Mahir Çayan, Hamarat Apartmanı, Efraim Elrom ve Dairemizdeki Kaçak…

Nişantaşı, Baytar Ahmet sokağı, Hamarat Apartmanı.

12 Mart 1971 darbesi sonrası.. Şişli, Osmanbey, Nişantaşı, Teşvikiye semtleri ordu birliklerince sarılmıştı. Sıkıyönetim vardı. Kimse sokağa çıkamazdı.. Orgeneral Faik Türün komutasındaki Birinci Ordu birlikleri, tam teçhizatlı şekilde binlerce kişilik bir kuvvet ile Mahir Çayan ve yoldaşlarını her yerde arıyordu.

Efraim Elrom, eşi Elsa ile..

Bu kişiler, İsrail’in İstanbul Konsolosu Efraim Elrom’u kaçırmışlar ve Kayseri Kapalı Cezaevinden 21 Mayıs 1971 günü Ankara’ya getirilip Askeri Cezaevine konulmuş olan tutuklu ve idamla yargılanacak olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını kurtarmak istiyorlardı. Yani takas yapılmasını hedefliyorlardı.

Efraim Elrom, 6 milyon Yahudi’nin katili olan dünyaca ünlü Alman Nazi Celladı Eichmann’ı, Arjantin’den kaçırıp İsrail’e yargılanmak üzere getiren çok gizli operasyonun içindeki isimdi ve tüm kritik sorgulamalara katılmıştı…

BİNLERCE ASKER, EFRAİM ELROM’U ARIYORDU..

23 Mayıs 1971 günüydü.. Hamarat apartmanı 2 numaralı dairede annemle yaşıyorduk. Annem Hasköy Ortaokulunda tarih öğretmeni idi. Her sabah oldukça yaşlı annem otobüsle veya dolmuşla Hasköy’e gidiyor, ben de Baytar Ahmet Sokağı’ndaki Hamarat apartmanından çıkıp, Nişantaşı Dikilitaşı’ndan sola dönüyor, Rumeli Caddesi boyunca yaya olarak Maçka’daki İstanbul Teknik Üniversitesindeki derslerime gidiyordum.

Ama birkaç gündür, ne ben üniversiteye, ne de annem okuluna gidebiliyordu; çünkü sokağa çıkma yasağı vardı, bu yüzden sokağa çıkamıyorduk.. Her köşe başında askerler vardı..

Binlerce asker, kaçırılan İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u arıyordu..

Bu İsrailli diplomat, Nazi kasabı Eichmann’ı yakalayıp İsrail’e getiren ünlü bir Yahudi idi..

SOYKIRIM’IN BEYNİ, EİCHMANN..

Adolf Eichmann.

Otto Adolf Eichmann (1906 – 1 Haziran 1962), Hitler’e sunduğu “Yahudi Sorununun Nihai Çözümü” önerisiyle, Yahudi Soykırımı demek olan Holokost‘un en büyük organizatörlerinden biri olmuş Alman-Avusturyalı bir SS subayı idi.

Avusturya Nazi Partisi’ne 1 Nisan 1932’de üye oldu. 1933 yılından itibaren 14 ay Avusturya Bölüğünde askeri eğitim aldı. 1934 Eylülünde Himmler’in SD (Güvenlik Servisi)’yi açmasıyla kendini gösterme fırsatını yakaladı.

Hızla üst kademelerine yükselen Eichmann, 18 ay içerisinde 150.000 Avusturyalı Yahudi’nin toplama kamplarına aktarılmasını sağladı. Alman Ordusunun 1939 yılında Polonya’ya girmesiyle beraber Eichmann, Gestapo’ya transfer oldu. Gestapo’nun IV B4 bölümü yani Yahudi sorunu bölümünün başına geçti. Bu yılı takip eden 6 yıl boyunca “Nihai Çözüm” projesinin karargahı burası oldu. Nihai Çözüm, Yahudi nüfusun kitleler halinde yok edilmesini amaçlayan projenin kod adıydı. 1941 yılında toplama kamplarının yenilenip elden geçirilmesi, yeni kampların açılması, gaz ve tren sistemlerinin geliştirilmesiyle bizzat ilgilendi.

20 Ocak 1942 yılında yapılan Wannsee Konferansı sonrası Adolf Eichmann “Yahudi Uzmanı”, diğer deyişle soykırım uzmanı haline gelmişti. “Nihai Çözüm”ün en büyük akıl hocası şüphesiz Eichmann’dı. Yıllardır Yahudi sorunu ile yakından ilgilenmişti. Himmler’den sonra gelen en büyük “Yahudi uzmanı”ydı. Himmler, Eichmann’a dozajı arttırma emrini verince hiç tereddüt etmeden Mobilize Ölüm Birlikleri’ni (Einsatzgruppen) kullanmaya başladı. Bu şekilde iki milyona yakın Yahudiyi öldürdüğü tahmin ediliyor.

