ABD seçimleri, özellikle de başkanlık seçimleri, bazılarına sürpriz oldu. Başkanı belirleyecek 7 kilit eyalet vardı (Arizona, Georgia, Michigan, Nevada, North Carolina, Pennsylvania, Wisconsin) ve Trump yedisini birden kazandı. Trump’ın seçimi kazanacağını tahmin edenler bile yedi eyaleti birden, üstelik yanında bir de Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi ve Senato’yu alacağını pek tahmin etmiyordu. Bir anlamda sürpriz oldu.
Demokratlar seçim sonrası oturup konuşmaya başladılar. Daha sola yakın demokratlar bu yenilgiyi halktan kopmakla açıkladılar, bence haklılar da. Kilit eyaletlerde işçi sınıfının belirleyici olması bekleniyordu, daha doğrudan yapılan söylemler etkili oldu. Trump’ın alım gücü konusundaki vaatleri ve Demokratlara getirdiği eleştirilerin ne kadar samimi olduğunu zaman gösterecek. Öte yandan, söylem düzeyinde Trump’ın karşılığı varmış, ne sağdan ne soldan reddetmenin mümkün olmadığı bir gerçek.
Peki şimdi Trump’ın başkanlığı, partisi Cumhuriyetçilerin de ABD Kongresinin iki kanadına birden hakim olması ne demek? Cumhuriyetçilerin her konuda yekpare, tek bir sesle hareket edeceğini düşünmek makul değil fakat görünen o ki Demokratların bazı gündemlerine karşı olan direnişleri ortak ve tavizsiz görünüyor. Politik doğruculuk, kürtaj, bireysel silahlanma, toplumsal cinsiyet gibi kültürel alanlarda Cumhuriyetçiler son derece birleşik duruyorlar. Asıl mesele politik ekonomide çözümlenecek gibi duruyor. Cumhuriyetçilerin ne kadarı küreselleşmeye devam etmek istiyor? Ne kadarı doların hakimiyetinin ne kadar sürdürülmesi gerektiğini düşünüyor? Elon Musk, Vivek Ramaswamy gibi alışılagelmişin dışında davranan sermayedarların aklındaki düzen nedir? Tüm bu sorular ABD’nin uzun vadedeki planlarını değiştirir mi emin değilim, bu tür stratejiler uzun vade için uzun vadede kurulan oyunlar. Fakat stratejik planların nasıl yürütüleceğini, kime ne rol düşeceğini etkileyecektir. Nitekim seçim sonuçlarının bence bu kadar sarsıcı olmasının nedeni de buydu. Jeopolitiğin kuralları üç aşağı beş yukarı herkes için aynı fakat oyuncuların kim olacağı önemli bir soru. Diğer bir deyişle, suyun başında kimin olacağı suyun kaldırma kuvvetini değiştirmiyorsa da suyun paylaşımını derinden etkiliyor.
Trump’ın eyaletlere daha fazla yetki bırakacağı da konuşuluyor. Yani bazı kararların federal hükümetçe değil de eyaletler tarafından alınması gerektiğinden söz edenler var. Eğitim sisteminde eyaletlere daha büyük pay biçileceği söyleniyor. Elon Musk ve Vivek Ramaswamy’nin başına geçeceği söylenen “Hükümet Verimliliği Bakanlığı” da aslında bunun bir sonucu. Sermayenin bir kısmı çok açıkça daha az regülasyon ve daha çok özgürlük istiyor. Şimdi diyeceksiniz ki sermaye hep bunu istemiyor mu? Sermaye, elbette her çıkar grubu gibi kendisi için en iyi olan neyse onu isteyeceğinden, bazen korumacılık bazen de özgürlükten yana.
Bir başka mesele de gümrük vergileri. Trump pek çok yeni verginin yanı sıra, yabancı ürünlere ciddi gümrük tarifeleri öne sürdü. Korumacılık ve izolasyonculukla ananlar var. Bana kalırsa ABD’nin ekonomisini daha fazla üretip daha az tüketmeye yöneltmek için attığı bir adım.
