Sabah kahvaltıdan sonra yerel rehberimizin eşliğinde araçla, Kolombiya’nın en renkli şehrinde turumuza başlıyoruz. Hava sıcak ve nemli.
Cartagena, Kolombiya’nın kuzeyinde, Karayip Denizi kıyısında bir liman şehridir. Şehrin tam adı: Cartagena de indias, Kolomb Hindistan’ı bulduğunu zannettiği için bu isim verilmiş. İspanyol koloni döneminde Bolivya gümüşünün İspanya’ya gönderildiği ve Afrikalı kölelerin getirildiği önemli bir limanmış. Magdalena ve Sinu Nehirleri arasındaki konumuyla ülkenin iç taraflarına kolay erişim sağlandığından, deniz aşırı ticaret için ana liman olarak 1540’larda önemli hale gelmiş. 1.300.000 nüfusuyla Kolombiya’nın 5. büyük şehri ve Bolivar bölgesinin başkentidir. Şimdiki şehir 1533’de kurulmuş olup Güney Amerika’nın en eski kolonial şehirlerinden biridir. İngiliz korsan Francis Drake’nin Cartagena’ya saldırmasından sonra, İspanyol kralı 3. Philip’in emriyle yapımına 1614’de başlanan şehrin tarihi duvarları 1796’da tamamlanmış. Eski şehir ve kalesi Unesco Dünya Mirası Listesindedir.
Otelimizin sırasında yer alan Rafael Nunez’in müze evini görüyoruz. Nunez, 1880-1892 yılları arasında 4 kez başkan seçilmiş, yazar, avukat ve politikacı. Kolombiya milli marşının sözlerini yazmış. Şehrin ana caddesi olan Avenida Pedro de Heredia adlı geniş caddeye çıkınca görmeye başladığımız eski şehir duvarları 11.5 km uzunluğunda. Denize bakan köşede Santa Catalina burcu yer alıyor. Duvarlarla çevrili eski şehrin kuzeydoğusunda kalan, orta gelirli halkın yaşadığı daha sakin bölgesi San Diego’dur. Araçla Getsemani bölgesine doğru ilerliyoruz. Eski şehrin güneyinde kalan Getsemani, eskiden suçla karakterize olan, düşük gelirli insanların tek katlı evlerde yaşadığı bir bölge. Günümüzde grafitili sokakları, kafe-barlarıyla turistik cazibe merkezi haline gelmiş.
Trinidad Meydanının etrafından geçerken, yumruğunu havaya kaldırmış Romero, Fransisken rahip Umana ve bir davulcu heykelini görüyoruz.
Getsemani’de duvar resimleri arasında görülen sarı zemin üzerinde resmedilmiş Siyah kuş (Maria Mulata), Cartagena’non resmi kuşudur. Plaza de La Trinidad, adını 1643 tarihli La Santisima Trinidad Kilisesinden alır. Bu meydan, ülkenin ilk bağımsızlık hareketi olan, Pedro Romero önderliğinde Getsemani mızraklı süvarilerinin isyanının gerçekleştiği yer olması nedeniyle tarihi öneme sahiptir. 11.11.1811 bağımsızlık günüdür, güzellik yarışması ile kutlanır. Bağımsızlık kazanıldıktan sonra meydanın adı Bağımsızlık Meydanı olarak değişmiş.
Yeni Heredia Köprüsünden geçerek San Felipe de Barajas Kalesine gidiyoruz, aracı park ediyoruz. Kalenin ön tarafındaki Amiral Blas de Lezo heykelini görüyoruz.
17. yy tarihli kale, Amerika kıtasındaki İspanyol kolonilerinden gelen hazineleri, Avrupa’ya gitmeden önce ele geçirmek isteyen korsanlardan şehri korumak için yapılmış. 1984’de Unesco Dünya Mirası Listesine alınan kale, şehir surlarına hakim ve tek kara girişi olan Getsemani’deki Puerta de La Media Luna’yı korumayı sağlayacak konumda inşa edilmiş. Ayrıca, La Popa Tepesinin yakınında yapılan bataryalarla çapraz ateş sağlayacak şekilde, iç savunma sistemi oluşturmak üzere tasarlanmış. Amiral Blas de Lezo, 1741’deki Cartagena de Indias savaşında, amiral Edward komutasındaki İngiliz filosunu mağlup eden İspanyol donanma subayıdır. Savaştan 4 ay sonra, 52 yaşında ölür. Denizcilik kariyeri boyunca sol elini, gözünü, bacağını, sağ kolunu kaybettiğinden half man olarak da biliniyor.
