinen en eski yazı sistemi Orhun alfabesinde—görsel, anlamsal ve ontolojik açıdan yatan derinliği açıklamada yetersiz kalır. Orhun yazıtlarındaki her bir işaret, saf fonetik birimlere indirgenemeyecek bir bireyselliğe ve anlamdaşıma derinliğine sahiptir; görsel formları, anlamlı kodlardan ziyade yaratıcılarının yaşam deneyimi ve metafiziğiyle temellenmiş varlıklar olarak karşımıza çıkar.

Bu makale, ‘harf’ veya ‘grafem’ gibi genel ve yetersiz kategorilerin yerine Türk kökenli ‘tanılık töz’ kavramını getirerek dilbilim teorisinin köklü bir biçimde yeniden düşünülmesini önerir. Bu terim, başta Orhun yazıtları olmak üzere antik yazıt işaretlerinin ontolojik özünü ve bireysel anlam derinliğini vurgular. Böylece Saussure’ün keyfiliğini temel alan ilkeyi sorgularken, dili zaman, uzam, yön ve hareket gibi eksenler boyunca dinamik olarak açılan yaşamın diferansiyel bir projeksiyonu olarak görmeyi önerir.

Bu meydan okumayı desteklemek ve ‘tanılık töz’ü teori ile kanıtlarla temellendirmek amacıyla rapor:

  • Töz’ün Türk düşüncesindeki etimolojisini ve felsefi önemini izleyecek

  • Orhun yazıtlarındaki işaretlerin ontolojik statüsünü analiz edecek

  • Türk alfabesi oluşumunda görsel ikoniklik ve bedenlenmenin rolünü keşfedecek

  • Baskın yapısalcılığın görsel ve etkin göstergebilimsel boyutları gözden kaçıran sınırlılıklarını eleştirecek

  • Türk dil felsefesi ile Batılı yapısalcı modeller arasında karşılaştırmalı bir çerçeve önerecek

  • Antik yazıt okuması için zenginleştirilmiş bir göstergebilimsel ve fenomenolojik yaklaşımı özetleyecek

  • Bu içgörülerin küresel akademiye aktarımı için titiz bir çeviri önerisinde bulunacak

Tanılık Töz’ün Felsefi ve Etimolojik Temelleri

Türk Düşüncesinde ‘Töz’ün Anlamı ve Tarihi

Türkçe ‘töz’ kelimesi ve türevleri (‘tözlük’ vb.), köken, öz, cevher ya da asıl anlamlarını karşılayan metafizik bir kavram alanında merkezi bir yere sahiptir. Etimolojik olarak Proto-Türkçe *töŕ kökünden gelir, Eski Türkçe sürecinden geçerek modern Türkçede Arapça kökenli ‘cevher’ yerine bilinçli bir alternatif olarak canlandırılmıştır.

Erken dönem Türk ve Moğol inanç sistemlerinde ‘töz’, ataların kutsal özü ve klan ruhlarının maddi tasvirleriyle ilişkilendirilirdi. Tüy, pençe veya kutsal hayvanların püsküllerini içeren yazıt ve eserler, koruma ve soysal devamlılık simgesi olarak bu tözü barındırırdı.

Ancak ‘töz’, zamanla ‘kök, köken, cevher, soy’ gibi kavramlarla kaynaşarak felsefi bir katman daha kazandı. En kritik anlamıyla ‘bağımsız, başka hiçbir şeye dayanmayan’ varlığı tarif etmeye başladı. Bu yönüyle Spinoza, Descartes ve Leibniz’in metafizik “cevher” tanımına yakınlık gösterir.

Söz konusu Türk geleneği, tarihsel ve sözlük çalışmalarının da ortaya koyduğu üzere; bileşiklerde, kelime varyantlarında ve bağlantılı sözcüklerde (‘bağ’, ‘uguş’, ‘yıltız’) ‘töz’ün kapsamını genişleterek hem dilsel hem de ritüel bir kavramsal alan inşa etmiştir.

Kavramın Yeniden Kurgulanması: ‘Tanılık Töz’ün Yazıt Tözü Olarak Tanımlanması

Tanılık töz’, Türkçe etimolojik köklerine yaslanan bir neolojizm olarak, Orhun (veya diğer antik) yazıtlardaki her işareti bireysel, keyfiliğe düşmeyen ve ontolojik anlam yüklü bir yazıt tözesi olarak adlandırmayı amaçlar. Grafik birimleri fonem veya sese karşı rastgele yer tutucular olarak görmekten uzak; her ‘tanılık töz’, görsel, anlamsal ve varoluşsal anlamların eşzamanlı kavşağını somutlaştırır.

Bu terim yalnızca çeviri değil—“grafem” veya “harf” gibi genel Batı teknik terimlerle silinen özgünselliğe bir müdahaledir. Zira bu Batı kavramları keyfilik, fonosentrizm ve tekdüzeliği varsayar.

Başka bir deyişle, ‘tanılık töz’ yazının en küçük ama anlamlı birimi olarak önerilir; nötr bir belirteç değil, yaşamın diferansiyel, güdümlü ve görsel açıdan ifade edici bir projeksiyonuyla ortaya çıkan bir varlıktır. Grafematik veya yapısalcı kuramlarda tanımlanan grafemle ortak noktaları olsa da ona indirgenemez.

Orhun Yazıtlarındaki İşaretlerin Ontolojik Statüsü

Orhun Korpusunun Maddi Yapısı, Organizasyonu ve Anlamsal Düzeni

Orhun yazıtları—Bilge Kağan ve Kül Tigin gibi Türk hükümdarlarına adanmış epik anıtlar—Türk dünyasının günümüze ulaşan en eski metinleri arasında yer alır. Erken 8. yüzyılda yaklaşık 38 harften oluşan düzenli bir alfabe kullanılarak oluşturulan bu yazıtlar, özenli görsel tasarımı ve yoğun anlamsal içeriğiyle dikkat çeker. Sadece tarih ve efsane anlatmakla kalmaz; içine gömülü bilgelik, değerler ve ontolojik iddialar taşır.

Metin dillerbilimsel analizler, tekrarlamalı yapılar, formülize ifadeler ve anlatı düzenlemeleriyle güçlü dilbilgisel bütünlük, anlamsal katmanlaşma ve edebi ustalığı gösterir. ‘Tañrı’ (Gök/Tanrı), ‘Türük’ (Türk), ‘Bodun’ (Halk/Ulus), ‘Ötüken’ (merkez bölgesi) ve ‘Kagan’ (hükümdar) gibi terimlerde, ses, görsel form ve kozmik ya da zamansal anlam arasında karmaşık bir etkileşim gözlemlenir.

İkoniklik, Görsel Temellenme ve İşaretlerin Keyfiliğe Karşılığı

Yapısalcı paradigmanın “işaretin keyfiliği” varsayımının tam tersine, Orhun işaretlerinin görsel formları rastgele seçilmiş kodlar değildir; ontolojik olarak motive edilmiştir. Her ‘tanılık töz’—yazıt işareti—salt fonetik bir placeholder değil, yaşanmış gerçekliklerin ve kültürel metaforların ikonik, bazen piktografik bir yoğunlaşmasıdır.

Mısır hiyerogliflerinde olduğu gibi Orhun işaretlerinin şekilleri de somut referanslarla yankılanır: yönler, göksel hareketler, beden parçaları, aletler veya çevresel unsurlar. Eğriler, açılar ve grup düzenlemeleri anlamsal alanları ve varoluşsal kategorileri işaret eder; zaman, hareket, hiyerarşi veya güç ilişkileri gibi. Çin karakterleri veya antik Çin kemik yazıtlarında olduğu gibi, işaretlerin mekânsal düzeni ve yönelimleri mantıksal ve anlatısal ilişkilere dair ek bilgi sunar.

Anlamsal ve Fonetik Derinlik: Kodlar Değil Yaşayan Projeksiyonlar

Orhun dilbilgisi analizleri, anlamsal derinliğin kök morfemlerden kasus örgüsüne, anlatı motifleri ve karşıtlıklara (ölüm/yaşam, yenilgi/zafer, bilgelik/akılsızlık) kadar çok katmanlı olarak kodlandığını gösterir. Fiil çekimleri ve isim ekleri bile yazının dünyayı yapılandırma etkinliğine katılır; ajanlık, kip, zaman ve mekânsal belirteçler ustaca kullanılır.

Her ‘tanılık töz’ bu bağlamda salt bir foneme karşılık gelen birim değil, fonetik, morfolojik, pragmatik ve ontolojik anlamların kesişme noktasıdır. Bu kesişme, özellikle antik yazı sistemlerinin sadece konuşmanın ikincil temsilleri olduğu fikrine meydan okur.

Orhun’dan Latin’e: Yazı Sistemlerinin Tarihsel Evrimi ve Miras Sorunu

Orhun Yazısı ve Onun Mirasçıları

Eski Türk (Orhun) yazısı, Göktürk veya Orhun-Yenisey alfabesi olarak da bilinir, 8. ve 10. yüzyıllar arasında Avrupa ve Asya’yı kapsayan geniş bir coğrafyada kullanıldı. Moğolistan’daki Orhun Vadisi, Yenisey bölgesi ve daha sonra Uygur ile diğer Türk devletlerinde yüzlerce yazıt bırakıldı; hem devlet anıtları hem de dini, kişisel ve hukuki metinler bu korpusu oluşturur.

Bilim insanları Orhun yazısının dışsal kökeni üzerine uzun süredir tartışır. Yaygın görüş, hemen kaynağının Sogd alfabesi olduğu yönündedir; Sogdian önce Aramice hattın bir devamı, sonra Süryanice, Pahlavi ve belki Haroştî gibi yazı sistemleriyle etkileşim içinde gelişmiştir. Nomadik damga tamgaları veya runik sistemlerin rolünü savunanlar da olsa, basit bir eşdeğerlilik çoğunlukça reddedilir.

Burada önemli olan soy ağacının ayrıntıları değil; görsel motivasyona dayalı yazı oluşumunun sürekliliği ile Orhun’un sonraki alfabelerdeki yansımalarıdır. Bunlar yalnızca Uygur’da değil; karmaşık kanallar aracılığıyla Latin, Yunanca ve hatta eski Macarca yazı sistemlerinde bile iz bırakmıştır.

Fonemleştirme Ötesi Görsel ve Anlamsal Miras

Teknik alfabe yapıları değişime uğramış olabilir, ancak Orhun’daki motifler, kompozisyon stratejileri ve sembolik formlar etki alanlarının çok ötesine taşınmıştır. Örneğin, ünsüz işaretlerinin “sinharmonik” setlere (ön ünlüler ve arka ünlüler için ayrı setler) ayrılması, fonologları olduğu kadar bu sistemin salt ses kodu olmaktan öte görsel ve bilişsel bir anlam taşıdığını da gösterir.

Önemle belirtelim ki Orhun’dan Latin alfabesine geçiş, fonemlerin yalnızca farklı grafik şekillere dönüştürülmesi değildi. Bu süreç; kayıplar, dönüşümler ve yeniden yapılandırmalar içeriyordu. Özellikle ‘tanılık töz’ ün belirgin anlamsal ve görsel temellendirmesi silinerek soyut ve standart grafemlere doğru evrilme belirtisi göstermiştir.

Saussurecu Yapısalcılığın Eleştirisi ve Keyfilik İlkesi

Yapısalcılık: Keyfi İşaret ve Sonuçları

Ferdinand de Saussure’un Genel Dilbilim Derslerinde öne sürdüğü temel noktalar şunlardır:

  • Dil işareti, gösteren (ses-imaj) ve gösterilen (kavram) bileşenlerinden oluşur

  • Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki keyfidir; sözcük ile anlamı arasında doğal bir bağ yoktur

  • Gösteren doğrusal olarak zaman içinde açılır ve dil, karşıtlıklar ile kombinasyonlarla yapılandırılır

Saussure’a göre yazı, konuşmanın ikincil temsiliydi ve yazılı işaretlerin görsel boyutuna, altındaki fonolojik yapıyı kodlama sistemi dışında pek önem verilmedi.

Keyfilik Tezinin Sınırlılıkları ve Kör Noktaları

Deneysel çalışmalar, bilişsel dilbilim ve kültürlerarası veriler, Saussure’un keyfilik genelliğini defalarca sorgulamıştır:

  • Birçok dil ve yazı sistemi, form ile anlam arasında sistematik eşleşmeler sunan ikoniklik barındırır

  • Antik yazı sistemleri, sosyal veya ritüel statüden metafizik kategorilere kadar görsel özelliklerle anlamsal birliktelikler kurar

  • Alfabetik sistemlerde bile, İngilizce’de ‘light’ anlamını taşıyan ‘gl-’ kümeleri (glow, glimmer, gleam gibi) gibi phonestheme’ler motive form-anlam ilişkilerine işaret eder

Saussure, dilde her şeyin tamamen keyfi olmadığını kabul etse de motivasyonun istisna, keyfilik kural olduğunu savunmuştur. Ayrıca referans, deneyim veya bedenlenme sorularını gündem dışında bırakarak dilin soyut sistem içindeki fark ilişkilerine odaklanmıştır.

