Kolombiya

Farklı ülkelere yaptığım bunca seyahat içinde en çok sevdiklerim ve tekrar gitmek isteyeceklerim Güney Amerika ve Güneydoğu Asya ülkeleri olmuştur. Güney Amerika’da henüz görmediğim ülkelerden Kolombiya, yıllar önce Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı romanını okuduğumdan beri görülecekler listemdeydi. Ön çalışmalarımızı tamamlayıp, güvenli bir seyahat gerçekleştirmek amacıyla irtibat kurduğumuz yerel bir acenteyle detayları planladıktan sonra, unutulmayacak bir programı gerçekleştirmek üzere Kolombiya’ya doğru yola çıkıyoruz.

Kolombiya, Güney Amerika’da hem Pasifik kıyısında hem de Karayip Denizinde kıyısı bulunan tek ülke. 52 milyon nüfuslu, 3 milyon Venezuelalı göçmen bulunuyor. Ülkenin resmi adı Kolombiya Cumhuriyeti ve Christopher Columbus’un soyadından türetilmiş. Günümüz Kolombiya’sının kapsadığı bölgede başlangıçta Muisca, Quimbaya, Tairona yerli kabileleri yaşıyordu. 1499’da İspanyollar bölgeye gelip kolonileştirdiler ve buraya Yeni Granada adını verdiler. Ülke, İspanyollardan 1810’da bağımsızlığına kavuştu.

Kolombiya, dünyanın önde gelen zümrüt kaynağıdır. Brezilya ve Vietnam’dan sonra dünyanın 3. büyük kahve ihracatçısıdır. Kolombiya, kendisinden 10 kat büyük Brezilya’dan sonra dünyanın en fazla biyolojik çeşitliliğe sahip ikinci ülkesidir. Avrupa ve Kuzey Amerika’nın toplamından daha fazla kuş türüne sahiptir. Ülkenin en tanınmış müzisyenleri Shakira ve Juanes’tir. Kolombiya, beş renkli nehir veya sıvı gökkuşağı olarak bilinen Cano Cristales’e ev sahipliği yapar. Serrania de la Macarena ilinde bulunan nehir, temmuz-kasım ayları arasında sarı, yeşil, mavi, siyah arasında renk değiştirir. Geleneksel ulusal sporu Tejo, nesneleri hedefe fırlatmayı içeren bir takım sporudur.

Bogota

İstanbul-Bogota arası direkt uçuş 12 saat 40 dk sürüyor. Polis kontrolünden geçişimiz ve valizleri almamız çok hızlı ve kolay gerçekleşiyor. Burada zaman, ülkemizden 8 saat geride akıyor. Havalimanında 1 Usd=3.750 Pezo kurundan ilk dövizlerimizi bozduruyoruz. Ertesi gün Bogota’da 3.940 kurundan bozduracağız ve Kolombiya’da aldığımız en yüksek oran bu olacak. Para değişiminde, iş, aylık gelir gibi detaylı bilgileri içeren formu doldurmamızı istiyorlar. Banknotların hepsini tek tek damgalıyorlar, damgasız olanlar kabul edilmiyormuş.

Havalimanı, Bogota’nın yaklaşık 12 km batısında yer alıyor. Bizi bekleyen aracımızla yarım saatte otelimize geliyoruz. Otelimiz, Park 93 yakınlarında güzel bir butik otel. Akşam üzeri saatleri olduğu için valizlerimizi odalarımıza bırakıp kısa sürede kendimizi Bogota sokaklarına atıyoruz. Calle 93 üzerinde yer alan otelin konumu çok iyi, çevrede 3-5 dk yürüme mesafesinde pek çok kafe, restoran, market, eczane var, güvenli bir bölge.

Kuzey Bogota’nın Chapinero semtindeki Park 93, popüler kafeler, hareketli gece hayatı mekanları ile bilinir. Parkta sık sık müzik ve sanat festivalleri düzenlenir, kamusal sanat enstalasyonları sergilenir.

