Bereketli Hilalin Kadınları

Bereketli Hilal; Mezopotamya’dan Nil’e, Doğu Akdeniz’den Anadolu’ya uzanan, insanlık tarihinin ilk tarım toplumlarını, şehirlerini ve yazıyı doğuran bir bölgedir. Ancak bu bölge yalnızca uygarlığın doğduğu yer değil, aynı zamanda kadının kutsallaştırıldığı bir mekândır. Kadın, burada bir birey değil; toprağın bereketi, gökyüzünün döngüsü ve yaşamın sürekliliği ile özdeşleşmiştir.

Bereketli Hilal’in en büyük özelliği, insanın doğayı bu coğrafyada dönüştürmeye başlamasıdır. İnsanın doğaya egemen olma çabasının şampiyonu tohumu toprakta saklayan, hangi bitkinin hangi mevsimde yetiştiğini gözlemleyen kadındır. Avcı-toplayıcılıktan tarıma geçiş, özellikle kadınların bilgisi ve emeğiyle gerçekleşmiştir. Çoğu toplumda başlangıçta anaerkil bir yapı mevcuttur.Tarımla hayatlarını sürdüren bu toplumlar kadının doğurma özelliğini doğayla özdeşleştirir. Binlerce yıl anaerkillik, insanlığın yerleşik yaşama geçmesi tarım ve hayvancılığa ilişkin bilgi sahibi olmaları ile dişinin üretkenliği bereketi doğurganlığı kadının kutsal kıldı ve tanrıçaları toplum yaşamına davet etti.

Mezopotamya da Toprak, su, gökyüzü kadınla ilgilidir. Tarım ve verimlilik kadın, yani ana tanrıça ile özdeşleşmiştir. Hala kadının kısırlığı ile çorak tarla benzetmesi günümüzde bir arada kullanılır. Ay’ın hareketleri ile kadınların aybaşı halinin çakışması Ay’ın insan yaşamında fiziksel olarak belirleyici olduğu sonucunu doğurmuştur. Ayın evreleri kadınla ilişkilidir. Hilal biçiminde ay bakireliği, dolunay kadınlık ve gebeliği, küçülen ay ise analığı simgeler. Mezopotamya’da Ay Tanrısı Sîn (Nanna) önemliydi, ayın döngüleri kadınla özdeşleştiği için onun etrafında kadın figürleri kutsallaştırıldı.
Güneş’in doğuşu ve batışı, kadın bedeninin doğum ve ölüm döngüsüyle karşılaştırıldı. Böylece kadın, gökyüzünün yeryüzündeki yansıması kabul edildi.

Ayın günümüzdeki bir çok söylencede yer alması, kadınların hale regl dönemleri için ay hali terimini kullanması, aya bakarak dileklerin tutulması içimizdeki doğanın, doğal olanın bir uyanışı mı yoksa kültürel bir aktarım mı ? Yine sular, göller, yağmur, bütün doğanın oluşumuna, yeniden doğuma gönderme yapılarak kadınların tanrısal gücü ile ilişkilendirilir. Kimi söylencelerde kadın elbise değiştirip kuğu olur, kuş olur uçar gider.

Türk kültüründe de benzer bir durum vardır:

Ak Ana, yaratılış destanında göğün derinliklerinden çıkan ve Tanrı’ya yaratma fikrini fısıldayan dişi ruhtur. Gökyüzü ile kadın arasındaki kutsal bağın en eski örneklerinden biridir.

Umay Ana, gökten inen, çocukları ve nesli koruyan bir tanrıçadır. Onun adı bile gök ile ilişkilidir; Umay’ın ışıkla, güneşle ve göksel güçlerle bağlantısı vardır.

Ayızıt, ayın döngüsüyle bağdaştırılan bir doğum tanrıçasıdır; gökyüzü ve kadın bedeni arasındaki paralelliği temsil eder.

Dolayısıyla kadın, gökyüzünün döngüleri ile yeryüzünün bereketi arasında bir köprü olarak görülmüştür. Kadın, toprağın doğurganlığıyla gökyüzünün ritmini birleştiren figürdür.