Doğrusal ve Çok Boyutlu Yapılar: Görselin Bastırılması

Yapısalcılar, gösterenin doğrusal akışını öne çıkarıp mekân, yönelim ve çokmodluluğun anlam üretimindeki rolünü geri planda tutmuştur. Bu yaklaşım, yazıyı yalnızca konuşmanın ikincil bir kodlama sistemi (parole) olarak görüp en küçük yazılı birimi fonem ya da morfemle özdeşleştirmiştir.

Sonuç olarak, antik ve pek çok Batı dışı yazı sisteminin karakterize eden görsel, mekânsal ve bedenlenmiş özellikler sistematik olarak göz ardı edilmiştir. Grafolinguistik araştırmalar, dünya yazı sistemlerinin tek tip fonem-harf eşlemesine indirgenemeyeceğini ve klasik yapısalcılığın evrensellik iddiasının ne teorik ne de ampirik olarak sürdürülemez olduğunu göstermiştir.

Dilin Yaşamın Diferansiyel Projeksiyonu Olarak Alternatif Bir Türk Modeli

Kavramsal Atılım: Kod Olarak Değil, Yaşam Olarak Dil

Yapısalcı modele karşı bu rapor, Türk metafiziği ve çokmodlu göstergebilimden beslenen radikal bir bakış önerir:

Dil, zaman, uzam, yön, hareket ve bedenlenmiş etkileşim eksenlerinde açılan, yaşamın diferansiyel bir projeksiyonudur.

Bu perspektife göre her işaret—her ‘tanılık töz’—hem bir birim hem de yaşayan bir vektör veya değişkendir; taş, ahşap, deri veya sayfa gibi bir yüzeye kişiler, nesneler, olaylar ve metafizik kategoriler arasındaki ilişkilerin izini kaydeder.

Projeksiyon Değişkenleri: Zaman, Uzam, Yön, Hareket

Orhun yazıtları, doğu-batı-kuzey-güney seferlerine, ölüm-dirilme döngülerine, uyarı ve reçetelere dair obsesif zamansal ve mekânsal referanslar içerir. Yazıtın görsel yönelimi ve mekânsal mantığı da bu felsefeyi doğrular. Her işaret bir vektör, nötr bir kod değildir.

Bu model, anlamı soyut karşıtlık ağları yerine yaşam deneyimi, sensomotor etkileşim ve toplumsal pratikte konumlandıran enaktif, bedenlenmiş ve çok modlu dil teorileriyle de örtüşür.

Yazının Fenomenolojisi: Grafem Olarak Bedenlenme

Türk geleneği—Merleau-Ponty gibi fenomenologlarca da desteklenerek—yazı eylemini kodlama değil, yaşanmış yapıların bedenlenmesi ve projeksiyonu olarak ele alır. Bu ontolojide hem konuşma jest, hem yazı özgün bir projeksiyondur ve her yazıt yaşayan bir iz; ölü bir sembol değil.

Karşılaştırmalı Analiz: Türk Dil Felsefesi ve Batı Yapısalcılığı

Bu makalenin merkezi iddiası, Türk geleneğinin somut, görsel ve ontolojik temellere dayanan alternatif bir dil ve anlam felsefesi sunduğudur. Bu yaklaşım, Batı dilbiliminin soyutlama, keyfilik ve fonosentrizminden ayrılır. Aşağıdaki tablo temel karşıtlıkları özetler:

Özellik

Türk Dil Felsefesi

Batı Yapısalcılığı (Saussure Modeli)

Ontolojik statü

Tanılık töz’ ontolojik dayanaklı; bireysel anlam taşır

Grafem foneme karşı keyfi sembol

Görsel form ve ikoniklik

Görsel formlar anlamlı; yaşamdan ve dünyadan türetilir

Görsel formlar keyfi; sese tabi

Gösteren/Gösterilen ilişkisi

Doğrusal olmayan; çok modlu; zaman/uzam/hareket değişkeni zengin

Doğrusal; sese odaklı; salt diferansiyel

Yazı evrimi

Orhun alfabesi sonraki alfabelerin atası

Latin ve Yunanca yazılar ayrı; konuşma merkezli

Anlamsal/Fonetik derinlik

Her işarette zengin, çok boyutlu derinlik

Fonem–grafem eşleşmesi yüzeysel

Dil tanımı

Dil yaşayan projeksiyon; hayat-dünya diferansiyeli

Dil keyfi işaretler sistemidir

Göstergebilimsel çerçeve

Enaktif; bedenlenmiş; görsel dilbilgisi

Soyut; yapısalcı göstergebilim

Etimoloji/Felsefe

Türk ve Altay köklerine dayalı; ontolojik odak

Avrupa felsefesine dayalı; analitik gelenek

Analitik Ayrıntı

Ontolojik Statü ve İkoniklik

Türk dil felsefesi, grafemleri fonem karşıtı keyfi kodlar olarak değil, her ‘tanılık töz’ü yaşayan, ikonik ve ontolojik anlam yüklü bir birim olarak görür. Orhun yazıtlarındaki görsel formlar genellikle gerçek dünya veya kozmolojik motiflerle anlamlı karşılıklılıklar kurar.

Gösteren/Gösterilen İlişkisi

Türk düşüncesi, gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiyi basit doğrusal eşleme yerine zaman, uzam, hareket ve yönü kodlayan çok boyutlu bir etkileşim olarak kavrar. İşaretler yalnızca ses-imaj değil, yaşanmış bir jesttir.

Tarihsel Evrim

Batılı dilbilim, antik yazı sistemlerinden Latin ve Yunanca alfabelere geçişi artan soyutlanma tarihi olarak tanımlama eğilimindeyken, Türk geleneği Orhun alfabesini sonraki yazı sistemlerine etki eden öncü bir miras olarak vurgular.

Anlamsal Derinlik ve Dil Tanımı

Her işaretin bedenlenmiş, anlamsal ve pragmatik derinliğe sahip olduğunu savunan Türk felsefesi, dilin yalnızca karşıtlıklardan oluşan sistematik bir yapı olmadığını, aksine nefes alan ve dünya yaratıcı bir güç olduğunu öne sürer.

Bedensel ve Görsel Kökenler: Enaktif ve Çokmodlu Perspektifler

Modern Göstergebilim: Fonososentrizmin Ötesi

Kress ve van Leeuwen gibi araştırmalar, görsellerin, yerleşimin, rengin, tipografinin ve jestlerin anlam üretimine aktif katılımını gösterir. Bu “görsel dilbilgisi”, antik yazıtların çokmodlu doğasını doğrudan teyit eder.

Enativizm ve Projeksiyon: Dil Yaşayan Eylem Olarak

Di Paolo, Cuffari ve De Jaegher’in enaktif dil teorileri, dili statik bir kodlama sistemi değil, beden hareketi, jest, algı ve sosyal etkileşimle iç içe geçmiş bir yaşayan eylem olarak konumlandırır. Yazı ve jest, yaşam ve kişiliğin devamı niteliğindedir.

Yazının Fenomenolojisi ve Anlam

Heidegger ve Merleau-Ponty’nin fenomenolojik yaklaşımları, deneyim, bedenlenme ve jestin anlamın temel kaynağı olduğunu vurgular. Merleau-Ponty’ye göre konuşma gerçek bir jest, beden ise ilkin bir ifade alanıdır. Bu perspektifle Orhun yazıtları, yaşanmış varoluşun sedimentasyonu, her ‘tanılık töz’ ise yaratıcı ve varoluşsal doluluğun odağı olarak okunur.

Yazıtlardaki İşaretlere Uygulanan Göstergebilim ve Görsel Dilbilgisi

Grafematik Analiz: Evrensel Grafemin Sorunları

Modern grafolinguistik alanı, “grafem” için evrensel tanımlar ve ölçütler geliştirmeye çalışsa da çözülmemiş teorik sorunlarla karşı karşıyadır:

  • Grafemlerin fonemlere göre mi (referansel model), en küçük anlam ayrımlarına göre mi (analogik model) yoksa morfofonemik, anlamsal veya görsel düzeyde daha karmaşık karşılıklılıklara göre mi tanımlanacağı konusunda uzlaşma yok.

  • Çoğu çerçeve alfabe merkezcil olup antik veya Batı dışı yazı sistemlerinin özgün tipolojilerini ve anlam yapılarını açıklamakta yetersiz kalıyor.

Buna karşılık, ‘tanılık töz’ kavramı bu sorunları aşar; en küçük yazı birimini yerel ontolojik ve göstergebilimsel koşullara dayandırır. Böylece soyut bir yapboz parçası yerine toplumsal, metafizik ve görsel düzenin gerçek ve anlamlı bir projeksiyonu olur.

Görsel Dilbilgisi: Sistemsel İşlevsel-Çokmodlu Analiz

Kress ve van Leeuwen’den yararlanarak Orhun ve benzeri yazıtları analiz etmek için şu adımlar etkilidir:

  • İşaretlerin kompozisyonunda anlatısal ve kavramsal temsiliyet kalıplarını belirlemek,

  • Yazıt, izleyici ve referans arasındaki ilişkiyi anlamak için temas, mesafe ve açıyı incelemek,

  • Anlam hiyerarşisi ve akışını saptamak için kompozisyon, çerçeveleme ve belirginlik analizleri yapmak,

  • Yazı malzemesinin ve hareketinin (plastisite) performans, ritüel etkinlik, güç veya kutsallık gibi anlamsal ve pragmatik değerleri nasıl somutlaştırdığını kavramak.

Her bir ‘tanılık töz’, yalnızca bir “harf” değil; tarih, anlatı ve toplumsal güç vektörünü taşıyan, görsel ve dilbilgisel kurallara göre örgütlenmiş bir anlam birimidir.

Çokmodluluk ve Boyutlar Arası Anlam

Orhun yazıtları, Türk kültürünün görsel, maddi ve bedenlenmiş boyutlarıyla (totemizm, şamanizm, anlatısel performans) birlikte ele alındığında, anlamın varsayılan olarak çokmodlu olduğunu gösterir. Ses, şekil, yön ve jest birbirine nüfuz eder; alfabeye indirgemeci süreçle bir boyutun bastırılması, sonraki tarihsel soyutlanmanın ürünüdür, özgün ilke değil.

Akademik Çeviri ve Kavramsal Sadakat: Zorluklar ve Stratejiler

Akademik Çeviri Sorunu: Çevrilmezlerden Sadakate

Tanılık töz’ gibi terimleri çevirmek ya da Orhun yazıtlarını okumaya yaklaşmak şu epistemolojik ve yöntemsel zorlukları içerir:

  • Sahte dostlar ve anlam kayması: “Substance,” “essence” veya “letter” gibi kelimeler, Batı felsefesi ve dilbiliminde farklı tarihçe ve teknik anlamlar taşır; bu, Türkçedeki özgün ontolojiyi çarpıtabilir.

  • Çevrilmezler: Barbara Cassin’in vurguladığı gibi, temel felsefi kavramlar çoğu zaman “çevrilemez” olup eşdeğerlilik yerine kavramsal haritalama ve yeni terim ağları yaratmayı gerektirir. Doğru akademik çeviri, ne kültürel özgünlüğü düzleştirmeli ne de terimleri anlaşılmaz kılmalıdır.

  • Epistemik yetkinlik: Çevirmenler ve araştırmacılar, farklı epistemolojiler, mantık sistemleri ve dünya görüşleri arasında aracılık yapma becerisi geliştirerek sorumlu bir dilsel aracılık pozisyonu korumalıdır.

Akademik Yayıncılıkta Kavramsal Sadakati Sağlama

Çeviri epistemolojisinden çıkan en iyi uygulamalar şunlardır:

  • Temel terimler için kaynak odaklı stratejileri bilinçli olarak benimsemek; şeffaf açıklamalar ve bağlamsal yerleştirme yapmak

  • Gerektiğinde yeni sözcükler (örneğin ‘tanılık töz’) oluşturmak; filolojik ve felsefi gerekçelendirme sunmak

  • Farkları netleştirmek için karşılaştırmalı tablolar, şemalar ve çokmodlu analizler kullanmak

  • Kavramsal evrimi izlemek ve anlam kaymasını önlemek için hem tarihsel hem güncel kullanımları atıfla belgelemek

  • Post-yapısalcı ve çeviri kuramcılarının uyarılarına uygun biçimde, tüm çeviri ve yorumların kısmi ve durumsal olduğunu açıkça kabul etmek

Sonuç: Yeni Bir Anlam Bilimi—Tanılık Töz’e Saygı

Tanılık töz’ün “harf” veya “grafem” yerine tanıtılması, salt bir terim yeniliği değil; Türk dil felsefesi, Orhun yazıtlarından elde edilen kanıtlar ve klasik yapısalcılığa yönelik çağdaş eleştiriden beslenen kavramsal bir devrimdir. Yazının görsel, bedenlenmiş ve ontolojik boyutunun onurunu iade etmeyi, dili keyfi bir kod yerine yaşamın projeksiyonu olarak yeniden konumlandırmayı amaçlar.

