Dağarcık Türkiye Standı.. Ve 68’liler…
TÜYAP İzmir Kitap Fuarlarındaki “Dağarcık Türkiye” standı, nükleer bomba gibi ateşli bir yerdi, iki metreye iki metre idi, sıkışık ama alabildiğine ideolojik olarak geniş bir arenaydı; sıkı düzeyde fikir ve eylem arenası yani. TÜYAP İzmir Kitap Fuarlarında hep orada buluşurduk.. Zihni Çetiner, Abdürrahim Sercan, bendeniz ve yöneticimiz akademisyen Enis Musluoğlu..
Kitap fuarlarında ömrümüzü tüketirken bulunmakta en çok keyif aldığım kitap standı, burası idi. Çünkü burada gerçek 68’liler bulunurdu. Bizim Dağarcık’ta Sosyalizmden Kemalizme, Faşizmden Emperyalizme, Kürt sorunundan Ulusalcılık ufuklarına kadar nice konu yıldırım gibi akıp giderdi; her an, her saniye karşılıklı bir bilgi ve anılar paylaşımı içinde, genellikle Abdürrahim Hocadan arta kalan kırıntı zamanlarda fikir ve felsefe beyan etme durumunda kalırdık.
Talat Aydemir dönemi ihtilalcilerinden gerçek sosyalist devrimci Zihni Çetiner, dostu olmaktan onur duyduğum yiğit bir insandı. Zorlu hayatı ve ideolojik görüşleri üzerine kitaplar yazmış, ihtilalcilikten devrimciliğe şu vatan kaldırımlarını namusu ve inancı ile adımlamış bir arkadaşımızdı; standımızda onun sohbetlerine doyum olmazdı. Arada sırada Abdürrahim Hocanın Şamanizmden keskin yurtseverliğe akan görüşlerini kesip; hafif fırçalamayla karışık ileri yorumlar getirmeye çalışırdı, bu arada ben de tarih konularında ahkam keserim.
Abdürrahim Sercan’mız, Mustafa Kemal’in bir öğretmeni, devrimci, kitap ve makaleler yazan, Karşı Devrim’e kılıç sallayan, Kemalizm’den hiç ödün vermeyen sohbeti tatlı adamdı; ikide bir, “Fidel Carstro devrim esnasında Havana’da dedi ki, Che Guevera ise Bolivya’da şunu yaptı, böylece Emperyalizmi şapa oturttu, Mustafa Kemal filanca tarihte filanca yerde kuru fasulye yerken yanındaki yaverine demiş ki..” gibisinden inançlı sunumlara geçer; bu arada kalın parmağını ileriye doğru hep öğretmen gibi sallardı.
Bu iki güçlü inançları olan adamlar, bir zamanlar 68’liler Vakfı standında bulunurlardı, sonra Dağarcık Türkiye standına transfer oldular…
Bu arada öğrenciler, afili kodaman siyasiler, eski pörsük militanlar, bazı çakal CHP milletvekili adayları, uyanık kitap avcıları ve yeşilimsi çevre aktivistleri de standa uğrarlar, ama üç tabure bizim takım tarafından işgal edildiği için epey ayakta dikilirler ve biraz sonra yoğun ideolojik tartışma havasından etkilenip hemen başka yönlere tüymenin yolunu bulurlardı.. Bizim stant, işte böyle bir yerdi. Günümüzde Zihne ve Abdürrahim artık bu fani dünyada olmadıkları için standımız epey öksüz kalmıştır..
Azap Osman destanı
Antepli devrimci, 68 kuşağının ilerici öğretmeni, Küba devrimin aşığı Abdürrahim Sercan Hoca, bazen celallenir, biz arkadaşlarına Karayılan, Şahin Bey gibi Fransız Emperyalizmine karşı kelle koltukta dövüşen Gazi Antep’in savaşçılarını anlatırdı. Bir gün “Azap Osman”ı anlatmıştı. Dinleyelim bakalım:
“ Gaziantep’te o günlerde şehirde kime dokunsan patlayacak bir barut gibiydi. Fransızlar Antep’i işgal etmiş; kadın, çocuk, yaşlı demeden önüne geleni öldürüyorlardı. Sokaklarda patlama sesleri çığlıklara karışıyordu.