Savaşın sonunda, Eichmann ABD güçleri tarafından yakalandı ve kendisini Otto Eckmann olarak tanımlayan sahte belgeler ile SS subaylarının kaldığı birkaç kampta zaman geçirdi. Kimliğinin keşfedildiğini fark edince, Almanya’nın Cham kentindeki işinden kaçtı. Otto Heninger adıyla yeni kimlik belgeleri aldı ve sonraki birkaç ay içinde sık sık yer değiştirdi ve sonunda Lüneburg Fundalığına taşındı.

Başlangıçta ormancılık endüstrisinde iş buldu ve daha sonra 1950’ye kadar yaşadığı Altensalzkoth’ta küçük bir arsa kiraladı. Bu arada, Auschwitz’in eski komutanı Rudolf Höss ve diğerleri, 1946’da başlayan büyük savaş suçlularının Nürnberg mahkemelerinde Eichmann hakkında ezici kanıtlar sundular.

1948’de Eichmann, Arjantin’e gidiş izni aldı ve 17 Haziran 1950’de gemiyle Cenova’dan ayrıldı ve 14 Temmuz’da Buenos Aires‘e vardı.

1952’de ailesini çağırdı ve Buenos Aires’e taşındılar. Bölüm başkanlığına yükseldiği Mercedes-Benz’de iş bulana kadar bir dizi düşük ücretli işte çalıştı. Aile, 14. Garibaldi Caddesi’nde bir ev inşa etti ve 1960 yılında taşındı.

Aralarında Yahudi Nazi avcısı Simon Wiesenthal‘ın da bulunduğu Holokost’tan sağ kurtulan birkaç kişi, kendilerini Eichmann ve diğer Nazileri bulmaya adadılar. Wiesenthal, 1953’te kendisine gösterilen bir mektuptan Eichmann’ın Buenos Aires’te görüldüğünü öğrendi ve bu bilgiyi 1954’te Viyana’daki İsrail konsolosluğuna iletti.

Eichmann’ın babası 1960’ta öldü ve Wiesenthal, özel dedektiflerin aile üyelerinin gizlice fotoğraflarını çekmesi için düzenlemeler yaptı; Eichmann’ın erkek kardeşi Otto’nun güçlü bir aile benzerliği taşıdığı söylendi, çünkü Eichmann’ın o anki fotoğrafı yoktu. Bu fotoğrafları 18 Şubat’ta Mossad ajanlarına verdi.

Arjantin’in Nazi suçlularının iade taleplerini geri çevirme geçmişi vardı, bu nedenle İsrail Başbakanı David Ben-Gurion muhtemelen boşuna bir iade talebinde bulunmak yerine Eichmann’ın yakalanıp yargılanmak üzere İsrail’e getirilmesine karar verdi. 1960 Mayıs’ında yakalama operasyonu için, Mossad ajanı Rafi Eitan, çoğu Shin Bet ajanı olan sekiz kişilik ekibin lideri seçildi.

BUENOS AİRES OPERASYONU

Ekip, Eichmann’ı 11 Mayıs 1960’ta Buenos Aires merkezinin 20 kilometre (12 mil) kuzeyindeki bir sanayi bölgesi olan San Fernando, Buenos Aires’teki Garibaldi Caddesi’ndeki evinin yakınında tespit ettiler. Ajanlar Nisan’da geldiler ve onun rutinini günlerce gözlemlediler ve her akşam yaklaşık aynı saatte işten eve otobüsle geldiğini belirlediler. Otobüs durağından evine kadar açık bir arazide yürürken onu yakalamayı planladılar.

Plan, belirlenen günde neredeyse terk edilecekti. Eichmann genellikle eve bindiği otobüste değilken ancak yaklaşık yarım saat sonra başka bir otobüsten indi. Mossad ajanı Peter Malkin, Eichmann’a yaklaştı ve İspanyolca “Momentito, señor” (Bir dakika, efendim) dedi. Eichmann korkup kaçmaya çalıştı, ancak Malkin’in birkaç ajan arkadaşı Eichmann’ın yolunu kesti. Malkin onu boynundan yakaladı, güreşerek yere yatırdı, yerde boğuştu ve Buenos Aires’in dışındaki güvenli bir eve götüren arabaya bindirdi. Eichmann’ı arabada yerde bir battaniyenin altına sakladılar.

Mossad’ın güvenli evinden birine götürülen Eichmann, dokuz gün boyunca orada tutuldu, bu süre zarfında kimliği iki kez kontrol edildi ve doğrulandı.

20 Mayıs gece yarısına doğru Eichmann’a, Mossad ekibindeki İsrailli bir doktor tarafından uyuşturucu iğne yapıldı ve uçuş görevlisi gibi giydirildi. Birkaç gün önce İsrail heyetini Mayıs Devrimi’nin resmi 150. yıldönümü kutlamalarına taşıyan El Al Bristol Britannia uçağıyla Arjantin’den kaçırıldı.