Bu mercekle okunan Orhun yazıtları, tarihsel merak nesneleri veya fonetik bulmacalar olmaktan çıkar; her ‘tanılık töz’, anlam, güç ve atalar mirasına dair yaşayan bir dünya yaratma eylemi olur. Bu bakış, Batı’nın keyfilik varsayımını sarsar ve daha zengin, çoğulcu ve gerçekçi bir dilbilim bilimi için yolu açar.

Etki alanı Türkolojinin ötesine uzanır; dilbilim, göstergebilim ve çeviri çalışmalarının temel kategorilerini yeniden gözden geçirmeye davet eder. Dünyanın dillerinin çeşitliliğini ve derinliğini gerçekten anlamak istiyorsak, tüm alfabelerin aynı metafiziği kodlamadığını kabul etmeli ve onlara ontolojik duyarlılıkla yaklaşmalıyız. Geleceğin dilbilimi çokmodlu, enaktif, fenomenolojik ve her şeyden önce ontolojik derecede duyarlı olmalıdır.

Tamga ve “Tanıklık Töz” ün Ontolojik Varlığı

Tamgaları ya da tanıklık tözlerini şekilleri ve bütünsel ilişkileri aracılığıyla yorumlama çabası, özünde ilahi ya da total bir bilgiyi arama gayretidir. (Yazar notu: Buradaki “ilahi” dini anlamla ilgili değildir.)

Bu kavram—tanıklık tözü—benim için derin anlam taşıyan özgün bir Türk terimidir. İlk kez Bilge Uzel’in Altay fonolojisi çalışmasında karşılaştım: Altay Dili Fonolojisi – Bilge Uzel

Ayrıca Franz Kafka’nın şu aforizmasını da akılda tutalım: “A bir virtüözdür; Tanrı onun tanığıdır.” Bu nokta daha sonra yeniden ele alınacak.

🔍 Göstergebilim Nedir?

Göstergebilim, işaretlerin bilimidir. Söz, görüntü, müzik veya çiçek gibi işlev gören her türlü ortamı veya sistemi inceler. Anlamın ne olduğunu değil, anlamın nasıl oluştuğunu araştırır.

Ferdinand de Saussure, işaretlerin doğasını, toplumsal etkilerini ve onları yöneten yasaları incelemeyi amaçlayarak “semioloji” terimini ortaya atmıştır.

Bir işaret şunlardan oluşur:

  • Gösteren: maddî biçim (örneğin ses, görüntü, jest)

  • Gösterilen: temsil edilen kavram veya anlam

Örnekler:

  • Somut işaretler: “Ankara,” “Uğur Mumcu,” “Ecevit,” “Boğaziçi”

  • Soyut işaretler: “kültür,” “ahlak,” “akıl,” “sevgi,” “değer”; bu durumda gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki daha dolaylılaşır

Saussure’un görüşü: “Bir dilsel işaret bir nesne ile bir adı değil, bir kavram ile bir ses-imajını bir araya getirir.” Doğal dillerde gösteren ile gösterilen arasındaki bağ toplumsal ve keyfidir. Diller, gösterenler arasında (örneğin kapı, yapı, tutacak) ve gösterilenler arasında (örneğin sığır, sürü, koyun) ayrımlar sürdürür.

Örnek:

  • Yazılı sözcük: “house”

  • Gösteren: h ve o harfleri

  • Gösterilen: “house” kavramı

Saussure’ün işareti ses-imajı ve kavram olarak ayırması biraz belirsizlik taşır. Kavramı gösterilen, ses-imajını gösteren olarak tanımlar. Birlikte işareti oluştururlar.

Resim 2 Göstergebilim.pdf ((Yüksel, s. 7))

https://www.academia.edu/33482514/G%C3%B6stergebilim_pdf

Prof. Dr. Ayşe Kıran’a göre, gösterilen (kavram) dil-dışı dünyaya, yani göndergeye karşılık gelir. Gösterge, başka bir şeyin yerine geçebilen herhangi bir nesne ya da varlıktır. Dil içinde gösterge, bir ses-imge (gösteren) ile onun temsil ettiği kavramın (gösterilen) oluşturduğu birimdir. Dil, göstergelerden oluşan bir sistemdir; sözcükler, dış dünyadaki nesnelerin yerine geçen göstergelerdir. Dilsel göstergeler keyfîdir; bir sözcük ile onun gösterdiği şey arasında doğal bir bağ yoktur, bu nedenle sözcükler değişebilir. (Kocaman, Osam, 2000:64; Yüksel, s. 8)

Yazarın notu: Okuyuculara göstergebilim alanını incelemelerini özellikle tavsiye ederim, çünkü bu çalışma temelde o alanla bağlantılıdır. Benim çalışmam bütünüyle dilsel göstergebilimle—özellikle de dilin kökeni ve doğru anlaşılmasıyla—ilgilidir.

Göstergebilimde anlamın en küçük birimi göstergedir. Kendisi olmayan ama onu çağrıştıran ve iletişimi mümkün kılan her şey bir göstergedir.” (Serdar Yılmaz, Academia.edu, s. 2)

Saussure, göstergeyi anlamın en küçük birimi olarak tanımlamıştır. Dilbilimsel açıdan bu, grafemlerin ya da harflerin göstergeler olduğu anlamına gelir. Eğer seslerin kendi başına anlam taşımadığı söyleniyorsa, o hâlde harfler aracılığıyla imgelere dönüştürülmüş oldukları sonucu çıkar. Dilbilimciler pek çok kuram öne sürmüşlerdir, ancak bu çerçeveleri bütünüyle geliştiren ve kanıtlayan bir çalışmaya henüz rastlamadım. Bana göre bu alan kavramsal olarak hâlâ düzensizdir.

Giriş

2.1 Metodoloji: Nitel Araştırma

İnsanlar, psikolojik süreçlerle iç içe geçmiş karmaşık fizyolojik sistemlere sahiptir ve başkalarıyla etkileşimleri dolayısıyla sosyolojik varlıklardır. Bu karmaşıklığı yalnızca nicel ve deneysel verilerle anlamaya çalışmak ya da tüm insanların genellenebilir ilkelere uyduğunu varsaymak sorunludur. (Merriam & Grenier, 2019, s. 2)

Duygu, düşünce ve zihinsel yapılar sürekli değişirken sosyal etkileşimlere verilen tepkiler de dinamik olduğu için, bütüncül bir yaklaşım daha uygundur.

Nitel araştırma, insan potansiyelini keşfetmek, gizli boyutları ortaya çıkarmak ve toplumsal olarak inşa edilmiş sistemlerin derinliğini incelemek için geliştirilmiş bir bilgi üretme biçimidir. (Benim bakışımda, dil bu sistemlerin en karmaşığıdır.)

Nitel çalışmalar, gözlem, görüşme, doküman incelemesi ve söylem analizi gibi tekniklerle olgulara derinlemesine içgörü kazandırmayı hedefler. Bu çalışmalar, insan algısı ve olayları doğal sosyal bağlamları içinde araştırarak disiplinlerarası ve bütüncül bir perspektif sunar. (Baltacı, s. 3)

Daha fazla bilgi için bakınız: http://eb.ted.org.tr/index.php/EB/article/download/5326/1485(pdf),

TED Education Journal – “Qualitative Research Features,” http://eb.ted.org.tr/index.php/EB/article/download/5326/1485 (pdf)

2.2 A Harfinin Kökenine Dair Mevcut Çalışmalar

Atların, öküzlerin veya keçilerin bedenleriyle A ve K grafemlerinin kökenine bağlayan birkaç spekülatif ve mantıksal temelden yoksun önerme ile Orhun yazıtlarındaki NT, ND, NY çift ünlülerine dair bazı yazılar dışında kayda değer bir çalışma bulamadım. Aşağıda bu eserleri kısaca anacağım; çoğunu mantıksal olarak eksik veya yetersiz buluyorum.

2.2.a Öküz > Alef > Alfa > A Hipotezi (!)

2.2.a.1 Marife Dergisi Makalesi

http://marife.org/tr/download/article-file/1245114

Bilimsel temelden yoksun, daha çok dini tanıtım amacı taşıyan bir yazı olarak değerlendiriyorum.

2.2.a.2 Doğan Erçetin’in Kelimelerden Tamgalara Evrenin Yaradılışı

Kelimelerden Tamgalara Evrenin Yaradılışı (Doğan Erçetin) Fiyatı, Yorumları, Satın Al – Kitapyurdu.com

Merhum Prof. Dr. V. Doğan Günay’ın yarı-otik ve akademik açıdan zayıf bulduğu bu kitap, “etimoloji, karşılaştırmalı mitoloji ve Kur’an’daki anlam yansımalarına” dayandığını savunur.

““Bu çalışmanın temelini; etimoloji, çağdaş evrenbilim ile mitolojik bilgilerin mukayesesi, yanışların manalarının, son din kitabı Kur’an-ı Kerim’deki izdüşümleri oluşturmuştur.” (Doğan Erçetin)

2..2.a.3

2.2.a.3 Tozlu Mikrofon Yazısı

https://www.tozlumikrofon.com/tag/a-harfi-kokeni

A harfi, Latin, Yunanca, İbranice ve Arapça gibi modern alfabelerdeki ilk ünlüdür. Latince’de “a,” Yunanca’da “alpha,” Arapça’da “elif,” İbranice’de “alef” olarak adlandırılır. Sümer ve Babil gibi Sami halklarında çeşitli semboller A harfini temsil ederdi; en yaygını öküzdür. Sami çivi yazısında A, öküzü simgeler.

Görsel Semboller, Keyfi Alfabeler ve Sesin Yokluğu Mantığı

Resim 3: Tozlu Mikrofon – A Harfinin Kökeni https://www.tozlumikrofon.com/tag/a-harfi-kokeni/

Fenikeliler, tüm modern alfabelerin kurucuları olarak anılır. Önceki kültürlerden devraldıkları sembolleri yeniden yorumlayarak ilk modern alfabeyi oluşturduklarında harfi “Alf” olarak adlandırdılar. Yunanlılar “Alpha,” İbraniler “Alef,” Araplar “Elif” dediler. Hem İbranileri hem Arapları etkileyen Aramiler, alfabetik sistemlerin gelişiminde kilit rol oynadı.

Yazar Notları:

  1. Sümerliler (Kenger) Sami değil, Türk kökenli bir halktır. (Bkz. Muazzez İlmiye Çığ)

  2. Doğru terim “Mezopotamya” değil, “Fırat ve Dicle havzası medeniyetleri”dir. Bu adlandırmalar, Türk varlığını silmeyi amaçlayan kasıtlı çarpıtmalar niteliğindedir. Dicle kelimesinin bile Türkçe kökenli olduğunu unutmayalım. (!) Yazıyı düzenle “Dicle ve Niagara sözcükleri için kökenbilim önerisi” ‹ Onur Bilge Durlu — WordPress

2.2.a.4

Görsel 4: [083494.pdf – Mustafa Sarıca]

İSAM Kütüphanesihttps://isamveri.org › pdfdrg ·PDF dosyası 083494.pdf – isamveri.org

Fenike kökenli Yunan alfabesi, önce Etrüsklere, ardından Romalılara aktarılmadan önce pek çok evreden geçti. İtalya’nın Poldova bölgesinde denizci bir halk olarak yaşayan Etrüskler, yapısal olarak Türkçeye benzer eklemeli bir dil konuşuyordu. Dilleri, Hint-Avrupa veya Sami aileleriyle hiçbir bağlantısı olmayan özgün bir sistemdi. Fenikeliler ve Yunanlılardan devraldıkları yazı sistemi, zamanla dünyanın en yaygın alfabesine dönüştü.”

Latin alfabesi bugün geldiği biçime rağmen piktografik izlerini atmamış, Arapça kökenli sembolik adları da korumuştur. Yunanlılarca eklenen birkaç harf dışındaki tüm harf adları Arapçadır. Alpha, Beta, Gamma okuyan bir Yunan için bu terimler yalnızca harf adıdır; özgün anlamları yoktur. Oysa Arapçada her birinin ayrıca bir anlamı vardır.

Görsel 4: [083494.pdf – Mustafa Sarıca]

🐂 Öküz Başı Hipotezi ve Mantıksal Çöküşü

Sümer kültüründe öküz başı sembolü bolluk ve verimliliği temsil ederdi. Bir piktogram olarak çok katmanlı anlamlar taşırdı. Sümer dilini bilmeyenler bile şekilden anlam çıkarabilirdi.”

