İki yıldır enflasyonla yatıp kalkıyor, neredeyse 1,5 yıldır da enflasyonla “mücadele ediyoruz. Mücadele etmesine ediyoruz ya da toplumun özellikle dar gelirli kesimlerine, ulusal sanayiye, tarıma ciddi bedeller ödetme pahasına mücadele ediyormuş gibi yapıyoruz ancak, “mücadeleyle geçen” bu sürecin sonunda gelinen noktaya bakıldığında ortada, enflasyonla mücadelede somut bir mesafe alındığını gösteren tek bir sonuç yok. İş o kadar komik hale gelmiş durumda ki, Merkez Bankası kendi koyduğu enflasyon hedefini üç kez revize etmiş yani yükseltmiş durumda. Cumhurbaşkanı ve Maliye Bakanı tersini iddia etseler, enflasyonda ciddi bir gerileme olduğunu söyleseler de durum bu.
Gelinen bu başarısızlık noktasının nedeni, enflasyonun kaynağı konusundaki teşhisin yanlışlığıdır. Şu anki politikaları savunan iktidar kanadı ve destekçisi piyasacı kesime göre enflasyonun nedeni, seçim öncesi uygulanan ekonomi politikalarıyla rasyonel/ortodoks politikalardan ayrılınmış olması yani enflasyon yükselirken, faizler artırılmayarak zamanında önlem alınmamış olması olarak ifade edildi.
Neoklasik iktisadın, günümüzde hiç de doğruyu göstermeyen gözlüğüyle bakıldığında, ilk bakışta doğru kabul edilebilecek bu tespitin en önemli sorunu, değeri, başka ülke merkez bankalarının kendi çıkarları ve siyasi hesapları doğrultusunda aldıkları kararlarla belirlenen paralarla, devlet (merkezi yönetim ve belediyeler) ve özel sektörün (büyük kısmı yabancı sermayeli) yapılan borçlanmaların enflasyonun temel nedeni olduğu gerçeğini görmezden geliyor ya da saklıyor oluşudur.
Bu kandırmaca, söz konusu dış borçla büyüme yalanının, 12 Eyül Darbesinin baskı ortamında, Özal-Evren ikilisi tarafından TÜSİAD destekli olarak yürürlüğe konulmasıyla başlayıp, günümüze kadar istisnasız tüm iktidarlarca uygulanmış/uygulanıyor olmalarının doğal sonucudur. CHP’li görünümlü Selin Sayek Böke’nin, AKP’li görünümlü Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’e olan, saklamadığı hayranlığı, aynı misyonun misyonerleri, aynı takımın elemanları olmalarından kaynaklanmaktadır.
Ulusal kalkınmaya ve ekonomik bağımsızlığa son vermeyi, çağa uyma diye pazarlayan, bütüncül planlamanın yerine monte edilen Orta Vadeli Program gibi hiçbir yaptırımı olmayan ciddiyetsiz belgelerle meşrulaştırılmaya çalışılan bir borçla büyüme yani borç parayla ödünç refah yaratarak insanları işler iyi gidiyormuş algısı yaratarak kandırma operasyonu. Gerçekte olan ise siyasi iktidarların, bu günü kurtarmak adına geleceği, ekonomik yani ulusal bağımsızlığı rehin verdikleri, vatandaşın bu sürece direnemeyecek şekilde ekonomik olarak düşkün ya da bağımlı hale getirildiği, bedelinin ise tüm ulusça ama esas olarak dar gelirli kesimler, emekliler ve ulusal nitelikli olan üreticilerce, enflasyon adı altında ödendiği bir trajedi.
Durum aynen budur. Enflasyonun en önemli nedeni, devlet ve özel sektörün yurt dışından “özgürce” ve fahiş faizlerle borçlanılıp, bu faizin, finansman maliyeti adı altında özel sektörce fiyatların, siyasi iktidarlarca da kamuca üretilen hizmetlerin bedelinin içerisine katılıyor olunmasıdır.
Kalkınması özel sektörün keyfi kararlarına bağımlı, kamu kaynaklarının teşvik, destek adı altında özel sektörün cebine akıtıldığı bir ekonomi, halkın zararına, patronların yararınadır. 2024 yılı ikinci çeyreği sonu itibarıyla ve devlet ve özel sektörün toplam dış borcu yaklaşık 512 milyar dolardır ve özgürce alınan bu borçların azımsanmayacak bir kısmının da, danışıklı şirket gurupları içi işlemlerle kişisel servetlere dönüştürüldüğü de gözden kaçırılmamalıdır.