İsrail’e vardılar ve Ben-Gurion ertesi öğleden sonra Knesset’e Adolf Eichmann’ın yakalandığı haberini verdi. Golda Meir, kaçıranların İsrail ajanları değil, özel kişiler olduğunu iddia etti, bu da olayın yalnızca “Arjantin yasalarının münferit bir ihlali” olduğu anlamına geliyordu.

2006’da gizliliği kaldırılan ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) belgeleri, Eichmann’ın yakalanmasının CIA ve Batı Alman Bundesnachrichtendienst’te (BND) alarma neden olduğunu gösteriyor. Her iki örgüt de Eichmann’ın Arjantin’de saklandığını en az iki yıldır biliyorlardı, ancak Soğuk Savaş’taki çıkarlarına hizmet etmediği için harekete geçmediler.

Her ikisi de Eichmann’ın Nürnberg Yasaları da dahil olmak üzere birçok Yahudi karşıtı Nazi yasasını birlikte yazan Batı Alman ulusal güvenlik danışmanı Hans Globke hakkındaki ifadesinde neler söyleyebileceği konusunda endişeliydi. Belgeler ayrıca her iki kurumun da Avrupa komünist ülkeleri hakkında casusluk yapmak için Eichmann’ın eski Nazi meslektaşlarından bazılarını kullandığını ortaya çıkardı.

SANSASYONEL EİCHMANN DAVASI

Eichmann, İsrail’deki Yagur’daki müstahkem bir polis karakoluna götürüldü ve burada dokuz ay kaldı. İsrailliler, onu yalnızca belgelerdeki kanıtlara ve tanık ifadelerine dayanarak yargılamak istemediler, bu nedenle, dökümleri toplam 3.500 sayfadan fazla olan günlük sorgulamalara tabi tutuldu.

Sorguyu yapan kişiler, ulusal polisten Başmüfettiş Avner Less ve Efraim Elrom idi… Öncelikli olarak Yad Vaşem ve Nazi avcısı Tuviah Friedman tarafından sağlanan belgeleri kullanan Less, Eichmann’ın ne zaman yalan söylediğini veya kaçamak davrandığını çoğu zaman belirleyebiliyordu. Eichmann’ı yaptıklarını kabul etmeye zorlayan ek bilgiler ortaya çıktığında, Eichmann, Nazi hiyerarşisinde hiçbir yetkisi olmadığı ve yalnızca emirlere uyduğu konusunda ısrar edecekti.

Eichmann’ın kaldığı hücre üçe dört metre büyüklüğündeydi. Güvenlik önlemleri muazzamdı, çünkü İsrail hükûmeti Eichmann’ın intihar edebileceğinden korkuyordu. Hücresinde günün her saati bir gardiyan oturuyordu ve hücre kapısının arkasında bir anlığına meslektaşını gözetleme deliğinden izliyordu. Çıkış kapısının arkasında başka bir koruma görevlisi duruyordu. Hücrede gece gündüz ışıklar yanıyordu ve bir polis doktoru günde iki kez Eichmann’ı muayene ediyordu.

Eichmann’ın Kudüs Bölge Mahkemesi’ndeki özel bir mahkemede yargılanması 11 Nisan 1961’de başladı. Eichmann’a yöneltilen suçlamaların yasal dayanağı 1950 Nazi ve Nazi İşbirlikçileri (Ceza) Yasasıydı, bu yasa uyarınca insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, Yahudi halkına karşı suçlar ve bir suç örgütüne üyelikti. Duruşmaya üç yargıç başkanlık etti: Moshe Landau, Benjamin Halevy ve Yitzhak Raveh. Başsavcı, İsrail Başsavcısı Gideon Hausner, Başsavcı Yardımcısı Gabriel Bach ve Tel Aviv Bölge Savcısı Yaakov Bar-Or tarafından destek verildi.

Eichmann’ın yakalanmasından kısa bir süre sonra İsrail kabine toplantısında, Adalet Bakanı Pinchas Rosen, “Onu savunmayı kabul edecek bir İsrailli avukat, bir Yahudi veya bir Arap bulmanın imkansız olacağını” ve bu nedenle yabancı bir avukatın gerekli olduğunu belirtti.

Duruşma boyunca yüzden fazla tanık çağrıldı ve binlerce belge delil olarak sunuldu. Özellikle, toplama kamplarından sağ kurtulanların ifadeleri, Avrupa Yahudilerine yönelik zulmün ve imha edilmesinin dehşetinin geniş bir kamuoyunun dikkatine sunulmasına katkıda bulundu. Uluslararası medya bu muhteşem dava hakkında kapsamlı haberler yaptı.

“Eichmann Davası” özellikle Alman kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı. Tüm büyük Alman günlük gazeteleri ve televizyonları, Kudüs davası hakkında kapsamlı ve neredeyse her gün haber yaptı. Eichmann’ın suikast girişimlerinden korunması için kurşun geçirmez camdan bir kabinin içinde oturtuldu. Bina, gazetecilerin duruşmayı kapalı devre televizyonda izlemesine izin verecek şekilde değiştirildi ve oditoryumda 750 koltuk mevcuttu. Video kasetler, ertesi gün yayın için Amerika Birleşik Devletleri’ne günlük olarak gönderildi.