Zamanla bu sembol, yazımı hızlandırmak için sadeleştirildi. Temel hatlar korunurken gereksiz ayrıntılar çıkarıldı. Yazı yüzeyine ve yönelimine bağlı olarak dik, ters veya yan yatırılmış varyantlar ortaya çıktı.

Akkadlar Sümer’i fethettiğinde aynı yazı sistemini benimsediler fakat sembolü kendi Sami dillerinde seslendirdiler. Alpu (öküz) adını verdiler; Sümerler ise ud veya gud terimini kullanıyordu. Bu durum, piktografik yazının ses kodundan bağımsız olarak zihinsel imgeler aracılığıyla anlaşılabildiğini gösterir.

Yazar Yorumu: Makalede sembolün bir ses koduna işaret etmediği, A fonemiyle bağlantısının olmadığı açıkça vurgulanıyor. Öküz başından A sesini türetmek imkânsızdır; ses, hava, toprak veya suyla etkileşim gerektiren bir hareket ve etki sürecidir.

Yaygın “Öküz başı > Alpha (Alpu, Alef, Elif)” iddiası, bence temelsiz bir efsanedir. Arkasında hiçbir fonetik mantık yoktur.

Marc-Alain Ouaknin’in seslerle anlamlar arasındaki spekülatif bağdaştırmaları ise en iyi ihtimalle eğlenceli bir oyun niteliğindedir.

Referans sese değil kavramın zihinsel imgesine yöneliktir. Akkad Alpu’su, Aramiler ve Fenikeliler arasında Elif’e evrildi. Yunanlılar daha sonra bunu Alpha olarak benimsedi.”

Yazar Görüşü: Sesin veya anlamın nasıl iletildiğine dair hiçbir bilgi mevcut değildir.

📜 Dini Anlatılar ve Dilsel Mistifikasyon

Yuhanna 1:1, Babil Kulesi hikâyesi, Yeşaya 65:17 ve 66:22 gibi dini metinler, binyıllardır dile dair kutsal öyküler içerir. Dini bilginler dili kutsal bir görev olarak ele almıştır; bu ilginç değil mi?

Görünüşe bakılırsa İbrahimî geleneklerin tanrısı, tüm din adamlarını dilbilimci olarak atamış fakat konuyu esrarengiz bir örtüyle gizlemiştir.

Marc-Alain Ouaknin’in Alfabenin Sırları (Mysteries of the Alphabet: The Origins of Writing : Ouaknin, Marc-Alain: Amazon.com.tr: Kitap) çalışmasını incelerken Yüzüncü Yıl Üniversitesi PDF’ine rastladım. Ouaknin’in bir haham olması şaşırtıcı değil; anlaşılan İbrahimi soyun ‘Tanrı’sı (!) ruhban sınıfını göstergebilimci olarak görevlendirmiştir. (Yazarın notu: Tañrı sözcüğü yanlış kullanımdır, burada Rab, Got ve diğerleri kullanılmalı!)

A Harfinin Sözde Kökeni: Öküz Başı Sembolizmi ve Analojinin Sınırları

Görüntü 5 http://kitapvekelimeler.blogspot.com/2013/04/harflerin-buyusu.html

A harfi—Alpha, Aleph, Elif olarak da bilinir—sıklıkla bir öküz başı formuyla ilişkilendirilir. Harf ters çevrildiğinde bu terimlerin görsel kökenini açığa çıkardığı iddia edilir. Peki gerçekten öyle mi?

Alef, “öküz” veya “boğa” anlamına gelir. Kökeni kesin olmasa da Antik Mısır, İbraniler, Fenikeliler ve Yunanlılar bu terimi kendi dillerinde kullanmıştır. Fenike alfabesindeki sembol, Etrüsk ve Yunan uyarlamaları yoluyla bugün kullandığımız şekle evrilmiştir.

Küçük “a” harfine bakın—bazıları bunun yatay bir öküz başını andırdığını ileri sürer.

Kesin köken belirsiz kalsa da Sümer dilindeki ipuçları şunlardır:

  • Erken Sümer metinlerinde (MÖ 2500–2000) öküz sözcüğü GUD olarak geçer.

  • Yaklaşık MÖ 1500 döneminde ise ALPU biçiminde görülür.

Alpu

Not: Güney Yenisey yazıtlarında bile gördüğümüz A tanılık tözünün ardında Orhun abecesindeki kalın T ((a)T) ideogramındaki bilgi bulunmaktadır, köken bu ideogramdır ve bu ideogramın şeklinin Alpu ile bağlantısı yorumbilim açısından sorgulanmak zorundadır. Görüşüme göre sıradan ya da anlamsız bir benzerlikten çok daha önemli bağlantılar olduğu açıktır!

Bu değişim, komşu kültürlerden gelen dilsel ödünçlemeleri yansıtıyor olabilir.

Sümerlilerin kesin olarak Türk olduğunu söyleyemesek de pek çok araştırmacı Sümer dilleri ile Türk dilleri arasında kültürel yakınlık olduğunu kabul eder. Türkçe “alp” (kahraman, savaşçı) ile Sümer “Alpu” arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Bu bağ ne zorlama ne de tutarsızdır. Gılgamış Destanı gibi antik metinlerde öküz, aslan, koç veya boğa gibi güç, dayanıklılık ve kahramanlık simgesi olarak tutarlı biçimde öne çıkar.

Tarım toplumlarında öküz, evcilleştirilen ilk hayvanlardan biriydi; güç ve yaşam kaynağı olarak vazgeçilmezdi.

Yazarın Sorusu:

Bu geçişler—öküz başı imgelerinden Sümer Alpu’ya kadar—mantıklı veya doğal mı görünüyor? Benim görüşüm: Hayır.

🐎 A Harfini Atla İlişkilendiren Alternatif Teoriler

2.2.b.1 Linguistics and Philosophy (6): Understanding Language – Haluk Berkmen

Dil ve Düşünbilim (6) (Dili Anlamak)” ‹ Onur Bilge Durlu — WordPress

https://onurbilgedurlu.com/wp-admin/post.php?post=3534&action=edit

Bakınız, http://www.halukberkmen.net/pdf/156.pd

Bu çalışma değerli olmakla birlikte hâlâ Sami akıl yürütmesini yansıtıyor. A harfinin kökeninin bu şekilde açıklanabileceği fikrine katılmıyorum. A harfi atla ilgili, ancak bu biçimde değil.

Ne yazık ki, Türkoloji uzmanı olarak etiketlenen pek çok akademisyenin Sami modellerin ötesinde önerisi yok. Haluk Berkmen’in katkısı bu nedenle dikkat çekici.

3. Çözüme Doğru

3.1 Hazırlık Notları

Bu bölüm, konuyla ilgili önceki çalışmalardan seçilmiş alıntıları içerecek. Temel kavramsal çerçeveyi destekleyecek veriler ve içgörüler sunacak.

3.1.1 Thurdholm Güneş Arabası

Dil ve Düşünbilim (6) (Dili Anlamak)” ‹ Onur Bilge Durlu — WordPres

(Bu referans, sonraki bölümde genişletilecektir.)

3.1.2 Orhun “A”sı veya Kalın “T” ile Sami Alpu

Görsel 6: Yazarın Açıklayıcı Şeması İncelenen grafem, 45 derece döndürülmüş kare/diamanta benzer. Alt kısmı “A” harfini, üst kısmı “T” harfini oluşturur. Ortadaki sarı çerçeveli alandaki iki kırmızı çizgi, atın arka bacaklarını ve itme eylemini gösterir; üst çizgiler ise ön bacakları ve çekme eylemini simgeler. Birlikte “A” harfini oluştururlar.

Bu kavramsal mantığa göre atalarımız Orhun “A”sını üç öğeyi birleştirerek inşa etmiş olabilir:

  • İtme hareketi

  • Dünyanın yüzeyini temsil eden dikey çizgi

  • Çekme eylemini gösteren ters yönlü çizgi

Yukarıdaki kahverengi dikey çizgi, dünyanın yüzeyini; üstündeki siyah çizgiler ise atın dik duruşlu bacaklarını simgeler. Bunlar birleşerek “T” (yaz grafemini oluşturur.

🧩 Atın Dilsel Matris Olarak İşlevi

At, benim dil tanımımda yer alan dört değişkeni birden somutlaştıran canlı bir varlıktır:

  • Şekil

  • Hareket

  • Yön

  • Ses

Dil, bu değişkenlerin bileşkesinden oluşan bir işlevdir. Toprak ve gökyüzü gibi mekânsal boyut, “T” grafemiyle temsil edilir.

Atalarımdan ve annemden gelen kusursuz Türkçemiz yaşasın!

🖼️ Görsel Kanıt ve İdeografik İçgörü

Sağdaki Alpu örneği, aynı kavramsal temelden türetilmiş görsel bir kanıttır. Güdül’ün Salihler köyünde, atın kalın “T” ve “A” olarak çift işlev gören ideogramik bir örneği mevcuttur. Bu yapının Alpu ile aynı bilgi tabanını paylaştığını reddetmek, bence entelektüel körlüktür.

3.1.3 Huun Huzur Tu Kongurei: Atların Hareketi ve Kalın “T”nin Mekânsal Mantığı

Bu kavramı netleştirmek için bir video ve görsel materyaller ekleyeceğim. Son gösterim, “A” ve “T” seslerinin (akıl temsili), anlam oluşum sürecinin (göstergebilim) ve anlamın şekle dönüşümünün (hermeneutik ya da bütünsel bilgi) kökenini aydınlatacak.

🎥 Videoyu izleyin: Kongurei – Ülkem nerede

🌍 Kalın “T”: Toprak, Gökyüzü ve Hareketin Diferansiyel Sembolü

3.1.3 Yirminci Saniyeye Odaklanma

Videonun 20. saniyesinde ufku—yani dünyanın sınırını—görürüz. Bu çizginin ötesi gökyüzüdür. Gökyüzü, üretken ilişkisiyle Türklerin atalar adı “Kök”ü çağrıştırır. Orhun yazısında bu, ‘ ) ’ grafemiyle gösterilen (a)N sesidir.

Döne döne uçan turnayı görüyor muyuz? Şimdi kalın “T”yi türetelim. Sağdan sola, sonra yukarıdan aşağıya bakın. Kendinizi dünyadan—boşlukta, gökyüzünde—hayal edin. Sağdan sola baktığınızda önce dünyayı, yukarıdan aşağı baktığınızda yine dünyayı görüyorsunuz.

Şimdi gördüğümüzü çizelim. Dünyanın yüzeyi küresel, yuvarlaktır. İşte bu, kalın “T”nin temelidir.

20. saniyeye odaklanınız! Yerin sınırlarını ya da ufuk çizgisini görüyoruz! Çizginin dışı ya da üstü gök değil mi? Dahası göğü simgeleyen (türetik ilişki) Türklerin kök adı (‘Tur’ lar, ‘Turan’ lılar) dır değil mi? Göklerde yani (a) N ‘ ) ‘ da yaşayan; “turlayan Turnayı görüyor muyuz? Turna, Gök ve Tur (Türk) kavramları arasında türetilme ve türetik (diferansiyel) ilişki bulunmaktadır özetle! Şimdi kalın T’yi buradan türeteceğiz! Sağdan sola ardından yukarıdan aşağı gözleyip düşüneceğiz. Kendinizi yerin dışında düşününüz! Boşluktasınız, göktesiniz. Sağdan sola bakınca önce yeri görürsünüz! Şimdi yukarıdan aşağı bakalım. Yine yeri değil mi? Şimdi gördüğümüzü çizeceğiz. Yerin yüzeyi küremsidir, toparlaktır değil mi?

Görsel 7: Görsel Açılım

Şekilleri soldan sağa yorumlayalım.

  • Siyah dairenin içi yeri; dışı göğü temsil eder.

  • Orhun alfabesinde gök, (a)N sesiyle “ ) ” grafemiyle gösterilir. (Dik çizgi ile gösterilmekte!)

  • Yeryüzü yarım daire olarak görünür; bunu yükselen ve alçalan kırık çizgilerle görselleştiriyoruz.

Türk tamgaları soyut, doğrusal işaretlerdir. Yere hacim ve boyut kazandırmak için göğü simgeleyen bir dikey çizgi ekleriz. Bu bileşim, kalın “T” grafemini oluşturur.

Atların ileri hareketi, bu “T” ile temsil edilen yüzeyde gerçekleşir. Ayakları yere vurduğunda “T” (a) sesini işitiriz.

🎥 Video Kaynağı: https://youtu.be/fP2EXqx15J4

Not: Bu videoda harflerin (seslerin dolayısıyla) göstergebilim değerleri tartışılmakta!