Renkli desenli el işi örgülerle giydirilmiş ağaçların çevrelediği parkta yerel bir sergi bulunuyordu. Biraz dolaşıp fotoğraf çektikten sonra, yerel biralardan tatmak üzere parkın bir köşesine bakan BBC (Bogota Beer Company)’e yöneliyoruz. Tıklım tıklım dolu olan mekanın teras kısmında bulabildiğimiz bir masaya oturuyoruz. Kolombiya’da içtiğimiz en pahalı yerel biraların bunlar olduğunu ilerleyen günlerde anlıyoruz. Otele dönüp dinlenmeye geçmeden önce, Centro 93 adlı alışveriş merkezinin avlusundaki Juan Valdez Kafe’de Kolombiya’daki ilk kahvelerimizi içiyoruz.

Sabah kahvaltıdan sonra şoförümüz bizi alıyor. Yoğun sabah trafiği, büyük şehirde olduğumuzu hatırlatıyor. Monserrate’ye çıkmak üzere fünikülere biniş noktasında, rehberimizin beklediği yerde bizi bırakıyor ve 5 saat sürecek şehir turumuz böylece başlıyor.

Bogota, Yeni Granada Krallığının başkenti olarak 1538’de kurulmuş. Deniz seviyesinden 2640 m yükseklikte olup dünyanın La Paz ve Quito’dan sonra dünyanın en yüksek 3. başkentidir. Şehir And Dağları arasında yer alır. Nüfusu 8 milyon. Ziyaret için Nisan-Haziran, Ekim-Kasım ayları en iyi zamandır.

Monserrate, 3152 metrelerde yani şehirden 600 m daha yüksekte. Füniküler ile tepeye çıkış 5 dk sürüyor. 1905’de yapılmış ilk vagon örneği hemen rayların başlangıcında sol tarafta sergileniyor. Bu tepe, koloni öncesi dönemde Muisca yerlileri için kutsalmış, “Büyükannenin ayağı” denirmiş. Hemen karşı tarafta İsa heykelinin göründüğü 3360 m yüksekliğindeki tepe ise Guadalupe, “Büyükbabanın ayağı” olarak bilinirmiş. Haziran ekinoksunda güneş tam olarak Monserrate’nin arkasından yükselir ve Bolivar Meydanından görülürmüş. İspanyol döneminde Monserrate’a kilise ve manastır yapılmış, hac ziyaretleri başlamış. Ziyaretçiler çıplak ayakla veya dizlerinin üzerinde yürüyerek tepeye çıkarmış. Günümüzde yukarı çıkan 2.4 km yürüme yolu ve füniküler dışında teleferik de bulunuyor, ancak şu anda çalışmıyor. Yürüyerek yukarı çıkmak 90 dk civarı sürüyormuş. Fünikülerden inip beyaz renkli kiliseye doğru yokuş yukarı yürüyoruz.

Yolun kenarında Hz. İsa’nın yolculuğunu betimleyen heykellerle haç durakları sıralanıyor. Yemyeşil ortamda kuş cıvıltıları arasında yukarıya doğru 10 dk yürüyoruz. Kilise meydanında herkesin sırayla fotoğraf çektirdiği “Bogota” yazısının bulunduğu fotoğraf noktasını görüyoruz. Bizim ilgimizi daha çok yan taraftaki çepeçevre Bogota manzarası çekiyor. Füniküler ve teleferik istasyonlarına doğru bakınca yeşillikler arasında, biri Fransız biri yerel olmak üzere iki şık restoran görüyoruz. Karşıdaki tepede ise şapel ve beyaz renkli, kollarını açmış İsa heykeli görünüyor. 1946 tarihli heykel 15 m yüksekliğinde yapılmış.

Fotoğraf çektikten sonra merdivenlerden çıkıp, El Senor Caido (Düşmüş Lord/Çarmıhtan indirilmiş İsa)‘ ya adanmış tapınağı barındıran 17. yy tarihli kiliseyi ziyaret ediyoruz. Kilisenin diğer yanından yukarıya doğru çıkınca iki taraflı hediyelik dükkanlarının sıralandığını ve devamında yerel lezzetlerin satıldığı çok sayıda küçük lokantalar ve tezgahlar görüyoruz. Henüz acıkmadık, sadece iri taneli yerel mısırlardan alıp yiyerek diğer patikadan fünikülere doğru iniyoruz.

