Suriye’de Bedeviler ile Dürziler arasındaki çatışmanın bize yansımasında oldukça ilginç bir tablo oraya çıkıyor. Anaakım medyaya bakıldığı zaman Dürzileri merkeze alan tuhaf bir kamplaşmadan söz ediliyor. Buna göre İsrail ve Dürziler çatışmanın bir yanında, Şam yönetimi (HTŞ) ile YPG diğer tarafta Suriye’deki krizin tarafları olarak resmediliyor. Buna kanıt olarak gösterilen en önemli olay ise İsrail’in Şam’ın merkezine geçtiğimiz günlerde yaptığı saldırıdır.
Türk dış politikasının Esad sonrası Suriye’nin dönüşümünde iki temel aktörle ilişki kurduğu görülmektedir. Bunlardan ilki HTŞ ve Şara (Colani)’ya verdiği doğrudan destek, diğeri de ikinci açılım süreci bağlamında Kürtlerin desteğine muhtaç olması nedeniyle YPG’yi dolaylı olarak destekleyerek bu örgütü meşru olarak görmesidir. HTŞ ve YPG arasında yapılan anlaşmanın iktidarı bu konuda bir nebze daha rahatlattığını söylemek mümkündür. Zira PKK’nın fesih süreci Özal’dan sonra yeniden “Kürtlerin hamiliği” gibi bir rolün gündeme gelmesini sağlamıştır. Politik kanat her ne kadar bu durumu kalıcı bir işbirliği olarak görmediğini söylese de mevcut gelişmeler bu ittifakı kendi açılarından mecbur kılmaktadır. Konuya geri dönecek olursak Dürziler ve Bedeviler arasındaki çatışmanın bir “vekalet savaşı” gibi göründüğünü iddia etmek yanlış olmayacaktır. Bu çatışmanın hem sonrasında İsrail’in Şam yönetimine doğrudan yaptığı saldırının bu ihtimali güçlendiğini söylemek gerekir.
HTŞ açısından bakıldığında İsrail’in pozisyonunu iki açıdan değerlendirmek gerekir. Bunlardan ilki Filistin topraklarında başlayan saldırının Suriye yönetimini değiştirecek noktaya ilerlemesi HTŞ’nin önünü açan bir gelişmedir ve bu yapının büyümesinde İsrail’in rolü küçümsenmemelidir. İsrail’in bölge politikalarındaki en önemli müttefiki olan ABD’ye billboardlarla teşekkür eden HTŞ’nin İsrail ile köklü bir karşıtlık içinde yer aldığını iddia etmek mevcut duruma rağmen mümkün görünmemektedir. Buna bağlı olan ikinci husus HTŞ’nin Dürzilere yönelik başlattığı katliamda İsrail’i son yaşanan krizlerin müsebbibi olarak görmesidir. Hatta bunun da ötesinde Bedevilerle yaşanan çatışmaya son vermek adına Dürzilere yönelik yapılan katliamın “İsrail” kartı ortaya konarak meşru gösterilmeye çalışıldığı görülmektedir.
İsrail meselesi Türkiye açısından da oldukça ikircikli bir görünüm sergilemektedir. Zira Türkiye sürekli olarak israil karşıtı bir pozisyona sahipmiş gibi görünürken öte yandan İsrail’e karşı hiçbir somut adım atmamakta ve diplomatik bir girişimde bulunmamaktadır. Hatta İsrail’e karşı ortaya çıkan küresel ölçekteki tüm muhalif hareketleri ve diplomatik girişimlere karşı da sessiz kalmaktadır. Bunun en son örneği 2 hafta önce yaşanan bir olayda daha net bir biçimde görülmüştür. Lahey Grubu, Kolombiya ve Güney Afrika’nın ev sahipliğinde, Gazze’deki saldırıları nedeniyle İsrail’e karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere Kolombiya’nın başkenti Bogota’da Acil Durum Konferansı düzenlemiş ve bu toplantının sonunda altı maddelik bir eylem planı hazırlamıştır. Ancak Türkiye bu planı imzalamamış ve İsrail’e karşı korunaklı pozisyonunu korumayı tercih etmiştir.1 Eski bakanlardan Nihat Zeybekçi’nin geçen yıl Gazze’deki katliam ve İsrail ile ticaretin birbirinden ayrı değerlendirilmesi gereken olgular olarak görülmesine dair yaptığı gibi itiraf gibi açıklama Suriye krizindeki yapaylığı da ortaya koyan bir başka veridir.2 Suriye krizinde Dürzilere yapılan katliamı “İsrail desteği” kisvesi altında normalleştiren bir iktidarın HTŞ’ye koşulsuz desteği ile birleşince sanki bir kamplaşmanın tarafıymış gibi görünmesi de yalnızca geçici bazı taktiklerden ibarettir.