🧠 Anlam ve Madde Kalın “T” ve sesi net bir anlam taşır. Yaşam yeryüzünde—dil dışı dünyanın göndergesinde—açılır. Anlam T’de, toprakta doğar. Bu yüzden tamga (tanımga > tamga), tanıklık tözü adını alır.

İnce “T” ise sol ayağı simgeler. (ayrı bir çalışmada ve canlandırma videosunda yeniden ele alınacak!)

Bu çözümden sonra H. Namık Orkun’un tablosundakiler açıklığa kavuşmuş olacak görüşüme göre!

Görüntü 8

(2) Eski Türk Yazıtları – Hüseyin Namık ORKUN | Rumeysa DÖNMEZ – Academia.edu ,s. 17 deki şekillerin (Orhun 3, Yenisey sütunu) üstlerinin yeri, aradaki boşluğun göğü, altının ise devinimi simgelediğini düşünmeliyiz.

) ‘ şeklindeki (a)N sesini karşılayan tanılık tözümüzün altının yeri, üstünün güneşi simgelediğini ve bu bilgiden başta Latin (!) olmak üzere Kiril ve diğerlerinin aşırıldığını görebiliriz! Konuyu dağıtmamak için karşılaştırmaları eklemiyorum şimdilik! Gök yer ile Güneş arasındaki boşluktur.

Göğü ancak Güneş olduğunda görürüz!

Görüntü 9 (Yazarın çizimi)

Orhun kalın N karşılığı (a)N ( ‘)’ ) Latin (!) N Kiril N

Şimdi son bir aşamayı ekleyerek ‘AT’ kavram yazısını (ideogram) açıklamış olacağız. Ne yapmalıyız_ Atların devinimini ekleyeceğiz bu kez. Ses için devinim zorunlu. Ayrıca devinim yaşamın göstergesidir değil mi?

Görüntü 10 (Yazarın çizimi)

3.1.2 Orhun (a) T ya da kalın ‘T’ den A

Atlara sağdan sola ardından yukarıdan aşağı bakıp gözlemlediğimizde önce atların arka ayaklarının ve sağrısının aşağı doğru (yere) alçaldığını ve atların gövdelerini ittiğini (yön aşağı); ardından ön ayakları yere çarpıp ‘T’ (a) sesinden sonra çektiklerini (yön yukarı) görürüz.

Not: Hiç bir abece için kaya resimleri > kavram yazı > tanılık töz >yazaç aşamalarını ve bu biçimde açıklamaları görmemekteyiz. Ne Muhyiddin İbnü’l Arabi’de ne de diğerlerinde!

Yeniden vurgulayalım mı?

Not: Hiç bir abece için kaya resimleri > kavram yazı > tanılık töz >yazaç aşamalarını ve bu biçimde açıklamaları görmemekteyiz. Ne Muhyiddin İbnü’l Arabi’de ne de diğerlerinde!  

3.1.2 Orhun (a) T ya da kalın ‘T’ T damgası aslında bir kavram yazıdır (ideogram)! Tek sesli damga değildir. Kaldı ki “K” damgamızın, NG, NT, NY ve diğerlerinin de atalarımızca birden fazla değişken kullanarak kurgulandığı görülmektedir. Onları hepsi anlamlı ideogramdır. En başta nazal ‘ Ñ ‘ (!) diye bilinen ‘NG’ buna açık örnektir ve N gök, G güneştir!

3.1.4 Tonyukuk'(!) sözcüğünün anlambilim, yorum bilimi çözümü

Görüntü 11

https://onurbilgedurlu.com/wp-admin/post.php?post=3421&action=edit

Bu dizgedeki ilk damgadaki (a) yok ve “T” olarak değerlendirilmiş; sonraki “U” ile birlikte çözüm “Tunyokuk” biçiminde önerilmişti. Çünkü bunun bir nedeni daha var: “sağdan sola düşündüğümüzde çift sesli anlamlı ideogramın T bölümüne ulaşılır, ardından yukarıdan aşağı düşünüldüğünde ise A görülmez. Ek olarak solda “U” damgamız var!”

3.1.5 Sülyek Karayüz (E 38) kayası altı

Görüntü 12

SÜLYEKKARAYÜS YAZITI E39 (1) DİZGESİNİN ÇÖZÜMÜ – dilin-gizemi.net

Sarı çizgiyle çevrili alandaki ideogram “apıp” olarak, soldaki iki kırmızılı alandaki iki damga “Puur” olarak önerilmişti. Öyle görülüyor ki atalarımız Mengü Kün Hünneş Çıl (yılı) dedikleri bu özel günde ( ulu gün, kızıl gün, bahar bayramı …), günümüzdeki deve güreşi diye bildiğimiz etkinlikte bulunmaktadırlar. Şimdi bu ilk damgayı anlaşılamamasını olanaksız kılmak için yeniden açalım!

Görüntü 13

3-1.1 Görsel 1 (apıp sözcüğünün irdelenmesi için çizilmiştir!)

Görüldüğü gibi iki “P” damgası “A” damgasının alt ve üst uçları arasına yerleştirilmiş! Apış Türkçede iki bacağımızın arası değil midir? O halde eğer atalarımız bu damgaları ne yaptıklarını bilerek kazımışlarsa (öyle olmalıdır, dili onlar bizden iyi biliyorlar o çağda), biz torunlar da embesil değilsek, “A” damgası bacağımızla, ayağımızla ilgili olmalıdır! Kişi de tıpkı AT’ta olduğu gibi önce (genellikle) sağ ayağıyla bedenini öne iter, sora diğer ayağıyla çeker değil mi? Değil mi? Umarız çözüm için yeterli destek bilgi aktarıldı!

Not: Develerin (Puur) altındaki 8 tanılık töz için çözüm denemesi bile bulunmamaktadır. Bu dizgeyi ele alan uzunca bir araştırma makalesi bloğuma eklenecek. P ile bütün ayrıntılar kökenden yorumbilime kadar açıklanarak Batı dilleriyle ilintisine de değinilecek! ,k, P tanılık tözü arası için Türkçedeki A > I daralmasını öngördüm, ama bunun nedenini siz değerli okurlarıma anlatmak için yine onlarca sayfa yazmam gerekiyor. Yazsam bile yine anlamakta güçlük çekeceksiniz; çünkü kabaca 3000 yıllık gerçekle ilgisiz bilgi(!)ler yerleşik ve anlamanıza büyük oranda engel bu durum! Üzgünüm, bu benim yarattığım bir durum değil!            

3.1.6 Güdül Salihler At’ı

Görüntü 15

Somuncuoğlu Servet, 2012, Damgaların Göçü – Kurgan – Ankara Güdül Kaya Resimleri, İstanbul: Fabrika Basım.

3-2 Çözüm

3-2.1 Çözüm İçin Kuramsal Çerçeve

Dilin kökenlerini anlamak, kaya yazıtlarını çözümlemek ve grafemlerin köklerini ile anlamlarını yorumlamak zordur—özellikle antik olmaları ve bilginin çoğunun kaybolmuş veya kasıtlı olarak gizlenmiş olması nedeniyle. Türkoloji bağlamında kaynaklar sıkça bastırılmış veya çarpıtılmıştır.

Bu yüzden metodoloji büyük ölçüde nitel araştırmaya dayanmalıdır. Benim seçtiğim yöntem budur. Yol gösterici ilkem, her konuyu hiçbir şey bilmiyormuş gibi asgari varsayımla ele almak ve hermeneutik yaklaşımda olduğu gibi “her şeyin birbirine bağlı” olduğunu kabul ederek düşünceye sınır koymamaktır.

🧩 Dil Oluşumunun Diferansiyel Mantığı

Dilin oluşumu, analoji aşamasının ötesinde, diferansiyel dönüşüm yoluyla ilerler. At veya öküzden türetilen grafemler doğrudan nesnenin yansıması değil; anlam ile sembol arasında üretken (diferansiyel) bir ilişki vardır. Başlangıçtaki kavram, ardışık dönüşümler geçirdikten sonra grafeme dönüşür. Grafemden imgeye, oradan foneme ve sözcüğe—böylece dilsel köken oluşur. Bu dönüşümleri doğru analiz ederek dili gerçekten anlayabiliriz.,

Yazarın notu: Tansuk’ a özellikle sordum; dille ilgili anlatıların hiç birisinde ‘diferansiyel’ sözcüğü kullanılmamış!

🔢 Dilsel Yapılandırmanın Birincil Değişkenleri

Dil inşasında göz önünde bulundurulması gereken temel değişkenler:

  • İnsan bilişi (bağımsız değişken)

  • Zaman

  • Çevre

  • Yön

  • Hareket

  • Şekiller

  • Sesler

Bunlardan türetilen ikincil ve üçüncül değişkenler de dilsel yapıda dikkate alınmalıdır. Bu diferansiyel denklemi çözmek, dili doğru kavramanın anahtarıdır.

Diferansiyel Denklemler ve Dilin Ontolojik Yapısı

Matematikte diferansiyel denklem, bir veya daha fazla fonksiyon ile bunların türevleri arasındaki ilişkiyi ifade eden eşitliktir. Fizik, kimya, mühendislik, biyoloji ve ekonomide olguları modellemek için yaygın olarak kullanılır. Bu modellerde fonksiyonlar genellikle fiziksel veya niceliksel değerleri, türevleri ise değişim hızlarını temsil eder. (Kaynak: Vikipedi – Diferansiyel Denklem)

3-2.2 Temel Argümanlar ve İçgörüler

Felsefe ve dilbilim perspektiflerinden “A” grafeminin kökenini, anlamını ve yorumunu incelerken sunulan içgörüler temel dayanak olarak hizmet eder. Dil genelde sosyal bilimlerin konusu olarak görülse de, benim savım dilin pozitif bilimlerle organik bir bağlantı kurduğu ve büyük ölçüde onların ilke ile sonuçlarını yansıttığı yönündedir. Bu nedenle Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin şu vurgusuna katılıyorum:

Sonuçlar, nedenlerin zorunlu ve doğal sonucudur.”

Görevimiz ise aklımızın (zekâmızın) sınırlarını genişletmek ve bu yanlış anlaşılan bilgiyi gizemden bilinene dönüştürmektir.

3-2.3 Analitik Çözümleme

Sonuç olarak amacımız, gözümüzün önünde durmasına rağmen görülmeyeni görünür kılmaktır. Aşağıdaki soyut diyagram tüm ayrıntıları bir arada açığa çıkarır:

Görüntü 16

  • Sol: Kongurei videosundan ilhamla dünyanın (toprak, kaya, zemin) soyut tasviri ve evcilleştirilmiş Türk atlarının ileri hareketi

  • Ortada: Orhun “A” tanılık tözü (grafemi)

  • Sağ üst: Latin “T”

  • Sağ alt: Latin (!) “A”

Küçük kahverengi daireler, atın ön ve arka ayaklarının zemine temas noktalarını gösterir. Anlam ve dil, dünya, gök ve yaşam veren güneş tarafından tanımlanan bir sistem içinde ortaya çıkar.

Yazılı dilde soyut şekiller—grafemler, işaretler, tamgalar, tanıklık tözleri—başından itibaren hem anlamsal hem de fonetik bilgiyi taşımak zorundadır. Aksi takdirde dil anlam üretme ve iletişim işlevini yerine getiremez.

Bu, kaybettiğimiz ya da kasıtlı olarak gizlenen atalarımızın Türk bilgeliğidir.

(Güncelleme: Yenilenen Soyut Diyagram 17 yukarıdaki bölüme eklenmiştir.)

Hareket, Boyut ve Yazılı Dilde Sesin Ontolojik Kökeni

Bu diyagramda dil teorimde tanımladığım değişkenleri net göremiyoruz. Hareket, boyutlar ve yön değişkenleri soyutlanmış; “T” ve “A” seslerini artık kavrayamıyoruz. Oysa yazılı dil, bu unsurlar kavranıp inşa edilerek oluşturulmalıdır.

Buradan, iki değişkenli bir denklemden bir değişkeni izole eder gibi—ya da “AT” ideogramından “A”yı net ve keskin bir şekilde çıkarır gibi ilerliyorum.

🖼️ Görsel 18: Görsel Referans

Önceki diyagramda (3-1.2), atın arka kısmı “A” tanılık tözüyle ilişkilendirilmiş ve çember içine “A2” olarak işaretlenmişti. Aynı çalışma, bu tanılık tözün hareketle bağlantısına vurgu yapıyordu.

Haluk Berkmen’in Linguistics and Philosophy (6): Understanding Language adlı eserinde “A”nın atın başından türediği ileri sürülüyor. Sami ve Batı geleneği ise öküz başını köken olarak gösterir.

Benim görüşüme göre bu öneriler tamamıyla hatalıdır, çünkü hareketi bütünüyle göz ardı ederler. Hayvan başlarından köken çıkarmaya çalışmak—statik ve cansız bir ön kabul—yanlıştır.