Yüzlerce belge ve 112 tanığın (çoğu Holokost’tan kurtulan) dahil olduğu kovuşturma davası 56 gün boyunca sunuldu. Hausner, polisin sadece 30 tanık çağırma tavsiyelerini görmezden geldi; Çağrılan tanıklardan sadece 14’ü savaş sırasında Eichmann’ı görmüştü. Hausner’ın niyeti yalnızca Eichmann’ın suçunu göstermek değil, aynı zamanda tüm Holokost hakkında materyal sunarak kapsamlı bir kayıt oluşturmaktı. Hausner’ın açılış konuşması şöyle başlıyordu: “Bu tarihi davada tek başına sanık sandalyesinde olan Nazi rejimi değil, tarih boyunca antisemitizmdir.”

Duruşma 14 Ağustos’a ertelendi ve karar 12 Aralık’ta okundu. Eichmann, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, Yahudi halkına karşı suçlar ve bir suç örgütüne üyelikten 15 farklı suçtan hüküm giydi.

AYALON HAPİSHANESİ BAHÇESİ’NDE İNFAZ

Tehcir trenlerindeki korkunç koşullardan ve bu trenlere Yahudilerin doldurulmasından sorumlu tutuldu. Yahudilere karşı işlenen suçlardan suçlu bulunmasının yanı sıra Polonyalılar, Slovenler ve Romanlara karşı işlenen suçlardan da hüküm giydi. Ayrıca, Eichmann, Nürnberg davalarında suçlu ilan edilen üç örgüte üyelikten suçlu bulundu: Gestapo, SD ve SS.

Yargıçlar, cezayı değerlendirirken, Eichmann’ın sadece emirlere uymadığı, aynı zamanda Nazi davasına yürekten inandığı ve soykırımın kilit faillerinden biri olduğu sonucuna vardılar.

1 Haziran 1962’de, Eichmann sadece kendisinin bulunduğu Ayalon hapishanesi bahçesinde asılarak ölüme mahkûm edildi.

Eichmann’ın cesedi özel olarak tasarlanmış bir fırında yakıldı ve sabaha karşı saat 04.00’da, külleri bir İsrail Donanması devriye botu tarafından Akdeniz’e, İsrail karasularının dışına saçıldı. Eichmann’ın Celladı Shalom Nagar’dı. Eichmann, İsrail yargısı tarafından yargılandıktan sonra ölüme mahkûm edilen ve idam edilen tek kişidir. (1- Kötülüğün Sıradanlığı – Hannah Arendt – Metis Yayınları, 2- Eichmann Davası üzerine – Marsel Russo – Şalom Kitap, Mart 2010.)

BİZİM DAİREDE BİR KAÇAK VARDI

Annemle birlikte Hamarat apartmanındaki dairemizde birkaç gündür hiç dışarı çıkmadan bekleyiş içindeydik.. Radyodan Efraim Elrom’un kaçırılma konusu ile ilgili sert sıkıyönetim bildirileri okunuyordu.

THKP-C kurucusu Mahir Çayan.

Mahir Çayan ve arkadaşları ile kaçırılan konsolos sürekli aranıyordu..

Askerler, her dairenin kapısını çalıyorlar, kapı açılmayınca kapıları kırarak içeri giriyorlardı..

Endişe içindeydik..

Çünkü bizim evde de, bir kaçak vardı..

Korkumuz bundandı.. Ben, apartman dış kapısını içerden görebilen bizim 2 numaralı daire kapısının göz deliğinden sürekli apartman kapımıza bakıyor, sokağımızı görebildiğim kadar görebiliyor, yüzlerce askerin gidip geldiklerini izliyordum. Teker teker her apartmana giriliyor, daire kapıları çalınıyor, açılınca hemen eli silahlı askerler içeri doluyorlardı. Açılmayan kapılar hoyratça kırılıyordu.

Çevreden kırılan kapı gürültüleri ve feryatlar gelmekteydi.

Korku içindeydik.

Üstelik, mim’liydim, son iki yıldır polis, bizim dairenin zilini çalıyor ve benim evde olup olmadığımı, ne yaptığımı Malatyalı kapıcımıza ve anneme soruşturuyordu.. Çünkü on binlerce kişiyi Beyazıt Meydanı’ndan Taksim meydanına yürüyerek kafileler halinde ilerleten anti-emperyalist Kıbrıs mitinglerinde elde mikrofon öncü rolde bir talebe lideriydim.. (Deniz Gezmiş’e belki on defa bu yürüyüşlerde plan haricinde bir ey yapmamasını telkin ederdim. Ne gezer!. Tam Taksim meydanına gelindiğinde göğsünden bir Amerikan bayrağı çıkarır, küçük bir şişeden benzin dökerek alkışlar içinde yakardı..)

Dahası, Hamarat Apartmanında bizim dairede sakladığımız kişi bulunursa ailece mahvolurduk; ben hemen tutuklanırdım, hele annemin başına neler gelirdi, belki artık emekliliğine yaklaşmış olan annemi, öğretmenlikten atarlardı.