Suriye’de Kürtlerin sessizliğini de bunun üstüne eklemek gerekmektedir. Son zamanlarda nedense Kürtlerin her zaman anti-İsrail Bir pozisyonda olduğuna dair değerlendirmeler yapılmaktadır. En son Cengiz Çandar’ın yaptığı bir yorumda Kürtlerin uzun süredir anti İsrail bir tutum takındığı hatta Abdullah Öcalan’ın da İsrail karşıtı bir figür olduğuna dair bir değerlendirme yapılmıştır. Oysaki gerek İsrail kaynaklarına baktığımız zaman gerekse Türkiye’deki çeşitli kaynaklara baktığımız zaman İsrail devletiyle Kürtler arasında bir karşıtlık ilişkisi bulunduğunu söylemek mümkün değildir son olarak SETA da yayınlanan bir rapora bile bakıldığında bu durum rahatlıkla anlaşılabilir. Yayınlanan bu raporda İsrail’in Suriye’yi düzenlemek ve denetlemek için 2 önemli kartı bulduğu bulunduğundan bahsedilmiştir. Bu kartlardan bir tanesi Dürzi kartı bir tanesi de Kürt kartıdır İsrail bu dönemde Dürzi kartını oynamayı tercih etmiştir ancak rapora bakıldığında Türkiye’deki genel kanaldan farklı olarak ya da ana akım medya da bize yansıtılan ondan farklı olarak İsrail’in bölgedeki Kürt siyasetiyle bir çelişkisi bulunmamaktadır. Bu da iktidar tarafından yansıtılan İsrail ve Kürtler arasında yaratılan çatışmaya dair tezi çürütür niteliktedir. Suriye örneğine bakıldığı zaman Kürtlerin Şam yönetimiyle yakın ilişki kurması Türkiye örneğine bakıldığı zaman ise ikinci bir açılım süreci içine girilmesi Kürtlerin elbette mevcut Şam yönetimiyle ve Türkiye’deki iktidarla çok daha yakın bir pozisyon almasını beraberinde getirmiştir ancak bu durum Kürtlerin İsrail ile hiçbir ilişki kurmadığını ya da İsrail’le bölgede çatışmalı bir ilişki içinde olduğunu göstermeye yetmemektedir.
Bu bağlamda Suriye’de bir yanda İsrail ve Dürziler diğer yanda da Türkiye ve Şam yönetimi şeklinde birbirine karşıt bir ittifak denklemi bulunmamaktadır. Türkiye’de Dürzi katliamına karşı oluşan sessizlik ve bunun israil karşıtlığı üzerinden meşru gösterilmeye çalışılması oldukça dikkat çekici bir konudur. Dürzilerin Ortadoğu coğrafyasında gerek İsrail’de gerek Lübnan’da gerekse Suriye’de önemli bir varlığı bulunmaktadır. Mevcut durumda Dürzilerin İsrail’le tarihsel olarak ya da politik olarak yakın bir ilişki içinde olması bu katliamı meşru kılamaz. Dürzi katliamına karşı yaşanan sessizlik aynı zamanda bölgedeki Alevilerin katliamına karşı yaşanan sessizlikte paraleldir. Şam yönetiminin Dürzilerin ve Alevilere karşı yürüttüğü katliamın Türkiye’de yarattığı sessizlik de yine dikkat çekici konulardan bir tanesidir. Açıkça görülüyor ki Şam yönetimin bu bölgede yapmaya çalıştığı şey kendi kimliğinden olmayan ve azınlık olarak görülen kimliklere karşı terör yoluyla bir baskı uygulamaktır. Dürzilerin ve Alevilerin ötekileştirilmesi Suriye’de tek tip bir kimlik yaratmaya dair bir baskı ortamı oluşturmuştur. Türkiye’de Şam yönetimine verdiği doğrudan destekte bu katliamlara sessiz kaldığını üstü örtülü olarak kabul etmektedir. Şam yönetiminin Suriye’de yürüttüğü katliamlar İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım politikasıyla perdelemeye çalışılmaktadır. Başka bir ifadeyle İsrail’in bölgede yürüttüğü baskı ve şiddet sürekli gerekçe gösterilerek Şam yönetiminin Suriye’de yürüttüğü katliamlar meşru gösterilmektedir. Ancak gerek İsrail’in gerekse Şam yönetiminin yürüttüğü bu terör ve baskı faaliyeti hiçbir biçimde meşru değildir bölgede yürütülen tüm soykırım ve katliam faaliyetlerinin Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla da hiçbir olumlu ilişkisi bulunmamaktadır.
Gerek Filistin’de gerek Suriye’de yaşanan tüm insanlık durumlarına karşı ortak bir ses yükseltilmesi gerekmektedir. Bir yerdeki katliam kötü gösterilirken diğer yerdeki katliam hiçbir biçimde meşru gösterilemez. İktidarın bölgede yaratmaya çalıştığı yapay ittifakların gerçeklikle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır özel olarak Suriye’de genel olarak Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerde taraf olan tüm politik özneleri yeniden ve sağlıklı bir biçimde değerlendirmek gerekmektedir.
? https://www.bbc.com/turkce/articles/cy4y30wwwg4o
? https://tr.euronews.com/2024/04/20/zeybekcinin-israil-ile-ticaret-aciklamalari-nasil-gundem-oldu-tepkiler-neler