Fünikülerle aşağıya indikten sonra caddenin karşısına geçip Bolivar’ın evinin yan tarafından geçiyoruz. Simon Bolivar’dan çok Ekvador göçmeni sevgilisi Manuela Saenz’in 19. yüzyılda burada yaşadığı ev, Casa Museo Quinta de Bolivar adlı müzeye dönüştürülmüş. Aşağıya doğru yürümeye devam ediyoruz, biraz uzaktan 17. yy tarihli Las Aquas Kilisesini görüyoruz. Monserrate ile Guadalupe arasındaki San Francisco Nehri, yürümekte olduğumuz yoluna altından akıyormuş, taşmaları önlemek için üzeri kapatılmış. Kanal yanından La Candelaria adlı bölgeye, eski şehir merkezine doğru yürümeye devam ediyor, Santander Meydanındaki Altın Müzesine geliyoruz.

Museo del Oro, 34.000 altın olmak üzere diğer materyal çalışmalarıyla birlikte 55.000 eserle, dünyada kendi türünün en geniş koleksiyonuna sahip. Girişte müze dükkanı ve restoran bulunuyor. 1. Katta İspanyol öncesi dönemlerde çeşitli yerli toplulukların sosyal yapılarını ve inanç sistemlerini yansıtan, çoğunluğu altın eserler, takılar, aksesuarlar, heykelcikler, kaplar, ölülerin kalıntılarının saklandığı toprak küpler sergileniyor. Calima, Quimbaya, Muisca, Zenu, Tierradentro, San Agustin, Tolima, Tairona, Uraba ve Kolomb’dan sonra adı verilen özel bir oda olmak üzere, her kültür için farklı salonlara bölünmüş kalıcı sergi bölümü bulunuyor.

Müzedeki en değerli eserler: Muisca döneminden El Dorado’nun ünlü efsanesini ortaya çıkaran ritüeli tasvir eden ince işlemeli Muisca Salı ile Quimbaya döneminden ritüel amaçlı koka yaprağı çiğnemek için kireç saklamak amacıyla kullandıkları Poporo Quimbaya olarak bilinen yuvarlak bölümleri olan kaptır. Poporo Quimbaya, 1939’da kurulan altın müzesinin koleksiyonunun ilk parçasıdır.

Sergi üst katta da devam ediyor. Son bölümdeki son odaya ziyaretçiler gruplar halinde sırayla alınıyor. Karanlıkta yavaş yavaş ışıklandırma ile başlayan ışık ve ses efektleriyle etkileyici bir şova dönüşen, Muisca döneminden kalan, 1962’de Guatavita’daki kutsal gölden çıkarılan 5000’ den fazla altın eser sergileniyor.

Müzeden çıktıktan sonra Santander Parkının karşı tarafına geçerek Jimenez de Quesada Caddesinin köşesinde uzanan San Francisco Kilisesini görüyoruz. Şehrin ayakta kalan en eski kilisesi olan 1621 tarihli San Francisco Kilisesi, Bogota Katedrali ve Las Aquas Kilisesi ile birlikte Bogota’daki en önemli üç dini yapıdan biridir.

Kiliseyi fotoğrafladıktan sonra Carrera 7 (Calle Real) üzerinde biraz yürüyoruz. Bogota’nın ana caddelerinden biri olan Carrera 7, akşam üzeri saatlerinde daha da hareketlenen, sokak sanatçıları, dükkanlar, restoranlar ile çevrilidir. Sağ tarafta bir binanın duvarında, burada öldürülen siyasetçi Jorge Eliecer Gaitan’ın resmi ve bilgilerinden oluşan bir anıt görüyoruz. 7. Caddeden yürümeye devam edilirse, 4 sokak sonra Calle 11 ile kesiştiği yerde Bolivar Meydanına çıkılıyor. Biz, caddenin karşı tarafına geçip Pasaje Universidad del Rosariao adlı dar sokaktan Zümrüt Pazarının bulunduğu Plazoleta del Rosario adlı küçük meydana geliyoruz. Meydanda üzeri boş bir heykel kaidesi dikkati çekiyor. Buradaki heykel, gösteriler esnasında kırılmış. Calle 12c üzerinde yukarıya doğru yürümeye devam edip Plaza de la Concordia’da sağ taraftaki Calle del Embudo’ya (Funnel Street/Huni sokağı) giriyoruz.