Bütün bu olup bitenler, Efraim Elrom’un kaçırılması ile ilgili idi..

İSRAİL GİZLİ SERVİSİ MOSSAD ELEMANI

Efraim Hofstadter Elrom (23 Ocak 1911 – 22 Mayıs 1971), Adolf Eichmann’ın Arjantin’den kaçırılması operasyonuna ve tüm sorgulamalarına katılmıştı.

1911’de, Yahudilerin nüfusun yarısını oluşturduğu Stanislav’da doğdu. O sırada Polonya sınırları içinde olan bu şehir, bugün Ukrayna’da. Henüz genç bir çocukken katıldığı Yahudi gençlik örgütü (Maccabi Hatzair) daha sonra, İsrail devletinin kurulmasında büyük rol oynayacaktı.

Mühendislik lisesinde okudu, 1933’te İngiliz mandası altındaki Filistin’e göçtü ve Hayfa bölgesindeki Hadera’da “Notre Dame” takma adıyla anılan, Yahudi polis gücüne katıldı. İngiliz polis gücünün “eki” olarak görülen bu yapı, 1936-39 arasında, İngiliz Mandası’na karşı yürütülen büyük Arap Kalkışması’nın bastırılmasında önemli rol oynadı ve Yahudi direniş örgütü “Haganah” yönetiminde hareket ediyordu.

1936’da Manda polis gücüne katıldı, aynı zamanda artık Haganah’nın bir mensubuydu. Küçük yaşta Stanislav’da yakınlaştığı Elsa, 1939’da Avrupa’dan kaçtı, çift aynı yıl İskenderiye’de evlendi, ertesi yıl, daha sonra bir kazada kaybedecekleri oğulları Gideon doğdu. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra manda polisinin yerini alan İsrail polisine katıldı ve kısa zamanda yükseldi.

Çeşitli yolsuzluk ve casusluk soruşturmalarında görev aldı. Tel- Aviv polis soruşturmalar bölümünün başına geçti, ulusal karargâh’ta birçok önemli sorgulamayı yürüttü.

1957’de, Arjantin’de bir İnterpol konferansı’na katıldı ve Mossad tarafından Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın yerinin bulunmasıyla görevlendirildi, Eichmann’ın Buenos Aires’te 11 Mayıs 1960’ta yakalandığı Mossad operasyonunda yer aldı, Nazi kasabının sorgularına katıldı.

Oğlu Gideon Elrom, 1969’da bir uçak kazasında ölünce, Efraim Hofstetter, soyadını onun ikinci adıyla değiştirdi. bu değişikliğin biraz da güvenlik sebebiyle yapıldığı iddiası da var, çünkü Efraim Elrom adıyla aynı yılın ağustos ayında İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu’na atandı.

ELROM KAÇIRILIYOR..

17 Mayıs 1971 tarihinde İsrail İstanbul Başkonsolosluğuna giderken Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) militanları Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Necmi Demir, Oktay Etiman ve Ziya Yılmaz tarafından kaçırıldı. Militanlar, konsolosun serbest bırakılmasına karşılık Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının salıverilmesini istediler.

Eyleme ise “1 Mayıs Harekâtı” ismini verdiler. İsmin kaynağı ise normalde eylemin 1 Mayıs’ta planlanmasından dolayı idi. Ama eylem, bazı aksaklıklardan dolayı 2 hafta ertelenmişti. Kaçırılma eyleminden sonra THKP-C, İsrail Başkonsolosluğu önündeki bir varile “Amerikancı Bakanlar Kurulu’na” isimli bildiriyi bıraktı. Bildiri şöyle idi:

.. 17.5.1971 – Saat: 17.00

Amerikancı Bakanlar Kurulu’na

Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, 1 MAYIS HAREKÂTI’nda, Ortadoğu halklarının baş düşmanı Amerikan Emperyalizminin maşası Siyonist İsrail’in Türkiye Başkonsolosu olan ve de ülkemizdeki Siyonist hareketlerin organizasyonunda önemli rolü olan Efraim Elrom’u kaçırmıştır. Efraim Elrom’un hayatına karşılık, derhal şu şartların yerine getirilmesi gerekmektedir:

1. Tutuklu bulunan bütün devrimcilerin derhal serbest bırakılması (Yer sonra bildirilecektir),

2. Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi’nin 1 No’lu bülteninin 07.30, 13.00, 19.00 ve 22.45 TRT Haber Bültenleri’nde 3 gün devamlı ve eksiksiz anons edilmesi,

3. Mühlet doluncaya kadar polisin ve diğer zabıtanın hiçbir takibe girişmemesi ve aleyhte propaganda yayın yapılmaması.

Mühlet bu ültimatomun verildiği tarihten itibaren 3 gündür. Şartlar yerine getirilmezse derhal Efraim Elrom kurşuna dizilecektir. (Mühlet: 20.5.1971, saat 17.00’ye kadar.)