Bir gün tüfekçi Yusuf’un dükkânına sinirden yumruklarını demir gibi sıkmış bir adam girdi. Ve derdini anlatmaya başladı:
“.. Ağam, adım Osman. Köylüler bana “Azap Osman” derler. Anlayacağın rençperim. Aynı zamanda da iyi avcıyım. Düşman çocuk, kadın demeden öldürüyor. Bana bir tüfek lazım. Elimde bir tüfeğim olsa attığım gâvuru indiririm aşağıya.. Ama en başından söyleyeyim cebimde hiç param yok”..
Tüfekçi Yusuf karşısında dimdik duran adama uzun uzun baktı, adeta boğazı düğümlenmişti. Ama ne yazık ki hiç tüfek yoktu elinde, olan tüfekler de direniş çetelerine dağıtılmıştı. Yeni tüfek bulmak da imkânsızdı.
Daha Yusuf sözünü bitirmeden Osman dükkândan ayrılmıştı. İçinden söylene söylene yürüyordu. Düşman bomba yağdıracak, ben de ölümleri izleyeceğim ha… Olmaz olmaz mutlaka silah bulmalıyım. Eve gelmişti ve evde dört dönüyordu, mutlaka silah bulmalıydı ama satıp para edecek hiçbir eşyası da yoktu. Derdini karısına anlattı Şehre bomba yağıyor mutlaka.. Silah bulmayalım …
Azap Osman bir çözüm bulmuştu. Ancak bulduğu çözüm müydü yoksa çözümsüzlük mü onu bilmiyordu. Hanımına çözümü anlattığında kadının gözleri doldu. Boğazı düğümlenmişti kadının ama başka bir çaresi yoktu. Hemen suyu ısıttı ve bahçede oynayan kızı Ayşe’yi çağırdı ve sımsıkı sarıldıktan sonra güzelce yıkadı. Kınalar yaktı…
Gece kızını yanına aldı uyudu ve sabah en güzel elbiselerini giydirdikten sonra hadi kızım baban seni biraz gezdirecek sakın babanın sözünden çıkma dedi ve ikisini arkalarından ağlayarak uğurladı. Kadın konuşamıyordu, adeta hayat durmuştu o an kadın için..
Azap Osman’ın tüfekçi Yusuf’un yanına uğramasının üstünde tam 15 gün geçmişti ve yine uğradı. Ama bu sefer yüzü gülüyordu. “Yusuf usta silah dedim yok dedin. Ben silahı buldum ama mermi almaya param yetmedi, bari mermiler senden olsun” dedi…
Yusuf usta şaşırmıştı Nereden buldun bu tüfeği dedi, Uzun hikâye anlatırım dedi Osman. Yusuf usta, “Tamam mermiler benden ama tüfeği nerden bulduğunu anlatırsan. Sen anlat bakalım nerden buldun bu tüfeği?” …
Osman derin bir nefes aldı ve biraz da sıkılarak anlatmaya başladı…
“.. Baktım ki şehirde her yaşta çocuk öldürülüyor. Benim de elinden öper bir kızım var, annesi akşamdan yıkadı, kınalar yaktı, sabah da en güzel elbiselerini giydirdi ve evden çıktık. Beraber Halep’e gittik. Orada çocuğu olmayan zengin bir aileye evlatlık olarak verdim… Halep’ten de o parayla bu silahı aldım ama mermiye param yetmedi” dedi.