Bunun dışında teknokratik olduğu düşünülen bazı kurumlarda prosedürler aynen devam ediyor gibi. Fed Başkanı Powell, Trump’ın istemesi halinde görevden çekilip çekilmeyeceği sorusuna çok net bir hayır yanıtı verdi. Fakat öyle tahmin ediyorum ki merkezi hükümetten bağımsız çalışan tüm kurumlar tekrar gündeme gelecek, bunların çalışma ilkeleri, süreçleri ve hedefleri tartışalacak. Fed demişken enflasyondan da söz etmek gerek elbette. Gelecek gümrük vergileri nedeniyle enflasyonun artacağından, alım gücünün düşeceğinden söz edilse de bu ancak hem uzun vadede gerçekleşecek bir şey hem de bunu iddia edenler dışarıdan gelen ürünün azalmasının talebe olan yansımasını hesaba katmıyorlar gibi geliyor. Yine de bekleyip göreceğiz.
Dış politikada da “Önce Amerika” demesi, uluslararası örgütlere olan kuşkucu yaklaşımı derken Trump’ın izolasyoncu olacağı konuşuluyor. Şimdi gerçekten de elimizde birkaç veri var: Dış politikada “Önce Amerika” diyen bir Trump, eyaletlere daha fazla yetki verilmesi ve federal bazı kurumların yetkisinin azaltılması gerektiğini düşünen önemli Cumhuriyetçiler, gümrük vergileri. Tüm bunlara bakıp ABD’nin yeni dönemde izolasyoculuğa yakın bir politika izleyeceğini düşünenler var. Ben inanmıyorum, nedenini de açıklayayım.
Bir konuda harekete geçmemek de bir çeşit hareket, bir konuda karar vermemek de bir çeşit karardır. Trump’ın da bazı konularda kesin yorumlardan kaçınması, savaşları hemen bitireceğini söylemesi, gümrük politikasıyla birlikte düşünülünce akıllara “izolasyonculuk” tartışmasını getirdi fakat gerçekçi bulmuyorum. ABD’nin “izolasyoncu” bir politika izleyeceğini iddia edenler ABD’nin geçmişte, özellikle de 19. yüzyılda izolasyoncu bir politika izlemiş olduğu varsayımından yola çıkıyorlar. Halbuki Monroe Doktrinini bir “izolasyonculuk” olarak değil de Avrupa’ya söylenmiş, “benim kıtamdan uzak dur” uyarısı olarak düşünmek lazım. Başka yere yayılacak veya gücünü aktaracak olan her devlet önce kendini izole etmek zorundadır. 19. Yüzyılın en büyük emperyal gücü olan Birleşik Krallık’ın bir ada devleti olması tesadüf değil. 20. Yüzyılın ilk yarısındaki Japon emperyalizmi de yüzyıllarca sürmüş bir izolasyonun sonucunda doğdu. Nereye bakılırsa bakılsın izolasyonculuk, çok da ironik bir biçimde, izole bir kavram değildir. Mutlaka önü ve arkası vardır.
Aynı şekilde bugün ABD’nin gümrükleri arttırması veya askeri müdahaleler konusunda daha temkinli davranmasını yaklaşan bir izolasyon olarak yorumlamak bence mümkün değil. Olsa olsa, bir çeşit hazırlık dönemi olarak düşünülebilir. Elbette hazırlık yükselen Çin ekonmisinin daha da büyük bir askeri ve politik güce dönüşme ihtimali.
En güçlüsünden en mütevazısına, uluslar kaderlerini tayin ederken şu veya bu insanın veya partinin hatrına yollarını belirlemiyorlar. Bir insanın veya partinin yapacağı en fazla zaten nesnel kriterlerle aşağı yukarı zaten belirlenmiş olan yolun nasıl yürüneceğine karar vermek olabilir. ABD’deki çok yaygın şahin/güvercin tartışması da küreselcilik/ulusalcılık tartışması da bunun birer izdüşümü.
Her seçim olduğu gibi bu seçimde de “hızlı uzmanlaşmanın” kurbanı olduk diye düşünüyorum. Ezbere bilenen bir Amerikan izolasyonculuğu tarihi ile Trump hakkında popüler yazında yazılıp çizilenlerin birleşimi hızlı bir tarif doğurdu. Her zaman olduğu gibi iki çaremiz var: daha çok okuyup daha çok değerlendirmek, bir de bekleyip görmek.