İmza: Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Merkez Komitesi..”

Olayı öğrenen dönemin başbakanı Nihat Erim, yardımcısı Sadi Koçaş’a hemen bir bildiri yazdırdı. Bildiri bizzat Sadi Koçaş tarafından saat 22.45’te radyoda okundu. Bildiri özet olarak şöyledir:

“Konsolos derhâl serbest bırakılmazsa örgütle (yani THKP-C) uzak-yakın ilişkisi olan herkes ve gençleri kışkırtanlar derhâl gözaltına alınacak. Kaçırılma olayına karışan ve/veya yardım edenler idam cezasıyla yargılanacak. Eğer cinayet gerçekleşir de Elrom öldürülürse bu kanun geçmişe dönük olacak.”

Sıkıyönetim Komutanlığı ise kaçırılma olayının ardından 16 No.’lu şu bildiriyi yayımladı:

..Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 16 No’lu Bildirisi:

Suçlulara ihtar,

1-Elinizde tutuklu bulunan İsrail Başkonsolosu’nu en kısa zamanda serbest bırakın, hiçbir veçhile sakın silaha davranmayın.

2-Aksi takdirde er-geç ele geçecek olan suçluların tümünün aslı fail olarak yargılanacaklarını ihtar ederim. Faik Türün.. Orgeneral.. 1. Ordu ve Sıkıyönetim komutanlığı..”

ASKERLER, ARTIK TÜM NİŞANTAŞI’DA..

Arkerler tümüyle, Nişantaşı’ndaydı..

Saatler sonra dairemizin kapısının gözdeliğinden bakarken, artık bizim apartmanın önünde yoğun bir asker birikiminin olduğunu ürpererek gördüm.

Korkudan titrediğimi bunca yıl sonra hatırlıyorum.

Gözdeliğinden ayrılıp salona gittim.

Anneme, “Geliyorlar anne..“ dedim.

Annem koridordan evin arka bölümüne sakince geçti, kilitli oda kapısını açtı, içerideki kaçak kişiye, “Korkma.. Ben burada oldukça seni bulamazlar.. Ama dolabın arkasına geç, yere çömel.. ” dedi. Adamın üstüne masa örtümüzü serdi..

Sonra oda kapısını açık bıraktı ve önüne bir sandalye koydu..

Sandalyeye oturdu, başörtüsünü taktı ve gözlüğünü taktı ve elindeki Kuran-ı Kerim’i okumaya başladı.

Hayretle anneme baktım.

O anda Yunan işgalini yaşamış ailemizin İzmir’deki evini basan Yunan askerlerinin, içeride altın, silah, bayrak ve kaçak Türk askeri aradıkları sahneler gözlerimin önünde belirdi. Annemin anlattıklarına göre, ev halkından olan bütün hanımlar, kızlar, kız çocukları başörtüleri kuşanıp ellerine tespihler ve Kuran’lar, Yasin ve Mevlit kitapları alıp birbirlerine yaslanarak başlarını öne eğerek, evin içindeki en loş odada bir divana sıralanmışlardı. Ancak hanım sırasının en köşesinde simsiyah çarşafa bürünmüş Kuran okuyan başı ve yüzü kapalı kadın, gerçekte işgal sabahı birliğinden kaçarak evine sığınmış bir neferdi, küçük amcamız İzzet Efendi idi.

Yunanlılar, İzzet amcamızı fark edemeden sadece bayrağımızı alıp evden gitmişlerdi.

Bayrağı da evimizin önünde yakmışlardı.

İNFAZ KARARI ALINIYOR

Bir gün önce (22 Mayıs 1971, Cumartesi) Hamarat apartmanın 5 numaralı dairesinde Mahir, Ulaş, Hüseyin, Oktay, Saffet, İlyas, Hüdai, Nazan buluşurlar.. Elrom, bir odada bağlı ve ağzı bantlıdır..

Önlerinde birkaç seçenek vardır.

Elrom’un, Saffet’in evine nakledilmesi..

Elrom’u evde bırakarak evin terk edilmesi..

Elrom’un başında birkaç kişinin kalarak, aramanın bu şekilde atlatılması..

Elrom’un öldürülerek evin hemen terk edilmesi..

Ortam gergindir.. Fısıltı ile konuşulmakta ama sert tartışmalar geçmektedir. Oysa bir askeri araç çalınmış, Elrom’u kaçırmak için apartmandan az ötede bekletilmektedir. Ancak vakit dardır ve dikkat çekilebilecektir.

Nazan ile Saffet çıkarlar..

Zaman hızla ilerler..

Mahir, Hüdai, Oktay (Etiman), Ulaş (Bardakçı), Hüseyin (Cevahir), İlyas, yeniden ne yapılmasını tartışırlar..

Bir ara Ulaş, İlbay apartmanında saklı bulunan Ziya, Necmi ve İlkay’ın görüşlerini alıp geri gelir. Karara katılacakların bildirmişlerdir.

Sonunda konsolosun infazında karar kılınır.