Yusuf ustanın o an gözleri doldu. Sanki o mermileri kendisi yemişti. Buğulu gözleriyle gitti içerden zulaya sakladığı mermilerden Osman’a verdi. Osman dükkândan silahına sarıldığı gibi çıktı, koştuğu yerde sarıldığı silah değildi adeta kızına sarılır gibi sımsıkı sarılıyordu…
İşte Gaziantep bu anlatılması güç kahramanlar sayesinde kurtuldu. Şehitliği göze almış kahramanlardan daha kahramandı Azap Osman… Bu ve bunun gibi onlarca kahramanlık destanlarıyla düşmana teslim edilmedi Antep, daha fazla ne söylenebilir…
Bu öyküyü yıllar yılı bizzat babasının yaşlı gözlerle anlatımından bilen Tüfekçi Yusuf ustanın kızı, Şule Yıldırımdemir Tüfekçi, yıllar sonra yazdığı “Kınalı Kız” şiirinde anlatmıştı …
KINALI KIZ
kınalı kız
anamın kucağından aldın
tut elimi gidiyoruz dedin
nasıl sevindim baba?
daha dün anam
parmaklarımı tek tek öpüp
kına yakmıştı
kınalı ellerim ne güzeldi
sen görmedin
bir elinle beni tuttun
diğer elinle anamı savurdun
sahi, anam niye çok ağladı baba?
ben yeni öğrendim yürümeyi
senin adımlarına yetişemem ki
ne olur biraz yavaşla
hem bak
ellerim kınalı baba
bütün evler arkamızda kaldı
belki; aha şu tepeye çıkarsak
oradan görürüm, çökmeye yüz tutmuş evimizi
nasılda yoruldum
bilsem konuşmayı
sana dönelim diyeceğim
anamı özledim, acıktım?..
ama… sen durmuyorsun ki baba
beni sırtına aldın
uyu kızım dedin
çok üşümüşüm
sen beni ısıttın baba
yüksek dağların ötesine geçtik
bir başka diyara geldik
beni öptün kokladın
geldik kızım dedin
işte yeni evin burası
bir tüfek parası berdelin olsun
kızım Antep’e kurban olsun
bıraktın ellerimi
kınalı ellerim ne güzeldi
sen görmedin baba
bilirim sevgini koydun gittin bana
fakirliği onuruna yediremedin
herkes çabalarken sen durup seyredemedin
anladım artık neden kınalı ellerim?
bir haksız savaşa kurban oldum amma
sen bir daha dönmedin baba?
koca başlı dağların ardında
bırak bir kızın olsun
gözyaşlarım
berdel ettiğin tüfeğe kurşun olsun
bu dünyada haksızlık son bulsun
benim adımı Antepli yüreğine sorsun
baba hakkım sana helal olsun!
Cambaz Osman
Abdürrahim hocayı, her dinlediğimizde Kurtuluş Savaşımızın isimsiz kahramanlarını öğrenirdik. Bir kitap fuarında, benim ve Zihni’nin de katıldığı bir panelde hocamız, bu kez Cambaz Osman’ı anlatmıştı.
“… İstanbul’un Topkapı semtinde yasayan, unvanı “Cambaz” olan Topkapılı Cambaz Mehmet, Çanakkale Savaşlarında sıradan bir erdir. Gösterdiği kahramanlıklardan dolayı, er Topkapılı’ya, onbaşı şeridini Albay Mustafa Kemâl verir. “Göreyim seni Topkapılı” diyerek.
Topkapılı’nın kahramanlıkları sürer. Çavuş şeritlerini Topkapılı’ya uzatırken de Albay Mustafa Kemâl yine “Göreyim seni Topkapılı!” diyerek cesaretlendirir.
Çanakkale’de dökülen kanlara rağmen Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış ve 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması ile silâhları bırakıp düşmana teslim olmuştu.
Anafartalar kahramanı Mustafa Kemâl Paşa da, Topkapılı Cambaz Mehmet de artık işgal altındaki İstanbul’dadırlar. Mustafa Kemâl Paşa, üç kez Padişah Vahdettin ile, birçok kez de Osmanlı Hükûmetinin Sadrazamı Damat Ferit Paşa ve kabine üyeleriyle konuşmuş, vatani düşman elinden kurtaracak önerilerde bulunmuş ama sonuç alamamıştır. Şişli’deki evinde en yakın arkadaşlarıyla sık gizli toplantılar yapan Mustafa Kemâl Paşa, Anadolu’ya geçip, Kurtuluş Savaşı’nı orada başlatmanın yollarını aramaktadır.