🔊 Sesin Hareketten Üretilmesi

Yazıtlarda temsil edilen sesler yalnızca hareket yoluyla ortaya çıkar. Ses, farklı bedenlerin katı, sıvı, gaz ya da hava gibi ortamlara çarpışmasıyla doğar. Özellikle hava, dilsel sesin iletildiği ortamdır. Hareket yoluyla nasıl anlam ve ses üretildiği kavranmadan dilin doğası çözülemez.

🖼️ Görsel 17

🐎 “A”nın İdeogramatik Kökeni ve Hareketin Görsel Analizi

🖼️ Görsel 18: Türkçe “A” ile Latin “A” Arasındaki İlişki

Yazar tarafından çizilen bu diyagram, orijinal Türkçe “A” tanılık tözü ile Latin alfabesindeki “A” grafemi arasındaki yapısal ve kavramsal bağı gösterir.

Türkçe “A”dan Latin (!) “A”ya: Oyunbaz Ama Kesin Bir Çözüm

Hareketi gözlemlemek için videoya bakın: 🎥 Hun Huur Tuu – Kongureihttps://youtu.be/Bkc70BXDBec

Orhun yazıtlarında okuma yönü ve düşünce akışı önce soldan sağa, sonra yukarıdan aşağıya şeklindedir. Bu düzenleniş, önceki çalışmalarda gerekçeleriyle açıklanmıştır.

🔁 Yönsel Ayrıntı

  • 1→2 çizgisi: Bu çizgi sola ve aşağıya doğru hareket eder. At ileri hareket ederken arka kısmı biraz alçalır—geri doğru uzanır. Ancak bundan sonra gerçek ilerleyiş başlar. Bu aşama ilk aşamadır.

  • Açık kahverengi 2→3 çizgisi: Hem 1→2 hem de 3→4 çizgilerini birbirine bağlar. Neyi simgeliyor olabilir? Küçük “t” grafemindeki yatay çizgi, el yazılarında ve Güdül kaya yazıtlarındaki “Ş” grafeminde yere temas yüzeyini işaret etmişti. Atın ön ve arka ayakları aynı zemine temas eder; bu çizgi zemini, yani yüzeyi sembolize eder.

  • 3→4 çizgisi: 1→2 çizgisiyle ters yönde hareket eder; itme değil, çekme eylemini gösterir.

🔊 Ses ve Anlam

Bu dizilim aracılığıyla “A” grafemini tüm boyutlarıyla ve eşlik eden “T(a)” sesiyle açıklıyoruz. Bu yorum, dil tanımımı doğrular ve kuramsal modelimin temel iddialarını destekler.

🧩 Karşılaştırmalı Yansıma

Artık ısındığımıza göre, 2-1.1 ve 2-1.2 bölümlerindeki eğlenceli görselleri yeniden ele alalım. Onları analizimizle karşılaştırarak Türkçe “A” tamgasının Latin (!) versiyonuna nasıl uyarlandığını görebiliriz.

😏 Biraz Oyun Koyalım mı?

🖼️ Görsel 19

Görsel 19: Yazarın Son Düzeni Bu son görsel aracılığıyla çözümümüzü tamamlıyor ve Latin (!) “A” grafemine geçişi işaret ediyoruz.

*Az yaramazlık yapalım mı?

Görüntü 20

https://www.google.com.tr/search?sca_esv=2cbf6346fec0b2c2&sxsrf=ADLYWILK8LsWhIBjzzJ4K2MN1wLpFpvO6g:1734136068310&q=arap+alfabesi&udm=2&fbs=AEQ

Sağ üstteki Arapların alf (elif) yani A’ları! Açık görmeniz için şekli Paint ile yazacağım. Yanında ise Orhun A olacak!

🖼️ Görsel 20 & Görsel 21: Yazarın İllüstrasyonları

Alfabenin Evrimi Harf “A”nın Kökeni: Hareket, Anlam ve İlahi Geometri

Alfabenin Evrimi

Önemli not: Bu düzenlediğim canlandırma şeklinde Orhun ya da Yenisey yazıtlarındaki A tanılık tözünün öz bilgisi Latin ve Semitik abecelerde ayrı çizimlerle değiştirilerek Türk bilgisi gizlenmeye çalışılmış; görüşüm bu.

Bakü ağzıyla derler ki: “Her şey balkabağı kadar aşikâr”—başka bir deyişle, apaçık; kabak gibi ortada. (ka←b→ak ) Çalışmanın özlü bulgusu şudur: “A” yazacı Türkçe “A” tanılık tözünden türetilmiştir, kaynak olarak alınmıştır ya da aşırılmıştır demeli çekinmeden!

Bu bağlantılar yalnızca Arapçada değil, Arapçayı büyük ölçüde etkileyen eski Aramice alfabede de belirgindir. “T” grafemleri arasındaki ilişki özellikle açıktır. Arabi’nin de vurguladığı gibi Te > Ta dönüşümü ve anlam oluşumu bu görsel mantıkta şeffaftır. Bu ayrıntıları gelecekteki çalışmalarımda daha derinlemesine inceleyeceğim.

Orhun yazısındaki ince “T” tanılık tözü, örneğin Sülyek Karayüz yazıtı E38’de karşımıza çıkar.

İlahi Bilgelik Yoksa Bambaşka Bir Şey?

Bu, İbrahimi geleneğin tanrısının ve diğer yaratıcıların iddia ettiği hikmet (bilgelik) olabilir mi? Yoksa bambaşka bir şey mi?

🔁 Yönsel Mantık ve Hareket

Görsel analizimizde ilk iki şekil soldan sağa çözülür. Ancak bilişsel yönümüz sağdan sola, sonra yukarıdan aşağıya ilerler. Latin (!) geçişi soldan sağa doğru seyreder ve zemin çizgisi atın bacak hareket vektörleri arasına yerleştirilir.

  • 3→4 çizgisi: itme (yükseliş)

  • 1→2 çizgisi: çekme (alçalma)

🅰️ “A”nın Kökeni ve Anlamı

Bence—ve umarım—yeni Türk alfabesindeki ilk yazaç “A”nın kökeni, anlamı ve yorumu artık dilbilimsel olarak anlaşılmıştır. Ayrıca bu tanılık tözü ilk bulan aklın Türk olduğu da açıkça görülmektedir.

Bir kez daha özetleyelim:

  • A” yazacı, atalarım için çok önemli canlı olan At’ ın hareketinden türetilmiştir; kesik öküz veya at başlarından değil.

  • Yaşam hareket olduğuna göre “A” yazacı bu iki kavramla ilişkili sözcüklerde yer almak zorundadır.

Linguistics and Philosophy 6’da şu öneride bulunmuştuk:

  • Büyük “A” = atın ileri hareketi

  • Küçük “a” = bu hareketin gerçekleştiği organ, yani ayağın zemine bıraktığı daire izinin sembolü

Bildiğiniz gibi dildeki en temel değişkenlerden biri sestir. Ses, iki cismin—bu örnekte atın ayak (ayak←kaya) ları ile yerin—çarpmayla oluşur. Türkçe kusursuz bir matematik dilidir.

🧬 3-2.4 Kanıt: Yeni Türklerin Anlamlı İdeogramı

Önceki çalışmamda (Linguistics and Philosophy 6), Tanrı kelimesinin kökenini arkeolojik bulgularla analiz etmiştim. “A” ve “T” grafemlerinin atın dil oluşumundaki dolaylı rolü ve Tanrı–söz ilişkisi kutsal metin alıntılarıyla desteklenmişti. Şimdi bu bağı yeni kanıtlarla yineleyelim.

📜 Yuhanna 1

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrıydı. O’nun aracılığıyla her şey var edildi; var edilmiş olan hiçbir şey O’nsuz yaratılmadı. O’nun içinde yaşam vardı ve bu yaşam bütün insanlığın ışığıydı. Işık karanlıkta parlar, ama karanlık onu alt edemedi.”

🪨 “Tanrı”nın Kökenine Yeni Bir Dilsel İpucu: Güdül Kaya Yazıtları

Türkologlar uzun süre Tanrı kelimesinin etimolojisiyle ilgili dilsel veri olmadığını savundu. İşte bu kez Türkiye içinden gelen son derece somut bir kanıt.

Görüntü 22

Temel Hatırlatmalar

  • Dil tanımım

  • Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin ilkesi: “Sonuçlar, nedenlerin zorunlu ve doğal sonucudur.”

Buna dayanarak dilin kökeni ve oluşumuna dair ileriye dönük içgörüler sunmayı amaçlıyorum.

🧠 Dil ve İletişim

Dil, iletişim ihtiyacımızdan doğdu—bu doğru. Ancak gelişkin dil olmasa da iletişim hâlâ mümkündür; sınırlı da olsa duygu ve bilgi aktarır. İletişim, bilgi ve duygunun iletimi değil midir?

Bu görselde bir insan ve bir at tanırız, fakat ses ve hareket yoktur. Ses ve hareket eksikliği, aktarılmak istenen anlamı sınırlandırır. Oysa tanımım çerçevesinde doğru inşa edilmiş bir dil, bu işlevi eksiksiz yerine getirir. Yaşamın ve evrimin getirdiği bu sınırlamalar, konuşmalı (sesli, sözlü) ve ardından yazılı dilin ortaya çıkmasını zorunlu kılmıştır. Bu benim kişisel görüşümdür.

Nedensel Mantık İlkesi

Soncullar, öncüllerinin zorunlu ve doğal sonucudur.” —Prof. Dr. Niyazi Kahveci Bu ilkeye uygun biçimde her şeyi anlamaya ve sorgulamaya çalışıyorum.

📚 Dilbilim Araştırmalarının Durumu

Elbette bu konuda pek çok görüş var ve henüz hepsini derinlemesine incelemedim. Kapsamlı akademik derlemelere göre, dilin kökeni sorunu gerçekten çözen bir çalışma yok. Çoğu görüş öneride bulunuyor ancak çözüm veya kanıt sunmuyor. Gözlemlediklerim bunlar. Dilin kökeni üzerine yazmayı planladığım kitapta bu çalışmaları yeniden inceleyecek ve bulgularımı entegre edeceğim.

🖋️ Görsel Açıklama

İlgili görseli daha anlaşılır kılmak için Paint ile düzenledim. Atalarımızın iletişim çabasıyla kazıdığına inandığım damgaları sarı çizgi ve dikdörtgenlerle vurguladım.

Somuncuoğlu Servet, 2012, Damgaların Göçü – Kurgan – Ankara Güdül Kaya Resimleri, İstanbul: Fabrika Basım.

Görsel 23: “Tanrı”nın Görsel-Fonetik Ayrıştırması ve Türk Yazısının İdeogrammatik Kökenleri Bu görsel Servet Somuncuoğlu’nun çalışmalarından alınmış ve yazar tarafından düzenlenmiştir. Şimdi gördüklerimizi yorumlayalım.

Daha önce 3-1.1 bölümünde belirttiğimiz gibi:

  • Görselin sol alt köşesinde iki mavi elmas biçimli alan görüyoruz. Bana göre bunlar “A” grafemini temsil ediyor.

Bu durum, at sembolünün aslında bir ideogram olduğunu gösteriyor.

🔠 Dikey Sıralama: T → A → N → Ğ → R Alttan üste doğru:

  • En altta “T”

  • Üstünde “A”

  • Dikey sarı bir “N”

  • Ardından “Ğ”

  • Ve en üstte “R” (ı)

Görselin sağ tarafında ters sırayla “Tañrı” sözcüğünün kazındığını düşünüyorum.

🅰️ Latin (!) Benimsemesi ve Ters “T”

Sağda, Latin (!) “T” ile ters çevrilmiş biçimine benzeyen altı grafem yer alıyor. Bu sembolün buradan ödünç alındığına inanıyorum.

  • Ters “T”nin yatay çizgisi yeryüzü yüzeyini temsil eder

  • Üstündeki dikey çizgi yönü, yani göğü sembolize eder

Sağdan sola bakıldığında yüzey çizgi olarak görünür. Dikey vuruş üç boyutlu hacim katar. Böylece “T”nin gök olduğu yorumu geçerlidir.

🔆 Sözcüksel Bağlantılar ve Güneş Geometrisi

Türkçede teg, tek, tik gibi sözcükler bu yapıyla bağlantılıdır. Eğer “K” harfini güneş olarak anlarsak bu sözcükler “bir” anlamı kazanır. Teg, yeryüzünden göğe bakınca gördüğümüz güneştir. Bu durum doğrudan “Tanrı” sözcüğüyle bağ kurar. Mısır piramitlerinin mantığının da benzer olduğunu düşünüyorum: güneşe adanmış yapılar. Eşkenar üçgen prizmanın taban ağırlık merkezinden tepe noktasına çizilen dik çizgi, güneşi işaret eder.

