Babil Kulesi’ni Kim Yıktı?

Dünyanın yedi harikasından biri sayılan Babil Kulesi, Sümerler tarafından Tanrı Marduk adına yapılmıştı. Bugün kadim kökleri Türklere dayandığı arkeolojik kanıtlarla ortaya çıkan Sümer, yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın varlığına inanırlardı. Sümerliler yeri göğe bağlayan bu ağacı temsil eden ve Tanrıdağı dedikleri kuleyi zamanımızdan 5000 yıl kadar önce yapmıştı.

Babil, daha sonra Mezopotamya’da adını aldığı Babil kenti etrafında MÖ 1894 yılında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir imparatorluğun adı oldu. Babil’in merkezi bugünkü Irak’ın El Hilla kasabasıdır.

Kule arkeolojik verilere göre temelde 90 metre genişlikte ve 90 metre yüksekliğe sahip 7 katlı bir yapıydı. Kulenin çevresinde rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adına yapılmış bir diğer tapınak olan Esagila’ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu vardı.

Babil’i işgal eden Asurlar ve Akadlar kuleyi yıkmışlardı. Babil Kralları ise yeniden yaptılar. Ancak M.Ö. 479’da Babil’i işgal eden Pers Kralı Serhas kuleyi yıktıktan sonra tekrar onaran olmadı. Sadece, Makedonyalı İskender Babil’e geldiğinde harap haldeki kuleye hayran kalmış ve onu eski haline getirmeye karar vermişti. Bu sebeple 10 bin kişiyi iki ay boyunca çalıştırarak molozları temizletti. Fakat İskender ölünce kulenin onarımından vazgeçildi.

Üç dinin kutsal kitaplarında geçen Babil Kulesi efsanesinin özetlersek, Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların yalanlarla dolu kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. 

Günümüzde Babil Kulesi insanların bozuk da olsa bir çeşit birlikte düzenini, kulenin yıkılışı ise insanların etnik ve dil olarak bölünmesini ve bir birlerinden ayrışmasını temsil ediyor.

Ortadoğu veya gerçek tanımıyla Batı Asya’ya bugünün ve tarihin gözlüğüyle bakarsak bu benzetme yerli yerine oturuyor.

Günümüzün Babil Kulesi ve yıkımı

Peki, şimdi geçerli soru şu olmalı: Çağımızdaki Babil Kulesi’ni kim yıktı?

Ve bu kargaşalığın sonu nereye varacak? Türkiye bu kaosta nasıl bir rol alacak?

Bunun için birkaç anahtar kelimemiz var: Sykes-Picot haritası, Siyonizm, Oded Yinon Planı, Büyük Ortadoğu Projesi ve son olarak Netanyahu’nun Eretz İsrail yani “Nil’den Fırat’a” Büyük İsrail planları.

Aslında hepsinin toplamı kukla Kürdistan ile birlikte bir büyük İsrail projesi olarak özetlenebilir.

Konuyu özetlersek Arap yarımadası, Mezopotamya ve bereketli Hilal her zaman imparatorlukların hedefi oldu ama özellikle petrolün keşfinden sonra çok daha büyük önem kazandı.

Britanya İmparatorluğu bunu ilk fark eden büyük güç olarak hemen işe koyuldu.

Osmanlı’nın altını oydu, bölgeyi sahte sınırlarla ayırdı ve Türkler, Araplar ve Kürtleri bir birine karşı kullandı. Bunun adı Sykes Picot haritasıydı.

Ardından yine İngilizler Siyonizmi icat etti. Bu, Yahudilikten farklı bir ideolojiydi. Ortadoğu’da büyük bir üs devleti kurmak için Yahudileri ve kadim tarihlerini kullandılar. 1948’de kurulan işgal devleti, Asurlar, Akadlar ve Perslerden sonra Babil kulesini son yıkan devlet oldu.

Bölgenin yeniden paramparça edilmesi ve sınırların yeniden düzenlenmesi 1945 sonrası yeni patron ABD’nin de gündemine alındı.

İran ve Türkiye bu yönde müttefikler iken önce İran 1979’da gruptan ayrıldı. Şimdilerde Türkiye bu konuda gecikmiş bir karar aşamasında, hala bocalıyor.

Oded Yinon Planı

Babil Kulesi’nin temsil ettiği gibi zaten hali hazırda Araplar pek de özenilecek bir uygarlık ve düzen kuramamıştı.

Kendilerini tüm diğer insanlardan ve özellikle de Araplardan üstün gören Yahudi İsrail, 1980’lerde bir plan hazırladı. Bunun adı yazarından esinle Oded Yinon planı olarak kayıtlara geçti.

Makale, faşist eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un eski danışmanı ve üst düzey diplomat olan Oded Yinon tarafından Jerusalem Post gazetesinde yayınlandı.

Yinon Planı, İsrail’in Ortadoğu’da hakimiyet sağlamak için onlarca yıldır savaşları nasıl şekillendirdiğini anlatıyor. Oded Yinon tarafından kaleme alınan ve 1982’de yayınlanan bu plan, 2003 Irak işgali, Saddam’ın devrilişi, IŞİD’in yükselişi ve Suriye’deki iç savaşın temelini oluşturdu. Aslında Roma İmparatorluğu’ndan bu yana değişen bir şey yoktu: Divide et Empera, yani böl ve yönet.