Yürüyerek kaleye çıkıyor ve uzun uzun dolaşıyoruz. San Lazaro Tepesinin üzerinde üçgen şeklindeki kale 1536-1657 yılları arasında yapılmış. 17-19. yy arasında Avrupalı güçler arasında birçok savaşa sahne olmuş. Dar merdivenler, rampalar, labirent gibi tünellerle bezeli kalenin üst tarafındaki açık alanlarında, çeşitli noktalardan Getsemani, eski şehir ve yeni şehir bölgesinin manzaralarını izliyoruz.
Aracımıza geçerek Cartagena’nın en yüksek noktası olan La Popa Tepesine gidiyoruz. Bir kadırganın kıç güvertesine benzeyen görünümü nedeniyle, buraya La Popa adı verilmiş.
1607 tarihli La Candelaria de la Popa Manastırı, Santa Cruz de la Popa olarak da adlandırılıyor. Manastırın bitkiler ve çiçeklerle yeşillendirilmiş avlusunu, içeriğindeki din müzesini, şapeli dolaşıyoruz. Altın varaklarla süslenmiş altarda şehrin azizi La Candelaria bakiresinin göz alıcı pırıltılı imajını görüyoruz. Şubat ayında Virgen de Candelaria de La Popa bayramı kutlanır ve Popa Tepesinin zirvesine yürüyerek hac ziyaretlerini gerçekleştirirlermiş. Manastırın teraslarına çıkıyor ve şehir manzarasını izliyoruz. Karayip Denizi ile Cartagena Körfezi arasında kalan, gökdelenlerin bulunduğu Bocagrande bölgesini ve şehrin diğer bölgelerini, buradan çepeçevre görmek mümkün.
Araçla tekrar eski şehir bölgesine dönerken, genç bir yerli kadını temsil eden 1974 tarihli India Catalina heykelini görüyoruz. India Catalina (1495-1538), Kolombiya’nın Atlantik kıyısında Mokana etnik kökenli kabile reisinin kızıdır. İspanyol fethinde rol oynayan tercüman ve aracı olmak üzere 14 yaşındayken kaçırılır, uzun yıllar şehrin kurucusu Pedro de Heredia’nın cariyesi olur.
Getsemani bölgesine gelince aracımız park ediyor ve renkli duvar resimli sokaklarında yürüyerek turumuza devam ediyoruz. Sokak tezgahlarında çeşit çeşit tropikal meyve satılıyor. Pitaya adıyla bilinen, dışı sarı renkli ejder meyvesi oldukça lezzetliydi.
Callejon ancho (Calle 28) ve paralelindeki renkli şemsiyelerle süslenmiş Callejon angosto (Calle 27) günün her saatinde hareketli, yemek-içki fiyatları şehrin diğer bölgelerinden daha ucuz. Trinidad Meydanından geçip Centenario Parka doğru yürüyoruz. Calle de la Sierpe adlı sokağın üzerinde asılı bayraklar arasında kendi bayrağımızı görmek bizi mutlu ediyor.
Park Centenario’da dolaşıp, havuzun yakınındaki ağaçlarda görüldüğünü öğrendiğimiz Tembel hayvanları görmeye çalışıyoruz, ama göremiyoruz. Oso Perezosos olarak bilinen Tembel hayvan, ağacın yüksek dallarında yaprakların altında uyur, gün batımına yakın zamanda aşağıya inermiş. Ağaca tırmanmış bukalemun ve maymunları görüyoruz. Parkın kenarı boyunca hediyelik eşya dükkanları sıralanıyor.
Yürümeye devam ediyor ve Torre del Reloj adlı saatli sarı renkli kulenin önündeki Bağımsızlık Meydanına geliyoruz.
Kulenin altındaki, tarihi şehrin ana giriş kapısından geçerek Plaza de los Coches adlı meydana geliyoruz. Sarı, bordo, pembe renkli kolonial binalarla çevrili olan bu meydan oldukça hareketli.