Atatürk, bir gün Cambaz Mehmet’i yanına çağırır? 13 Kasım 1918’de. (Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından, önce 13 Kasım 1918’de fiilen, sonra da 16 Mart 1920’de resmen işgal edilen İstanbul’da işgale karşı bir takım gizli kuruluşlar ortaya çıktı. İşgal altındaki bir şehirde ortaya çıkan bu kuruluşlar doğal olarak gizliliği ön planda tutuyorlardı.)
Bir gün sonra.. 14 Kasım 1918..
Topkapı’nın arka sokakları. Uzayıp giden ağaçlar arasında gizlenmiş demir parmaklıklarla çevrili bahçesinde üç çoban köpeğinin dolaştığı ahşap bir ev. Evin büyük odası.. Orta masada bir gaz lambası. “Pencereyle köşe duvarı arasına yerleştirilmiş kanepede uzanan Topkapılı Cambaz Mehmet, yağmurun sesini dinliyor ve kafasından bir gün önce Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı görüşmeyi geçiriyordu.
“Göreyim seni Cambaz Mehmet Bey!” sözleri beyninde yankılanınca, geçmişi canlanıyor gözlerinde. Topkapı’daki üç sınıflı mahalle mektebinden haylazlığı yüzünden ayrılışı daha sonraları İstanbul’un sayılı külhanbeyleri arasında sivrilişi…
Topkapı’daki üç sınıflı mahalle mektebinden haylazlığı yüzünden ayrılan Cambaz Mehmet, Topkapı’nın tulumba takımında gösterdiği başarıları, deli yüreği ve gözü karalığı ile çevrenin sayılı külhanbeyleri arasında hızla sivrilir. Kısa sürede namı bütün İstanbul’a yayılır. İstanbul’un ünlü kabadayıları kendilerine bağlılıklarını bildirir.
Cambaz Mehmet için söylenen sözleri şöyle özetleyebiliriz: “Çok zekidir. Şeytana külahı ters giydirir. Tazı gibi koşar. Silah atmada ve bıçak sallamada üstüne yoktur. Zalimlere karşı gaddar, mazlumlara karşı merhametlidir. İstanbul’da 50 bin silahlı adamı vardır. Gizli işlerin yolu Topkapılı’dan geçer. Aynı zamanda padişahın amansız düşmanıdır.
Topkapılı, Mustafa Kemal’in emrine binaen görüşmelerini kendi evinden yürütüyordu. Yine bir akşam Ali Bey ve arkadaşları ile gizli bir görüşme yapacaklardı. O gece eve Yüzbaşı Emin Ali Bey’den başka Deniz Yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey, polis müdürü Saraz’lı Ahmet Niyazi Bey ve diğer arkadaşları gelmişlerdi.
İlk asker elbisesini Çanakkale’de giyer Topkapılı. Önce onbaşı daha sonra çavuş şeritlerini bizzat Mustafa Kemal’in elinden alır. Mustafa Kemal bu gözü pek, yiğit insanın yeteneklerini Çanakkale’deyken keşfeder. Kafasında, Anadolu’da bir “Milli Hükümet” oluşturma fikri kesinleşen Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçmeden kısa süre önce Cambaz Mehmet’i çağırır ve emirlerini bildirir. Sonra omuzlarını sıvazlar ve “Göreyim seni Cambaz Mehmet Bey” der.
Toplantıda alınan istihbarata göre 13 Kasım günü İtilaf devletlerinin savaş gemileri limana geldiği haberi alınmış, buna karşı Osmanlı devleti hükümetinin hiçbir karşı harekette bulunmayacağı belirtilmiştir. Bunun üzerine Cambaz Mehmet “Arkadaşlar bu millet asla uşak olamaz..” diye söze başladı. Mustafa Kemal’in emirlerini arkadaşlarına da anlattı. Önce İstanbul’da örgütleneceğiz sonra depo ettiğimiz silah ve cephaneleri Anadolu’ya kaçıracağız. Bunun yanında Kurtuluş mücadelesine katılacak cesur Türk gençlerini Anadolu’ya kaçıracağız.