🗿 Göbeklitepe ve Turna Sembolü

Göbeklitepe’deki büyük “T” biçimli taş sütunlar da “Tanrı” kavramıyla ilişkilidir. Göğün simgesi olarak atalarımızın göklerde yaşadığına inandığı turna burada betimlenmiştir. Gökü doğrudan tasvir edemedikleri için—video veya yazı olmadığı için—gökle ayrılmaz canlı bir varlık seçmişlerdir. Bu canlı turnadır. Benzer kavramsal amaçla İngiltere’deki Stonehenge’in dev taşlarının da inşa edilmiş olabileceğini düşünüyorum.

🐎 At, Binici ve Güneşsel Damgalar

Atın ve binicinin başında iki eğik çizgi görüyoruz. Bunları bana göre “Ğ” harfi olarak yorumluyorum. Çizgiler zaten eğik. Üstlerinde ise güneşi simgeleyen “R” (ı) olarak yorumladığım kıvrımlı çizgiler var. Bu işareti gelecekteki çalışmamda yeniden ele alacağım, ancak güneş bağlantısını açıklamıştık.

🔍 Gizli “A” ve “r” Damgaları

  • Atın boynunun altında ve üstünde üç ayrı “A” biçimli damga görüyorum. Bu açıkça ‘A’ dır!

Sonuç: Dil, Hareket ve İlahi Tanıklık

Samimiyetle umarım bu görsel ve analitik çalışma sayesinde Tanrı kelimesinin kökeni, anlamı ve yorumu netleşmiştir. Beraberce atalarımızın dili ve grafemleri nasıl yarattıklarına—yaratıcılık ve titizlikle—tanıklık ettik. Hiç şüphem yok: Dili ve sembolik sistemleri ilk geliştiren halk atalarımız, Türklerdi.

🅰️ “A bir virtüözdür; Tanrı onun tanığıdır.” Bu aforizma girişte alıntılanmıştı: “A is a virtuoso; God is its witness.” —Franz Kafka, Aforizmalar, çeviren Osman Çakmakçı Kafka’nın tam olarak ne düşündüğünü bilemeyiz; her yorum spekülatiftir. Belki “A”nın dilin ilk bilinçli fonemi olduğu fikrine işaret ediyordu. Hem Batı hem Türk geleneklerinde “A’dan Z’ye” gibi ifadeler vardır. “A” başlangıçtır; dili ustaca biçimlendirendir.

Yaşam tümüyle “A”yla başlayan seslerden oluşan bir dille tanımlanıyorsa; “A” dili şekillendiriyorsa ve dil yaşamı yansıtıyorsa, ilahi tanık olarak Tanrı’nın varlığı da doğaldır.

🧠 Yeni Bir Yorum Bu çalışmaya dayanarak önerebiliriz: Dilbilimsel terimlerle “A” hareketi—dolayısıyla yaşamı—simgeler. Yaşama tanık olan ise elbette Tanrı’dır.

4. Sonuçlar ve Değerlendirme

  • B (Gidiş) A (hareket) Ş (ışık)” önerisini bütünüyle ele aldığımızda, dilin oluşumunda ve yapısında güneşin (GDK) rolü apaçık görülür.

  • A” grafemi Latin kökenli değildir; günümüzdeki biçimiyle bile Türkçedir. İçinde hareket ve onun ürünü yaşam barınır.

  • T” grafemi de aynı statüyü paylaşır. Küçük “t” ayak temasını; kalın “T” sesin alındığı yeri, yani toprağı simgeler.

  • r” titreşim, salınım ve sürekliliği ifade eder. Seste “r” fonemiyle ve güneşle bağlantılıdır. Bir kez daha GDK gerçeği önümüzde durur.

  • Sözcükler ile Tanrı arasındaki ilişki Sami geleneklerindeki alegorik hikâyeler gibi değildir. Onlar metafordur. Bu sözlerin arkasında kusursuz dilimiz Türkçenin gizli gerçeği yatar ve kanıtlar bu yönü gösterir.

📜 Tekvin 11: Adı Verilmeyen Dil Türkçedir

O zaman dünya tek bir dil ve tek bir söz sahibi idi… Gelin, bir kent ve göklere dek uzanan bir kule yapalım… Haydi inelim ve dillerini oracıkta karıştıralım…”

Tekvin 11’de adı verilmeyen “insanlığın ilk dili” bence Türkçedir.

🌍 Yeşaya 64–66

İşte yeni bir gök ve yeni bir yeryüzü yaratıyorum; Öncekiler anılmayacak, akla gelmeyecek.”

Son Düşünceler: “Tanrı”nın Kökeni ve Baskılanmış Türk Yazısının Mirası

Yeşaya 66:22’de şöyle der:

Benim yarattığım yeni gök ve yeni yeryüzü önümde kalıcı olacak,” diyor Rab, “sizlerin adınız ve soyunuz da kalıcı olacaktır.”

Kur’an’da Bakara Suresi 2:31 şöyle buyurur:

Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterdi ve ‘Bana bunların isimlerini bildirin, eğer doğru konuşuyorsanız’ dedi.”

Bu anlatılar muğlak kalmış, açıklanamamıştır. Nasıl oldu, hiçbir yanıt yok. Düzenli dinlerin üçbin yıllık geçmişine bakınca şaşırtıcı bir durumla karşılaşıyoruz. Oysa sekiz–on bin yıl önce atalarımız Türkler “A” sembolünü kayalara kazıyordu. O çağda hiçbir dinsel etki yoktu. Orada gördüğümüz, Tanrı bilgisi ve ona duyulan saygıya dayalı inanç sistemiydi.

🅰️ “A”nın Ödünç Alınması “A” grafeminin kökeninde Türklerin dışlanması ve bilimsel sahte söylemlerle Sovyet-etiketiyle karalanması, bence entelektüel bir sahtekârlıktır. Kanıtlar açıktır:

  • Sülyek Karayüz yazıtındaki “A” sembolü

  • Güdül Salihler’deki kaya üzerindeki “A” işareti

Bunlar tartışmasız var ve gördüğümüz üzere ödünç alınmıştır.

Tañrı”nın Anlamı

Tañrı” sözcüğünün kökeni, anlamı ve yorumu artık netleşmiştir. “Dilsel veri yok” iddiası çürütülmüştür. Burada sunulan çözüm, bölüm 3-2.2’de ortaya koyulan temel argüman ve içgörülerle doğrudan örtüşmektedir. Değerlendirme sevgili okurlarımızın takdirindedir.

🪨 Orhun “T”si ve Sümer Öncülü

Orhun yazısındaki kalın “T” veya (a)T grafemi, “A” ve “T” ile doğrudan bağlantılıdır. Aynı zamanda sözde Sümer yazısındaki “Alpu” sembolüyle de akraba görünmektedir. Bu sembol, “A” grafeminin atasıdır.

👶 Türk Çocuklarının İlk Sesleri

Türk çocukları konuşmayı öğrenmenin ilk evrelerinde (1–2 yaş) anne sesinden sıkça “at” / “ta” hecelerini duyar. Bu tesadüf değildir; Türkçenin derin bilgisini, atalarımızın ve analarımızın dili olan Türkçeyi yansıtır. Biz, bu dili kuran ataların yeni nesliyiz.

🔍 Son sözler

Sümer Alpu > A” açıklaması, bana göre büyük bir Sami veya İbrahimî kurgu ve yanıltmadır. Yeşaya 65:17 ve 66:22’deki ipuçları da bu yanıltıcı stratejiyi işaret etmektedir.

4-2: Grafemlerimizin Kökeni

4-2.1 Tamgalısay’daki “Tañrı” İdeogramı

Bu yazıttaki “Tañrı” sembolü ideogramı, N, NG ve K dahası kalın tanılık tözlerin ilk örneklerindendir. İlgili görseller aşağıdadır:

Görüntü 24

https://onurbilgedurlu.com/wp-admin/post.php?post=3358&action=edit

  • https://tarihvearkeoloji.blogspot.com/2014/06/anadolu-turk-yurdudur-ve-lena-turk-kaya.html

🪨 Görseller 24–25: Lena Kaya Yazıtları ve Türk İdeogramlarının Derin Kökenleri

Görüntü 25

TARİH VE ARKEOLOJİ: ANADOLU TÜRK YURDUDUR ve LENA TÜRK KAYA RESİMLERhttps://tarihvearkeoloji.blogspot.com/2014/06/anadolu-turk-yurdudur-ve-lena-turk-kaya.html (35 kaya resminden üçüncüsü)

M.Ö 14bin- 12 bin Türk antik verileridir”. Prof. Necati Demir de bir söyleşisinde bu bilgilere dayanarak yazının Sümer dönemi kabaca günümüzden 5000 yıl öncesi olarak kabul edildiğinde, bu ideogramların, resimlerin de dil verisi olduğunu ve 10 000 (on bin) yılın aydınlatılması gerektiğini dile getirmiştir. Bu görüşe kuşkusuz katılıyorum.

Bu anlamlı ideogramın atalarımız Türkler tarafından kazındığını ve Tanrı anlamının yanında N, NG, K damgalarımızın öncülü olduğunu yazmıştık. Bu ideogramlar bu alanda ilk örneklerdir ayrıca! Bu veriler ve görüşler başta arkeologlar olmak üzere diğer bilim dallarınca incelenmelidir.

Bu verilere ve çalışmanın sonuçlarına göre bütün damga dizgelerinin (abece) kökenleri atalarımız Türkler tarafından kurgulanmıştır. Bunun dışındaki görüşler değersizdir kanımca!” İşte bu konuda örnek bir çalışma,

https://www.researchgate.net/publication/321243846_Dilin_Kokeni_Arayislari_I_Dilin_Kokeniyle_Il gili_Akademik_Tartismalar_The_Search_for_the_Origin_of_Language_I_Academic_Controversies_o n_the_Origin_of_Language_Dil_Arastirmalari-18_47-84

Bu çalışma, gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye çalışan Türk karşıtlarının durumunu, toplu olarak açıklayan bir yazın örneğidir. Niagara > ne yaygara diyen şarlatan çığırtkanların etkisini yansıtır bu yazı. Dilin kökeni konusunda GDK (Güneş Dil Kuramı) kuramının gerçeklerle ilgisi olmayan kurgu (Spekülasyon) olarak nitelenmesi de bu nedenledir. Yurdumuzda ne yazık ki Atatürkçü görünümlü ancak gizli ya da açık GDK ile alay eden, yok öyle bir şey diye geveleyen, sonradan Atatürk’te yanlışlığını anlayıp vazgeçmiştir diyen çakma aydınsılarla doludur. Ancak onlar için yüzlerine kaçınılmaz olarak çarpılacak acı gerçek Atamızın özlü söyleridir!

Görüntü 26

Dil ve Felsefe – Onur Bilge Durlu

🧠 İdeogramlar Dilin Öncülleri Olarak

Daha önce yazdığımız gibi bu ideogram atalarımız Türkler tarafından kazınmış; yalnızca “Tañrı” kavramını temsil etmekle kalmayıp N, NG ve K grafemlerimizin öncüsü işlevini görmüştür. Bu ilk örnekler arkeologlar kadar diğer disiplinlerden de araştırmacılar tarafından incelenmelidir.

🅰️ Tüm Grafem Sistemlerinin Kökeni

Bu verilere ve çalışmanın sonuçlarına dayanarak şunu iddia ediyorum: Tüm grafem sistemlerini (alfabeleri) atalarımız Türkler inşa etmiştir. Aksi görüş, bana göre hiçbir değere sahip değildir.

📚 Bastırma Vakası

Örnek: ResearchGate – “The Search for the Origin of Language” Bu makale, Güneş Dil Kuramı’nı “safsata” sayan sözdebilim çevrelerinin Türkçenin gerçek kökenini çarpıtma çabalarına iyi bir örnektir. Ülkemiz, Atatürkçü görünen ama hem gizliden hem açıktan GDK’yı küçümseyenlerle doludur. Onlara yakında ayna gibi gerçek yansıyacaktır.