İlyas ve Hüdai, evden çıkarlar.

Hüseyin ile Oktay, geride iz bırakmama düşüncesiyle ev sahibi kadına gidip kira sözleşmesini almak için evden ayrılırlar. Ev sahibesini bulamayan ikisi, Saffet’in Fatih Molla Gürani sokaktaki evine ulaşmaya çalışırlar.

Hamarat apartmanında Elrom’un başında sadece Mahir ve Ulaş kalır.

Polis takibine delil olabilecek evde ne varsa toplanır.

Saat 18.00..

Radyonun sesini açarlar.

6.35’lik tabanca, Elrom’un başına dayandı ve üç el ateş edildi..

El ve ayaklar çözüldü, bantlar çıkarıldı ve ev hızla terk edildi.

Bir daha bu konuyu konuşmadılar.. (Mahir Eylem Günlüğü – Ali Yıldırım – İtalik Yayınları, 2015)

BİZİM APARTMAN ASKERLERCE BASILIYOR

Ertesi günü (23 Mayıs 1971) dairemizin göz deliğinden apartmanın giriş koridorunu ve dış caddeyi net görebiliyordum..

Kapıcı, dış kapıyı askerlere açtı..

Belki onlarca asker bir anda içeri dolmuştu.

Üçe ayrıldılar. İlk ekip bizim üst katlara hızla tırmandı. İkinci ekip alt kata, kapıcı dairesine ve kalorifer dairesine indiler. Son ekip, yani geri kalanları bizim yan dairenin kapısını çaldılar, açan olmayınca kapıyı kırıp çatışma düzeninde içeri girdiler.

Üst katlardan da tartışma, çığlıklar ve kapı kırılma sesleri gelmeye başladı.

Hayret..

Bizim daireyi atlamışlardı..

Sessizce geri çekilip, anneme sus işareti yaptım ve “Gittiler” dedim, fısıltı halinde..

Annem hiç istifini bozmadı, okumaya devam etti.

Yeniden göz deliğine gittim..

Az sonra 5. Numaralı dairede Elrom’un cesedini buldular. Tarih, 23 Mayıs 1971 Pazar sabahı saat 04.15’ti. 

Bu kez daha yüksek rütbeli askerler, sivil giyinmiş daha önemli kişiler, galiba M.İ.T. ve emniyetçiler, belki CIA ve MOSSAD filan apartmana doldu.

Bizim kapıyı çalan yoktu..

Elrom’un cesedini sarıp sarmalayıp dışarı çıkardılar.

BİZİM DAİREDEKİ KAÇAK KİMDİ?

Bizim evimizdeki kaçağa, tehlikenin geçtiğini söyledik. Sürekli içkiden kıpkırmızı olmuş gözlerinden iki damla yaş aktı…

Ama her zaman yaptığı gibi, önündeki tuz kasesinden bir avuç tuz aldı, yaladı ve votka şişesini ağzına dikti.

Hep böyle yapardı.

Hiç yemek yemezdi..

Kahrından sanki ölmek istiyordu..

Sokağımızın üzerindeki Lebon Pastanesi’nden börek çörek alırdım, yakındaki Sütiş restoranından tavuzlu pilav alır getirirdim, döner kebap alırdım.. Elini bile sürmezdi..

Bir deri kemik kalmıştı..

Göztepe Futbol Takımı’nın ünlü forvet futbolcusu, Milli maçımızda Yunanistan’a tek golümüzü atmış olan kaçak kişiye zaten top oynadığı gençlik yıllarında bile, Kemik Emcet veya Geberik Emcet derlerdi..

1950’li yıllarda Göztepe futbol takımının ünlü futbolcusu Emcet Sayar.

Sevgili eniştem Emcet Sayar, çok iyi bir insandı… Teyzem Mualla’nın eşi idi.. Dünya tatlısı, yardımsever bir gümrük muhafaza memuru idi. Ama çok içerdi. Böyle bir içki ortamında, akşam aleminde Altınordu Kulübü Başkanı Candoğan Sakoğlu, ona bazı kağıtlar imzalatmıştı. Böylece gümrükten geçişi yasak olan, kota dışı elektrik malzemeleri geçirilip piyasaya toptan satılmıştı. Vurgun büyüktü!..

Eniştem tutuklandı, ama kaçtı..

Kadeş vapuru ile İzmir’den İstanbul’a geldi, Karaköy iskelesinde onu karşıladım ve Nişantaşı’ndaki evimize getirdim. Sakladık..

Sıkıyönetim dönemiydi..

Aranıyordu. Bizde saklandı..

Kaderin yönetimindeki tarih ona, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Efraim Elrom’u öldürdüğü Hamarat apartmanında rol biçmişti…

Elrom’un cesedi bulunduktan sonra, annem, eniştemi karşısına aldı, teslim olması için ikna etti.

Emcet eniştem, İzmir’e dönüp teslim olmaya ikna oldu.. Benim de okulum bitmiş, mezun olmuştum. Ben de İzmir’e dönecektim. Evlenecektim çünkü..