Başında ananas, muz gibi meyve sepetleri taşıyan kırmızı, sarı, yeşil, mavi renklerde etekleri ve yakaları fırfırlı geleneksel giysili yerli kadınlar dolaşıyor, ücret karşılığında turistlerle fotoğraf çektiriyorlar. Cartagena’da Afrika kökenli yerlileri daha fazla görüyoruz. Arka taraftaki, Kristof Kolomb’un heykelinin bulunduğu Plaza de Aduano (Gümrük Meydanı) adlı meydandan yürüyerek San Pedro Claver Meydanına geliyoruz.
Bu meydanda, hayatını kölelerin korunmasına adamış olan Cizvit rahibi Pedro Claver’in adı verilen 1602 tarihli kilise ve Modern Sanat Müzesi bulunuyor. Kölelerin koruyucu azizi San Pedro’nun mezarı kilisede, heykeli meydanda yer alıyor. 1968’de Marlon Brando ve Evaristo Marquez’in başrolde oynadığı Queimada (Burn) adlı filmde geçen evin yer aldığı Calle del Landrinal adlı sokaktan geçiyoruz.
Yürümeye devam edip küçük bir meydan olan Bolivar Meydanına geliyoruz. Ortasında Bolivar heykeli bulunan parkı, günümüzde müze olan Engizisyon Sarayı ve Altın Müzesi çevreliyor. Akşamüzeri bu parkta yerli gruplar müzik ve dans gösterisi yapıyor. Bolivar Meydanının komşuluğundaki Plaza de la Proclomacion’da (Bildiri Meydanı) valilik sarayı ile 1612 tarihli Cartagena Katedrali (Santa Catalina de Alejandra Katedrali) yer alıyor. Bir sonraki durağımız Santo Domingo Meydanı oluyor. Bu meydan, İspanyol engizisyon döneminde infaz yeriymiş. Santo Domingo Kilisesinin önünde Botero’nun uzanmış kadın heykeli yer alıyor. La Gorda (Şişman kız) Gertrudis adıyla bilinen bu heykele dokunmak, rivayete göre ilişkilerin kalıcılığını sağlarmış.
Santo Domingo meydanından geçip tarihi şehir duvarlarının batı ucundaki, aynı adlı burcuna geliyoruz. Buradaki Cafe del Mar’da gün batımını izlemek üzere oturuyoruz.
Oldukça geniş bir alana yayılmış olmasına rağmen mekan dolu ve insanlar girebilmek için kuyrukta sıra bekliyor. Hava kararınca akşam yemeği için restorana doğru yürüyoruz. Sokaklarda Hormigas Culonas (Büyük karıncalar) ve puro satıcıları görüyoruz, ama ısrarcı değiller, turistleri rahatsız etmiyorlar. Porton de San Sebastian adlı butik, sakin bir restoranda yemekten sonra eski şehir sokaklarında dolaşmaya devam ediyoruz. Plaza de la Proclomacion’da geleneksel giysili dansçıların gösterisini izliyoruz. Plaza de los Coches’in Aduana Meydanına doğru olan köşesindeki Fidel barın masalarında biraz dinlendikten sonra, sahil tarafında Santa Clara burcuna yakın konumdaki Marquez’in evine doğru yürüyoruz.
20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Gabriel Garcia Marquez (1927-2014) Kolombiya’nın Karayip bölgesinde Aracataca kasabasında doğmuş. 1948-1949’da Cartagena’da yerel bir gazete olan El Universal’de çalışmış. 1982’de Nobel Edebiyat ödülünü kazanmış olan yazarın en iyi bilinen romanlarından bazıları Yüzyıllık Yalnızlık, Başkan Babamızın Sonbaharı, Kolera Günlerinde Aşk, Kırmızı Pazartesi’dir.
Evin duvarındaki gülümseyerek el sallayan resminin fotoğrafını çektikten sonra, Plaza de San Diego’ya geçiyoruz. Adını, günümüzde güzel sanatlar üniversitesi binası olan San Diego manastırından alıyor. Ön tarafındaki rahibe manastırı, günümüzde Santa Clara otelidir. Bu küçük, hareketli ve kalabalık meydanda, bir hediyelik eşya pazarı kurulmuş. Otele dönerken Heredia Caddesi üzerinde, yanıp sönen disko ışıklarıyla ışıldayan, müzik sesinin yükseldiği chiva parti otobüsünün ağır ağır ilerlediğini görüyoruz.