Bölüm 3.1.5’e Geri Dönüş: “Apıp” İdeogramı ve Deve Yazıtı

3.1.5’te “apıp” sözcüğünü analiz etmiştik ve Sülyek Karayüz yazıtındaki deve görselinin metinle eşzamanlı kazıldığını saptamıştık. Mehmet Özmenli şöyle diyor:

Ulug Kem Sülyek yazıtı, yazı netliği nedeniyle geleneksel yazılı anıtlarımız arasında ilk kabul edilir. Yenisei kolu Ulug Kem vadilerinde bulunmuştur. MÖ 8000 tarihlendirildiği iddia edilir. Kesin tarihler tartışmalı olsa da Türk yazı geleneğinin Orhun’dan yüzyıllar önce başladığı kesindir.” Özmenli, Ortaçağ Türklüğünde Bilginin Varlığı, s. 185https://www.academia.edu/13233370/ORTA%C3%87A%C4%9E_DA_T%C3%9CRKLERDE_B%C4

Yine aynı çalışmada Prof. Dr. Necati Demir tarihin yazıdan sonra başlatılmasını yanlış bulduğunu, kaya resimleri ve ideogramlarında bu amaçla değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunların da olayları, düşünceleri aktardığını belirtmekte ve bu gerçeğin görmemezlikten gelinmesini anlamsız bulmakta ve sorgulamaktadır. (Tümüyle katılıyorum). Atın deviniminden A damgasını tanımlamadık mı bu yazında? Evet, A at canlısının deviniminden doğmuştur kanımca, kuşkum olmadığını bile öne sürebilirim! Ses ve şekil birlikte var atın deviniminde!

DEMİR, Necati, (2009). “Türk Tarihinin ve Kültürünün Kaynağı olarak Kaya Üzeri Resimler (Petroglifler) ve Yazılar”, Zeitschrift für die Welt der Türken, Münih, s. 5-19

  4-2.5 Çatalhöyük’teki dil

Çatalhöyük (MÖ 9400-7200) halkının da sondan eklemeli bir “Altay” (Turan/Türkçe) dili konuştuğundan Prof. Colin Renfrew bahseder. “Çatalhöyük mirasımız | Begümşen Ergenekon | Aydınlık (Ergenekon, 2018, Çatalhöyük, aydinlik.com)

‘Tanrı’nın Anlamı

Tañrı” kelimesinin kökeni, anlamı ve yorumu artık netleşmiştir. “Dilsel veri yok” iddiası çürütülmüştür. Burada sunulan çözüm, bölüm 3-2.2’de ortaya konan temel kavrayış (argüman) ve içgörülerle doğrudan örtüşmektedir. Değerlendirme seçkin okurlarımızın takdirine kalmıştır.

🪨 Orhun “T”si ve Sümer Öncülü

Orhun yazısındaki kalın “T” veya (a)T grafemi, hem “A” hem de “T” ile sıkı bir bağ taşır. Aynı zamanda sözde Sümer yazısındaki “Alpu” sembolüyle akraba olarak görülür. Bu sembol, “A” grafeminin öncülüdür.

👶 Türk Çocuklarının İlk Sesleri

Türk çocukları konuşmayı öğrenmenin ilk evrelerinde (1–2 yaş) annelerinden sıkça “at/ta” hecelerini duyar. Bu tesadüf değildir. Bu, atalarımızın ve analarımızın dili olan Türkçenin derin bilgisini, köklerini yansıtır. Biz, bu dili yaratan ataların yeni nesliyiz.

🔍 Son söz

Sümer Alpu > A” açıklaması, bana göre büyük bir Sami ya da İbrahimî kurgudur ve yanıltmadan ibarettir. Yeşaya 65:17 ile 66:22, bu tarz çarpıtmaların ipuçlarını zaten taşır.

4-2:Tanılık tözlerimizin (tamga) Kökeni

4-2.1 Tamgalısay’daki “Tañrı” İdeogramı

Bu yazıttaki “Tañrı” sembolü ideogramı, N, NG ve K grafemlerimizin öncülüdür. İlgili görsel düzenlemeye şu bağlantıdan ulaşılabilir: https://onurbilgedurlu.com/wp-admin/post.php?post=3358&action=edit

Ayrıca şuradaki kaya resimlerinde (35 kaya resminden üçüncüsü) ideogramın benzerini görüyoruz: https://tarihvearkeoloji.blogspot.com/2014/06/anadolu-turk-yurdudur-ve-lena-turk-kaya.html

🪨 Görseller 24–25: Lena Kaya Yazıtları ve Türk İdeogramlarının Derin Kökenleri

  • Görsel 24 – Onur Bilge Durlu’nun notlu görseli

  • Görsel 25 – Lena Nehri kıyısındaki kaya yazıtları

Bu ideogram, Sibirya’nın Irkutsk bölgesinde, Lena Nehri kıyısında yer alır. Rus bilim insanlarının koyduğu tabelada şöyle yazar: “MÖ 14.000–12.000: Antik Türk verisi.”

Prof. Necati Demir, yazının (örneğin Sümer) yaklaşık beş bin yıl öncesine tarihlendiğini belirterek on bin yıllık boşluğun mutlaka aydınlatılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu görüşe tüm kalbimle katılıyorum.

🧠Dilin Öncülleri Olarak İdeogramlar (kavram yazılar)

Daha önce belirttiğimiz gibi bu ideogram, atalarımız Türkler tarafından kazınmış; yalnızca “Tañrı” kavramını temsil etmekle kalmayıp N, NG ve K grafemlerimizin öncüsü olmuştur. Bu ilk örnekler, arkeologlar kadar diğer disiplinlerden de araştırmacılar tarafından incelenmelidir.

🅰Tüm Yazı Sistemlerinin Kökeni

Bu verilere ve çalışmanın sonuçlarına dayanarak iddia ediyorum: Tüm yazı sistemleri (alfabeler) ilkin atalarımız Türkler tarafından inşa edilmiştir. Aksi görüş, benim kanaatimce hiçbir değere sahip değildir.

📚 Bastırma Örneği

ResearchGate’de yayımlanan “The Search for the Origin of Language” makalesi, Güneş Dil Kuramını “safsata” olarak gören sözde bilim çevrelerinin gerçeği nasıl çarpıttığını iyi gösterir. Ülkemiz, Atatürkçü gözüken ama gizliden ya da açıktan GDK’ nı küçümseyenlerle doludur. Onlara yakında gerçek bir ayna tutacaktır.

🏺 4-2.5 Çatalhöyük’te Dil

Prof. Colin Renfrew, Çatalhöyük halkının (MÖ 9400–7200) eklemeli “Altay” (Turanik/Türkçe) bir dil konuştuğunu öne sürer. (Kaynak: Begümşen Ergenekon, Çatalhöyük Mirası, Aydınlık, 2018)

🧬 4-3: Türk Tamgalarının ve Runik Alfabesinin Kökeni

4.3.1 Batı Anlatılarının Eleştirisi

L. Yu. Tuguşeva’nın Origins of the Turkish Runic Alphabet adlı makalesinde şöyle denir: “Piktografik ve ideografik yazıdan fonetik alfabelere geçiş, Eski Avrupa alfabesiyle tamamlanmıştır. Türk runik alfabesi bu sistemin bir dalı olup, Türkçenin seslerini eksiksiz yansıtan tam, sistematik ve fonetik bir alfabe olarak ortaya çıkar.” (Kaynak: Tuguşeva, s. 6/8)

Makaledeki iletişim bilgilerinden yazara itirazımı ilettim. Ne yazık ki vefat etmiş bulunuyor.

Bu çalışma “A” harfinin kökeniyle ilgili değil; Batı veya İran kaynaklarına bağlama çabası önyargılı ve gerçeğe uzak. Okuyucular bilsin: Türkler yazılı dil tarihinden silinmeye çalışılmış, ancak gerçekler bu iddiaların uydurma olduğunu gösteriyor.

4.3.2 Tarihlendirme ve Yanlış Yorum Üzerine

Başka bir makalede şu iddia yer alır: “Bu alfabe ile yazılmış yazıtlar çözümlendiğinde, Hakas ve Tuva bölgelerinde bulunan harflerin, Dış Moğolistan’daki büyük anıtlardakilere kıyasla daha düzensiz ve şekilsiz olduğu görüldü. Uygun analiz yapılmadan orijinale daha yakın ve daha eski oldukları varsayıldı. 5. ve 6. yüzyıllar önerildi. Ancak 1960’taki Novaya Datirovka Pamyatnikov Yeniseykoy Pis’mennosti adlı yayının üçüncü bölümünde L. R. Kyzlasov, arkeolojik yöntemlerle bu yazıtların düşünüldüğü kadar eski olmadığını, bazı örneklerin büyük anıtlardan bile daha yeni olduğunu kanıtladı.”

Not: Kyzlasov, E38 yazıtının Orhun yazıtlarından çok sonra tarihlendiği fikrine takıntılı görünüyor.Oysa Kızlasov’un çözüm diye sunduklarında tutarlılık bulunmamaktadır; dahası hiç ele almadığı dizgeler var, ideografik anlatımı düşünememiş hiç bir araştırmacı! Bu tür anlatımın Orhun yazıtlarından binlerce yıl önce olması zorunluluktur görüşüme göre!

🔚 Son Düşünce: TAN, Dil ve Türk Düşüncesinin Gücü

Correctly Understanding the Sülyek Karayüz Inscription in the Republic of Khakassia adlı çalışmada L. R. Kyzlasov’un yorumunun temelden hatalı olduğu ortaya konur. Onun okuması kaya üzerindeki şekillerle uyuşmuyor. Hiçbir araştırmacı ideografik anlatım veya bileşik tamga olasılığını düşünmedi. Oysa deve figürlerinin altında Orhun tarzı grafemler aynı yazıtta birlikte yer alır ve birbirine bağlıdır. Bu tasvirin, sözde “runik” yazıtlardan 8–10 bin yıl daha eski olduğuna inanıyorum. Kaya üzerindeki görseller yazı ile eşzamanlı kazılmış; bilginin yok edilmek için planlı olarak tahrip edildiği belli. Kyzlasov, kendi kitabındaki şekillerle bile uyuşmayan bir “kaya” yorumu uydurmuştur. Anti-Türk akademisyenler için bu yazıtın doğru anlaşılması tam bir kâbus niteliğindedir.

Radloff, Thomsen, Kyzlasov ve diğerleri, Hakas Türkçesindeki Hünneş (güneş) sözcüğünü E39-1 ve E39-2 yazıtlarında kaya (kaya) olarak yanlış okumuştur.

🧠 Oyunbaz Bir Sentez

Bu, okurlarım için uzun ve belki de yorucu bir çalışma oldu. O halde gelin oyunbaz bir sentezle bitirelim.

Bu çalışma boyunca T, A ve N seslerini—hatta hermeneutik bir bakış açısıyla—inceledik. Şimdi gelin bu içgörülerin özünü birleştirip TAN sözcüğünün anlamına ulaşmaya çalışalım:

  • T: Toprak, tamga, tanıklık tözü—anlam zeminde doğar

  • A: Hareket

  • N: Gökyüzü

Şimdi boyutu düşünün: gökyüzü yere iner. Toprak yarı aydınlık bir duruma geçer—biz buna TAN diyoruz (toprak aydınlanır). Bu, gece ile gündüz arasındaki geçiş anıdır.

Başka örnekler sunabilirim; ancak bu çalışma için bunun yeterli olduğunu düşünüyorum.

🪶 Kapanış Sözleri

Bu çalışma burada sona eriyor. Özellikle Türkçe okurlarım için “A” grafemi ve Tanrı sözcüğünün tüm boyutlarıyla netleştiğini umuyorum. Değerlendirme kıymetli okurlarımızın takdirine kalmıştır.

Bu eseri karşılıksız olarak Fransızcaya çeviren Sayın Deniz Oğuz’a içten teşekkürlerimi sunarım. Katkısı çok değerliydi.

🧠 Son Bir Soru

Tekrar soralım: Felsefi düşünce Türkçeyle yapılamaz diyen kim? Bilmiyorum; ama benim için hem kolay hem de keyifli. Demek ki zihinleri Türkçeyi kavrayamıyor. Ya da belki doğrudan Türkçe ile sorunu var.

Düşünmek ve bilim yapmanın en iyi yolu Türkçedir. Bana göre Türkçe dışındaki tüm sözcükler Türkçe için birer virüstür.

Türkçe yalan barındırmaz. Var olmayanı adlandırmaz. Doğaldır. Açık kaynak dildir.

Dil kökeni ve pek çok efsane, Türkçe yoluyla anlaşılacak ve bilinecektir. Anlamak isteyen önce Türkçe öğrenmeli; bunda hiç kuşkum yok.

Özenci olmak olağanüstü güzel, düşünürken sınırsızca özgürsünüz; eğer kendinizde (buna) engel yoksa!

Yaşasın ana ve ata dilimiz Türkçe. Türkçe, sevgi ve ışığa sadık kalın. Güneş (Gün/eş) hepimizi ısıtsın, aydınlatsın!

Bu çalışmayı siber uzay (internet) alanında ülkemize büyük katkıları olan sevgili akrabam Mustafa Akgül’ü sevgi ve minnetle anarak tamamlıyorum.

Ekşi Sözlükhttps://eksisozluk.com › mustafa-akgul–130184

Not: Yukarıdaki metnin telif hakkı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre yazara aittir. Tam metnin çoğaltılması yasaktır. Alıntı yaparken kaynağın belirtilmesi gerekir. Muhsin DURLU, Mart 2020, BURSA

Bunları da sevebilirsiniz