Makalede, Ürdün’ün monarşisi altında yönetilmesinin tasfiye edilmesi ve Filistinlilerin topraklarından çıkarılıp Ürdün’ün geri kalan kısmına yeniden yerleştirilmeleri gerektiği tartışılıyor.

Ortadoğu’yu parçalayıp yok etme fikri, farklı etnik grupları bir bölgeye sıkıştırarak ayrılık ve çatışma yaratmaktı.

Proje ayrıca ABD’ye de bolca Washington sinir merkezlerinde bulunan Siyonist ve Evanjelist neocon tarafından “Yeni Amerikan Yüzyılı” ve “Temiz Kopuş” (Clean Break) isimli planlarla empoze edilmişti.

11 Eylül 2001’deki ikiz kulelere saldırılar da planın önemli bir parçasıydı.

Bush yönetimi ve ardından gelen başkanlar ABD’nin büyük çıkarları kisvesi altında “Nil’den Fırat’a Yahudi büyük İsrail rüyasını benimsemişti.

Bugün ise bu rüyanın Donald Trump tarafından adeta kutsal kase gibi bir ulu amaç olarak sahiplenildiğini görüyoruz.

İsrail’in Gazze soykırımı, Lübnan ve Suriye’yi işgali ve İran’a saldırıları bölgede büyük bir İsrail ve kardeş Kürdistan kurmak için atılan adımlar ve ABD tam olarak bunların arkasında duruyor.

Türkiye ise maalesef 1945 sonrası ve NATO’ya kabulünün ardından Batı projelerinin en büyük destekçisi rolünü benimsedi. Bugün de farklı değil. 1996’da İsrail ile savunma işbirliği anlaşmasını imzalayan Erbakan misali, Erdoğan da sözel olmasa da aksiyonel olarak projeyi destekliyor.

Ancak dünyada yaşanan büyük jeopolitik fay kaymaları ise ABD-İsrail’in iddialı projelerini tehlikeye atıyor.

Bugün evet Rusya ve İran Suriye’den çekildi ve İsrail İran’ı bölgeden kovdu ama direniş ve savaşlar henüz yeni başlıyor.

Sınırlarımızda yeni bir PKKistan kurulması, iktidarda kimin olduğundan ayrı olarak Türkiye Cumhuriyeti tarafından kesinlikle kabul edilmez. Özellikle de su kıtlığı yaşanan bir dönemde, su kaynaklarımızın yüzde 70’inin yer aldığı Türkiye’nin doğu bölgesi de bu haritaya dahil edilmişse!

İran’a saldıran İsrail 12 günde pes etti ve ateşkes ilan etti. Bunun sebebi ise Çin ve Rusya gibi büyük güçlerin de oyuna girmesiydi. İran Telaviv’i darma dağın eden hipersonik füze teknolojisini Çin ve Rusya’dan almıştı.

Çin ve R usya’nın öncülüğünü yaptığı BRICS, ŞİÖ ve Kuşak ve Yol gibi projeler artık dünyanın Batı odaklı tek kutuplu bir yer olmadığını bize söylüyor.

Ekonomik olarak da küresel güney özellikle Asya (Çin) ekseninde artık Batı’ya kafa tutabiliyor.

Batı’da ise tüm yukarıda sayılan projelerin sahibi olan devletler üstü oligaşik elitler, gelişen teknolojiler aracılığıyla yeni bir Tek Dünya devleti kurmanın ıslak hayallerini yaşıyor. Bu devlet elbette insanlığın eşit olduğu bir dünya değil. 100 kişinin en tepede oturduğu gerisinin onlara hizmet ettiği faşizan bir tek dünya imparatorluğu. Tabii ki olasılık dışı.

Dünya değişirken bir kez daha yeni savaşların ve çatışmaların bölgemizde, yani Bereketli Hilal’de alevlendiğini görüyoruz.

2026 dünyada büyük savaşlara gebe ve Türkiye de bu savaş coğrafyasının tam ortasında oturuyor.

Faşist soykırımcı Netanyahu idaresindeki İsrail hiç kuşkunuz olmasın yeni ve büyük savaşlar çıkartacak. Siyonizmin ve tarikatların kurucusu İngilizler ve Epstein dosyalarıyla şantaj altındaki Neron özentisi Trump da arkasında.

Batı ve İsrail projelerinde piyon olmak mı, yoksa Atatürk’ün döneminde emperyalizme başkaldıran küresel güney ülkelerine örnek oluşturduğu gibi gözlerimizin önünde kurulan yeni cesur dünyanın öncülerinden olmak mı?

İşte temel soru budur.

Yaklaşan büyük fırtına öncesi Türkiye Cumhuriyeti’nin artık bu kokuşmuş NATO düzeninden çıkıp, silkelenip, temel kuruluş değerlerine dönmesi ve bariz işgalciye karşı bölge merkezli bir direniş cephesi oluşturması bir seçenek değil zorunluluktur.

Bunu yapmazsa hiç şüpheniz olmasın bölünerek yok olacaktır.

Bunları da sevebilirsiniz