Euronews isimli internet sitesinde yayınlanan 07.02.2024 tarihli habere göre, “Türkiye 2003-2023 arasında faize 563 milyar dolar ödedi. 2023’te 28,4 milyar dolara ulaşan faiz ödemesi 2011 yılından bu yana yıllık en yüksek değer oldu. 2023’te iktidarın topladığı 100 lira verginin 15 lirası faize gitti. 2024 yılında toplanacak vergilerin de en az 17 lirası faize gidecek”. ” Haber şu şekilde devem ediyor, “ İktidar 2024 yılında 8 trilyon 437 milyar lira gelir elde etmeyi planlıyor. Bunun 7 trilyon 408 milyar lirası vergilerden toplanacak. Bu durumda toplanan vergilerin yüzde 16,9’u faiz harcamalarına gidecek. Bu hükümetin 2023 yılı hesabına dayanıyor. Bütçe hedeflerinin şaşması durumunda vergi giderleri artabilir.”
Yazıda çok net ifade edildiği gibi, bahsedilen rakamlar sadece devletin borçları için ödenen ve kamuca üretilen tüm hizmetler ve artırılan vergi ve harçlar nedeniyle bizlerin sırtına yüklenen bedel. Yani özel sektörün borçları ve ödedikleri faizler bu hesaba dahil değil. Özel kesimin borçlarının ve borçlanma maliyetlerinin kamudan daha yüksek olduğu düşünüldüğünde, özel sektörün bize sattığı mal ve hizmetlere, finansman maliyeti olarak bindirdiği fiyat zammının da, devletin borçlarının bizim sırtımıza bindirilen yükünden az olmayacağını söylemek mümkün. Borç parayla ekonomi büyüyebilir ama ülke kalkınmaz yani büyümenin vatandaşa yararı olmaz.
Buraya kadar yazılanların özeti, enflasyonun nedeni ve çözümü konusunda bilinçli bir saptırmanın olduğu ve gerçek neden olan dış borçlanma ve onun sonucu olan dışarı ödenen faiz konusunun görmezden gelindiği, daha da öte, borçlanmadan kaynaklı bir sorunun çözümünün, borçlanma maliyetlerini azaltma adına daha çok dış borçlanmada görüldüğü bir aptallık ya da teslimiyetin, Türk siyasetini sağcısıyla, sosyal demokratıyla, dincisi, milliyetçi olduğunu söyleyeniyle esir almış olduğu.
Gelinen noktada, bu kandırma operasyonunun sonucu olarak, enflasyonla mücadele ediliyor hikayesinde gelinen başarısızlık noktası ile yüzleşmekten kaçınmanın tek yolu olarak, ücretlerin baskılanması operasyonu bir kez daha gündeme getirilmektedir. Ücretlilere ve emekli maaşlarına yapılacak zam konusu,bu nedenle Merkez Bankası Başkanı ile Hazine ve Maliye Bakanı’nın yabancı para satıcılarına -onlar yatırımcı diyor- yaptıkları sunuşların ana konusu haline gelmiş durumdadır.
Esas yanıtlanması gereken soru ise bütün bu yalanların, kandırmacaların nedeninin ne olduğu ile ilgilidir. Gerçek neden yani vatandaşın farkına varmasının istenilmediği şey, borç parayla küresel finans ve teknoloji şirketlerince manipüle edilen şirketler dünyası büyütülürken, devletin küçültüldüğü, “kimsesizlerin kimsesi” olma özelliğinin yok edildiğidir.
Bu yaşananlar, yapısal reform adı altında yapılan mevzuat düzenlemeleriyle ve iyi yönetişim (good governance) denilerek, yerli yabancı sermayeli oluşlarına bakılmaksızın şirketlerin devletin içerisine sokulduğu, , Daron Acemoğlu gibilerin, Türkiye’nin ulusal bağımsızlığı önceleyen idari yapısını kötüleyerek meşruiyet kazandırdıkları bir deformasyon yani devletin, devlet olmaktan çıkarılması operasyonunun doğal sonucudur. Analar ağlamasın denilerek başlatılmak istenilen yeni açılım sürecinin amacı, bu operasyonun geri dönülemeyecek şekilde tamamlanmasıdır.