Toplantının ardından herkes bu görüşmenin saklı kalması üzerine yemin etti. Düşman komutanını kaçıracaktık: 13 Kasım 1918 Türk tarihinin unutulmaz günlerinden biriydi. Cambaz Mehmet’e göre; düşmanın ilk hedefi “Anafartalar Kahramanı” olacaktı. “En küçük bir tutuklama girişiminde düşman komutanını kaçıracağım” diyordu.
Miralay İsmet Bey’in Harbiye Nezareti müsteşarlığına getirilmesi haberi M.M. grubu üyelerini çok memnun etmişti. Çünkü bu sayede, terhis olan erlerin adreslerini ve ordudan alınan silahların nerede depolandığını öğrenmiş olacaklardı.
Anadolu’ya Silah Kaçırmanın Yolları: Birinci yol olarak Karadeniz kanalı. Küçük deniz araçlarıyla silahlar önce Mürsel’e oradan da İç Anadolu’ya gönderilecek. Ağır silahlar ise İtalyan tüccarlar tarafından taşınacak.
İstanbul’un tüm hırsız ve yan kesicileri göreve çağırıldı, Topkapılı: “Depolardan silah çalma işini üzerime alıyorum. İstanbul’un bütün tanınmış hırsızları, yankesicileri benim emrimdeler. Bu insanlar hırsızdırlar, yankesicidirler ama aynı zamanda sizin kadar, benim kadar vatanseverdirler.”
Topkapılı’nın evindeki toplantılar devam ediyor ve M.M.grubuna katılımlar her geçen gün artıyordu.
Tulumbacılık yıllarında, yıllarca yangınlara su pompalayan Cambaz Mehmet, Kurtuluş Savaşı’nın aort damarlarına kan pompalayacak olan M.M. Grubunu kurar. Daha sonra bu gruba M.M. Grubu’yla Ankara arasındaki bağlantıyı sağlayacak olan İstanbul Telgrafhane Müdürü İhsan Bey’de katılır.
Mustafa Kemal Paşa’nın koruma işini de Topkapılı bizzat üzerine almıştı. Bu gelişmelerin ardından yurdun çeşitli bölgelerinde meydana gelen Türklere karşı Rumların ve Ermenilerin işkenceleri artmıştı. Mustafa Kemal Paşa bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için o bölgeye gitmesi gerekiyordu. Bunun için görevlendirilmesi gerekiyordu. Harbiye nezaretindeki arkadaşlarının nüfuzlarını kullanması ile Mustafa Kemal’in istediği gerçekleşti ve Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin oldu.
Bu durum İtilaf devletlerinin hoşuna gitmeyeceğinden bir takım hazırlıkların yapılması gerekiyordu. 15 Mayıs 1919 günü Galata rıhtımında olağanüstü önlemler alındı. Amaç Mustafa Kemal Paşa ile 19 kişilik maiyetinin Bandırma vapuruna sağ salim binişini sağlamaktı. Ayrıca yolculuk esnasında da güvenliği sağlayacak Cambaz Mehmet 50 fedaisini vapura yerleştirmişti.
Milli Müdafa Grubu İstanbul’da birçok hıyanet şebekesi ortaya çıkarmıştı. Bunlar içinde; Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Amerikan Mandası vb. cemiyetler vardı. Bu cemiyetleri etkisiz hale getirmek yine M.M. Grubuna düşüyordu. Saraydaki her türlü konuşma Damat Ferit’in yaverleri ve hizmetçileri tarafından Topkapılı’ ya ulaştırılıyordu.
Anadolu’daki silahlı mücadeleye destek için gerekli silah ve cephanenin temininde Topkapılı’nın adamları büyük bir ustalıkla çalışmış ve bir gecede koca bir cephanelik boşaltılmış, ardından Taksim ve Maçka kışlaları da boşaltılmıştı.
M.M. Grubunun merkezi güvenlik nedeniyle başka yere taşınmıştır. Şimdi yapılacak daha önemli bir iş vardı: Damat Ferit’in konağını kontrol edecek M.M. ajanı gerekiyordu. Bu iş için olağan üstü yakışıklı mülazım-ı evvel (üsteğmen) Galip Bey biçilmiş kaftandı. Genç üsteğmen Galip Bey’in Damat Ferit’in yalısından göndereceği haberleri dikkatle bekleniyordu.