Tanrıçalar aynı zamanda hem bakire, hem kadın, hem anne olarak dünya üzerindeki dişil egemenliği temsil eder. Farklı medeniyetler aynı tanrıçalara farklı isimler ve farklı anlamlar yüklemişler. Tanrıçanın bilgeliği, anneliği, hayatı yeniden üretimi öndeyken bazen de savaşçılığı kimi zaman da baştan çıkarıcılığı öne çıkmıştır. Sümerlilerde İNANNA ,Babil’de İŞTAR, Anadolu’da KYBELE, Efes’te ARTEMİS , DEMETER aynı ana tanrıça arketipini ifade eder.

İnanna, gökyüzüne ve yeryüzüne egemen bir tanrıçaydı. İnsanlara, doğaya yenilenme, çoğalma gücü verirdi. Hakkında şairler çok sayıda hikaye yazmışlardı. Öyküler ilaçtır. Öykülerin dokusuna, hayatın karmaşıklıklarına ilişkin olarak bize rehberlik eden dersler yerleştirilmiştir. Öyküler göçüp gitmiş toplumların, kadınların, doğanın, kültürlerin değerlerini yüzeye çıkartır ve ihtiyacımız olduğunda oradadırlar. İnanna ve çoban Dumuzi’nin yani Tammuz’un ülkeye bereket getirme adına evlenme öyküsü bu açıdan çok önemlidir. Sümer’de ürünlerin bolluğu toprağın verimli olmasına bağlıydı. Bu da cinsel bir güç ile sağlanabilirdi. Sümerliler bu cinsel güce kalbin suyu diyorlardı.. O dönemde tarıma yeni geçiliyordu veya çok yeni geçilmişti. Dumuzi ya da Tammuz yeraltından yeryüzüne bahar zamanı çıkarak karısıyla birleşir. İşte bu birleşme sonunda yeryüzünde bütün bitkiler yerden fışkıracak, hayvanlar yavrulayarak, yumurtlayarak çoğalacak, her tarafa bereket gelecektir. İşte bu yüzden o gün yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş. Sümerliler bu birleşmeyi ülkenin kralıyla yüksek düzeydeki bir rahibeyi her yeni yılda büyük şenliklerle evlendirerek sembolize etmişlerdir. Törenlerde tanrıça yerine rahibe getirilmiştir. Muazzez İlmiye Çığ’a göre hıdrellez şenliklerinin kökeninde de bu Sümer inanışı vardır . Tammuz, yılın bir ayına isim olarak da verilmiştir. İnanna ve Tammuz bir çift olarak Sümer duvar resimlerinde de yan yana ve ellerini birbirine uzatmış şekilde betimlenmiştir.

Anadolu’da ise bereket kültü Kybele Ana ile bilinir. Kybele, tanrıların anasıdır. Aynı zamanda ay tanrıçasıdır. Yeryüzüne bereket onun sayesinde gelir. Elbette Kybele’ye bir eş gerekir. Bu da tanrı Atis’tir. Atis, tıpkı Tammuz gibi sonbaharda ölür ve ilkbaharda yeniden doğar. Anadolu’da arkeolojik bulgularda çok sayıda farklı dönemlere ait çift başlı heykelcikler bulunmuştur. Bu heykelciklere çifte tanrıça adı verilir. Ürünlerin verimi, toprağın bereketi Kybele’nin memnun olmasına bağlıdır. Kybele, baharı doğurandır. Onun doğurganlığı sayesinde toprak ürün verir.

Sonuç olarak doğa gibi mistik, gizemli, hayat veren ve hayat alan figür kadındır.Çocuğun doğumunda erkeğin rolünün henüz keşfedilmemiş olduğu arkaik toplumlardaki ana tanrıça, doğa ve kadının birbirine yakınlaştığı, iç içe geçtiği bir durumu simgeler.Kadın değişir ve yeniden üretir.Kadının doğurgan ve besleyici oluşu onu tanrısallaştırır. Yunan mitolojisinde Gaia, Demeter ile Artemis, Sümerlerde Namnu ile İnanna doğa ve kadın iç içedir.

Vahşi Kadın, tanrıça kadın yırtıcı hayvanların da gücünden yararlanıyor. Burada ki vahşilik kadının en derin doğasına, toprakla, bitkiyle hayvanla iç içe oluşuna göndermedir. Vahşi doğanın bir parçası olan bereketin ve doğanın tanrıçası kadın yok olurken dünyamızın doğallığının vahşiliğinin yok olması insanın doğaya bu derece yabancılaşması rastlantı değildir.

Bunları da sevebilirsiniz