Adını, kaldırımların oluşturduğu açıdan alan ve tepe noktası Plaza de Mercado de la Concordia’ya doğru olan, orijinal taşlarla döşeli bu dar sokağın her iki tarafında duvarları renkli resimlerle süslü eski evler, kafe-barlar sıralanıyor. Sokağın diğer ucu Plaza Chorro de Quevedo adlı küçük bir meydana çıkıyor. Bazı kaynaklara göre Bogota’nın kurulduğu yer aslında burasıymış. Ortasında küçük bir süs havuzu bulunan meydan, kafeler ve hediyelik tezgahlarıyla çevrili.

Meydana çıktığımız yerin bir üst sokağından geriye yürüyoruz. Bu sokağın sonuna doğru, üst tarafı renkli şemsiyelerle süslü Calle de las sombrillas’tan devam edip tekrar Calle 12c’ye çıkıyoruz. Meydandan karşıya geçip Plaza de Mercado de la Concordia’ya geliyoruz. Buradaki merdivenlerden çıkıp tarihi 1934’lere uzanan La Concordia markete giriyoruz. Teras alanında kafeterya, binanın içinde ise hediyelik eşya dükkanları, meyve tezgahları, yiyecek-içecek büfeleri sıralanıyor. La Chicheria adlı barda yerel içkilerden Chicha şat deniyoruz. Chicha: fermente mısır ve baldan yapılan, mango/mora/kırmızı meyveler eklenebilen yerli bira. Tadını pek beğenmiyorum. Geldiğimiz yönden merkeze doğru yürüyerek turumuza devam ediyor, Botero Müzesine geliyoruz.

Botero Müzesi, Bogota’nın tarihi merkezi La Candelaria semtinde, Bank of the Republic tarafından satın alınan kolonial dönemden kalma İki katlı bir konakta, 2000 yılından itibaren ücretsiz olarak halka açılmış. Bu müzede Fernando Botero’nun bağışladığı 208 adet kişisel sanat koleksiyonundan, Dali, Miro, Picasso, Chagall, Monet, Matisse gibi sanatçıların eserleri ile kendi yaptığı resim ve heykellerden oluşan eserler sergileniyor. Boterismo olarak bilinen tarzı, siyasi eleştiriyi ve mizahı temsil edebilecek şekilde insanları ve figürleri büyük, abartılı bir şekilde tasvir ediyor. Rehberimiz, sanatçının şişman ve büyük figürleri için “Detayları daha iyi görülsün diye böyle yaptığını ifade etmiş” diyor. Gülümseten eserlerine mizah duygusu kattığı çok açık.

Girişinde ünlü Mano (El) heykelinin bizi karşıladığı müzede en çok sevdiğim eser tombik Mona Lisa resmi oldu.

Botero Müzesini ziyaret ettikten sonra, Calle 11 üzerinde meydana doğru yürümeye devam ediyor, şehrin 1826 tarihli en eski restoranı ünlü La Puerta Falsa’nın önünden geçerek Bolivar Meydanına geliyoruz. Şehrin ana meydanı, 1821’e dek Plaza Mayor olarak adlandırılıyormuş. Ortasında 1846 tarihli Bolivar heykeli bulunan bu büyük meydanı, Bogota Katedrali, parlamento binası, belediye binası (Lievano sarayı), adalet sarayı çevreliyor. Meydandaki ilk yapı 1539’da yapılan katedralmiş. Şimdiki katedralin yapım tarihi 1823. Katedralde, Bogota başpiskoposluğunun koruyucu azizi Santa Isabel de Hungria’ya adanmış şapelde, şehrin kurucusu İspanyol fetihçi Jimenez de Quesada’nın mezarı bulunuyor.

İspanyol koloni döneminde bu meydan, halka açık pazarlar, sirk gösterileri, boğa güreşlerine sahne olmuş. Meydanda biraz çekim yaptıktan sonra, katedralin yan tarafından San Carlos Sarayı ile Colon tiyatrosunun arasından yürüyerek çıktığımız Carrera 5 adlı sokakta güzel bir kilise olan Senora del Carmen’i fotoğraflıyoruz. Araç ile buluşacağımız noktaya ulaşmak üzere Botero Müzesine doğru yürüyoruz. Rehberimiz ile vedalaşıp otele dönüyoruz.

Ertesi sabah, Eje Cafeteria olarak bilinen kahve bölgesine doğru yolculuğumuz devam edecek.

Bunları da sevebilirsiniz