Ferit Paşa’nın yalısında General Harrington’un şerefine verilen yemekte tercümanın hastalanması üzerine Galip Bey tercümanlığı başarı ile yapmış ve İngiliz Generali’nin istediği cevapları verince hem Damat Ferit’in hem de General’in güvenini kazanmıştı.
Ferit Paşa yalısındaki sevgili: Üsteğmen Galip ile Ferit Paşa yalısında özel kalem müdürünün Nazan adındaki kızı birbirlerine aşık oldular. Galip Bey bu ilişkiden yararlandığında sadrazamın çalışma odasının anahtarı ve Osmanlının her türlü sırrı M.M Grubunun eline geçmiş oluyordu. Hilafet Ordusu: Damat Ferit Türk Milleti’nin bağrında yeşeren Kurtuluş Ordusu’nun karşısına Hilafet Ordusu’nu çıkarmıştı. Galip Bey büyük bir başarı gösterip; Hilafet Ordusu’nun hareket planlarını ele geçirip Anadolu’ya bildiriyordu. Böylece Hilafet Ordusu daha harekete geçmeden karşı tedbir alınıyordu. Galip Bey’in bu üstün başarısı kendisini tehlikeli bir duruma düşürdüğünden deşifre olmaması için Anadolu’ya çağrıldı. Ve Büyük Kumandanın yanında yerini aldı.
General Harrington istihbarat başkanlığına Yüzbaşı Bennet’i getirmişti. Bennet İngiliz hükümeti adına önemli işler yapıyor, bu da Topkapılı Cambaz Mehmet’in hoşuna gitmiyordu. Bunun üzerine Yüzbaşı Bennet’e bir suikast düzenlendi. Bennet ölmedi ama bacağından aldığı darbe ile tedavisine İngiltere’de devam edildiğinden etkisiz hale getirilmiş oldu.
Bu olay üzerine Topkapılı ve arkadaşları idama mahkum edildi.
Hafız Kemal; Camilerde verdiği vaazlarla Mustafa Kemalin yapmış olduğu mücadelenin haklılığını vurguluyordu. Topkapılı memnundu, böyle din adamlarına ihtiyaç vardı.
Silah, silah, silah; Anadolu’da Türk Ordusu Büyük Taaruza hazırlanıyordu. Bunun için silaha ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılayacak yer Maçka kışlasıydı. Burası bir İngiliz taburu tarafından korunuyordu. Kışlanın cephaneliğini boşaltacak emin bir yol aranıyordu. Nihayet Topkapılı düşüncesini açıkladı: Cephanelik tünel kazılarak boşaltılacaktı.
Plan başarıyla uygulandı. İngiliz askerlerinin çok iyi koruduğu cephanelik içten içe boşaltıldı. Boşaltılan sandıkların içine toprak yerleştiriliyordu.
Bütün Depolar İnceleniyor: Topkapılı’nın İstanbul’da beş bin usta hırsızı görev başındaydı. Anadolu’ya tez elden top gönderilmesi gerekiyordu. Gelen raporlara göre Rami kışlası bu konuda gerçekten yararlıydı. Bir gece yarısı Fransızlar’ın gözü önünde Fransız askeri üniforması giymiş Türkler tarafından boşaltıldı.
Yunanlılara İngiliz desteği önleniyor: M.M. Grubunun yapması gereken çok önemli bir şey kalmıştı: İstanbul’da Yunanlılara sürekli yardım eden 50 bin kişilik İngiliz ordusu tereddüde düşürülmeliydi, ama nasıl? Topkapılı: “Arkadaşlar biliyorsunuz Anadolu’dan gelen bütün mektuplar İngilizler’in kontrolünden geçiyor. ”Eğer Anadolu’da Yunan ordusuna son darbenin vurulacağı haberi ile bir de İstanbul’da biraz kıpırdanmalar olursa İngiliz ordusu kıpırdamak istemeyecektir. Sonuç olarak bu plan tutmuştu. Türk ordusu Yunanlılar’ı İzmir’de denize dökmüştü. Ardından Mudanya Konferansı toplanmış İngiliz ve Yunanlılar’ın kolu kanadı kırılmış oldu. Hemen sonra Lozan Barış Konferansı, 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılması ve İstanbul hükümetinin boyunduruğundan kurtulmuş Türk ulusunun gerçek temsilcisi T.B.M.M. hükümeti milletin gerçek temsilcisi olmuştur.