Annem de Hasköy Ortaokulu’ndan İzmir’e dönme kararı aldı. İzmir İmam- Hatip Okulu’na öğretmen olmak istiyordu, dilekçesini verecekti..

Annem günler sonra, cinayeti 5 numarada kızlı erkekli oturan talebelerin işlediğini gazetelerden okuyunca “İyi çocuklardı, çok üzüldüm..” dedi. Nedenini sorunca, “Beni tanırlardı, çarşıdan dönerken, filemi çantamı eve kadar taşırlardı..”, demez mi?..

Eniştem teslim oldu.. İzmir’deki yargılanmada hemen beraat etti. Onu son gördüğümde, ailesi ile birlikte Karşıyaka Çöplük semtinde, bir evde huzur içinde yer yatağına kıvrılmış, orada yatıyordu..

Bir süre sonra öldü..

Ama aklımda şu kaldı: Kuran okuyan bir yaşlı kadının oturduğu daireye bakmaya, askerler niçin akıl edememişlerdi..Niçin bizim daireyi es geçmişlerdi?..

Annem beş sene sonra İzmir İmam – Hatip Lisesi’nden emekli olup vefat ettiğinde, bir Ramazan bayramı birinci günü, hem de Cuma günü idi, cami avlusunda yüzlerce İmam Hatip’ten eski talebeleri saflaşarak yer aldı.. Müftü, imam, müezzin ile dolu kalabalığa derin biçimde hüzünle bakarken, Hamarat apartmanını askerlerin bastığı o müthiş günü ve elinde Kuran’ı ile bir kaçağın bulunduğu odanın önündeki anamı gözlerimin önüne getiriyordum…

KIZILDERE ÇATIŞMASI NASIL GERÇEKLEŞTİ?..

26 Mart 1972’de Tokat şehrine bağlı Kızıldere köyünde gerçekleşen ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi’ne (THKP – C ) mensup 9 solcu militanın ölümüyle sonuçlanan bir silahlı çatışmadır.

Çayanist militanlar, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını talep eden devam eden davayı etkilemek istiyorlardı. Mahir Çayan ve arkadaşları, daha önce İsrail Büyükelçisi Ephraim Elrom‘u kaçırıp öldürmüşlerdi.

Ephraim Elrom’un öldürülmesinden sonra, Türk hükümeti Mahir Çayan’ı bir çatışmada yakalamayı başardı ve Maltepe askeri hapishanesine koydu. THKP-C militanları Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ve THKO militanları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, 29 Kasım 1971’de bir tünel kazarak hapishaneden kaçmayı başardılar.

Kaçışlarının ardından Çayan ve arkadaşları, 26 Mayıs 1972’de Ordu’daki Ünye Radar İstasyonu’ndan iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyeni taleplerini dayatmak için kaçırdılar. Deniz Gezmiş ve diğer iki militanın infazının durdurulmasını talep eden bir muhtırayı, kaçırdıkları üç teknisyenin kasasına bıraktılar.

29 Mayıs 1972’de gerillaların saklandığı ev askeri komando güçleri tarafından kuşatıldı. Çayan ve arkadaşları teslim olmayı reddettiler.. Çatışmalar başladıktan sonra Çayan öldürüldü ve rehineler geri kalan gerillalar tarafından vuruldu. Çatışmalar devam ederken, samanlıkta saklanarak hayatta kalmayı başaran Ertuğrul Kürkçü hariç, diğer tüm gerillalar öldürüldü.

Kızıldere Olayı, 1980 askeri darbesine giden yolu açan olaylardan biridir.

UĞUR MUMCU NE YAZDI?

Cumhuriyet gazetesi yazarı Uğur Mumcu, 12 Eylül Darbesi’nden sonra 17 Eylül 1980 günü yayımladığı yazısında, 12 Mart dönemini değerlendirerek Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi isimlerin gerçekleştirdikleri banka soyma, adam kaçırma, adam öldürme, fidye isteme gibi eylemleri “bireysel terör” olarak tanımladı.

İsrail Başkonsolosu Elrom’un kaçırılıp öldürülmesinin, “Türk soluna, işçi sınıfına, halka hizmet etmediğini; aksine 12 Mart zulmünün başlamasına katkı sağladığını, meşru savunma dışında hiçbir cinayetin haklı olarak görülemeyeceğini” savundu. THKP-C’yi, “terör örgütü” olarak tanımlayan Mumcu, silahlı eylemlere karşı çıkılması gerektiğini şöyle ifade etti:

“Solun başvuracağı tek yöntem yasal çizgiler, anayasal çerçevelerdir. Barışçı yollarla oluşmalıdır. Adam öldüren, cinayet işleyen solculuk; hainlik, katillik ve halk düşmanlığıdır!” (Uğur Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi, Gözlem sütunu – ‘Geçmişe Bakıp – 17 Eylül 1980.)

Kendisi de bir terör olayında öldürülen Uğur Mumcu’ya katılmamak elde mi?

Bunları da sevebilirsiniz