Ankara Ekspresinde iki yolcu: Mehmet Bey ve Nurettin Bey görevlerini yapmış olmanın huzuru ile Ankara’nın yolunu tutmuşlardı. Topkapılı Nurettin Bey’e “Tarih böyle bir zafer yazmamıştır”, ”Mustafa Kemal Paşa 1918 yılında Şişli’deki evinde konuşurken büyük zaferin pırıltılarını görmüştüm. O zaman bana Mehmet, Çanakkale’de nasıl kazandıysak yine kazanacağız. Hele sizin gibi kahraman Türk evlatları oldukça ordumuzun yenilmesi imkansızdır” demişti.
Mehmet Beyi Mustafa Kemal Paşa karşıladı; hoş geldin, nasılsın bakalım diyerek elini uzatıyordu. Oturdular sohbet ettiler, Mustafa Kemal Paşa kendisine İstanbul mebusluğu teklif etti. Topkapılı, Paşa’nın teklifini kibarca reddetti. Mustafa Kemal de,”Hiç değişmemişsin Mehmet yine o eski Topkapılı Cambaz Mehmet!”
İstanbul’un Kurtuluşu: 6 Ekim 1923 günü büyük komutanın muzaffer ordusu İstanbul’a giriyordu. Topkapılı bu sahne karşısında sevinç gözyaşlarını döküyordu.
1932 yılının haziran ayında hayata gözlerini kapayan Cambaz Mehmet, TBMM’nin 24 Haziran 1923 tarihli oturumunda oybirliğiyle kendisine bağlanan 1500 liralık maaşı kabul etmez. Bir tavuğun 12.5 kuruşa satın alındığı bir dönemde kendisine bağlanan 1500 liralık maaşı getiren yaveri Nurettin Bey’e hayret dolu gözlerle bakarak şöyle der:
“Ben bir şey yapmadım. Vatanım için, Mustafa Kemal Paşam için üzerime düşen görevi yerine getirmeye çalıştım. Hizmetleri gerçekleştiren arkadaşlarımdır. Ben buna layık değilim. Hayır, bana bunu yapamazlar.” Ve Nurettin Bey’e son emrini verir: “Hemen gidin ve aylık iradı [maaşı] Hilal-i Ahmer’e [Kızılay] devir muamelesini yapın.”
Topkapılı 1932 yılı Haziran ayında öldü. Milli mücadeledeki hizmetlerine mükafaten İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Kurtuluş savaşının adsız kahramanlarından biri daha böylece tarih oluyordu. Topkapılı Cambaz Mehmet’in oğlu Ali Büyükyılmaz babası gibi küçük yaşına rağmen babasının adına yakışır bir vaziyette bir Milli Müdafaacı olarak kendine düşen görevi yapmıştır.”
Hey gidi devrimci 68’li Abdürrahim Hoca, anlattıklarınla gözlerimize yaş dolardı.
Öte alemde, yine Bombacı Zihni’nin yanı başında, kim bilir hem tartışır, hem birbirinize küser, hem de kucaklaşır mı olmaktasınız?..
Kitap fuarlarında Dağarcık Türkiye standı nelere şahit olmuştu, bir yazan olsaydı bari… Kıskanırdım ikinizi..
Abdürrahim hoca, kitap fuarlarında yıllarca “68’liler Vakfı” ve “Dağarcık Türkiye” standlarında Zihni Çetiner ile yan yana görev yaptı. Duvarında daima Türk bayrağı asılıydı. Yan tarafta ise Che Guevera, üstte ise Üç Fidan..