Sessiz Çoğunluk Felaketleri

Sessiz azınlıklar, “iyi”yi temsil etmeleri halinde etkili olmayanlardır. Sessiz azınlığın “kötü”yü temsil etmesi durumlarında da zarar vermeyen, veremeyenlerden olurlar. Ancak sessiz çoğunluklara geldiğimizde durum farklıdır ve yaşananlar bunun tersi olur. Çünkü kötüye karşılık gelen olarak, sessiz olduklarından etkisizdirler ve kötünün devamına yol açtıklarından sessiz çoğunluk felaketlerine yol açarlar.

Sessiz çoğunluk felaketleri, dünyanın en önde gelen toplumsal felaketleri arasında olmalarına rağmen en zor farkedilenleri ve en zor dikkat çekenleridir. En sonda söylenebilecek en keskin lafı en başta söylersek, giderilemeyecek zararlarara yol açan, ülkeleri kötü yapan ve toplumları kemiren en kötü şey sessiz çoğunluk felaketleridir.

İstenmeyen şeyi yapamamak, karşı çıkmayı göze alamamak, tepkiler çeken sivri olmaktansa farkedilmeyen olmayı tercih etmek, kötülükleri onaylamasa bile onaylayanlar arasında sayılmayı kabullenmek, bütün bunlar sessiz çoğunluk felaketlerinin hem nedenleri, hem de sonuçlarıdır. Bunlar, olumsuz gelişmelere kayıtsız kalmak ve hiç bir zorluk veya tehlikeyi istememek, onlardan hep kaçınmak demektir.

Dilimizdeki ‘dokunmayan yılan’la ilgili söz bu durumun karşılığıdır. Kendisi dışındaki dünyayla ilgili sorumluluk taşımak, bu özellikteki insan ve toplumlar için anlamsız olduğu gibi, kötülüklerin rahatlamasına ve yaygınlaşmasına hizmet eder.

AZINLIKLARIN HAKİM OLDUĞU VE SÖMÜRDÜĞÜ BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ

Dünya nüfusunun onda birine ancak karşılık gelen bir grup insan veya ülke, karaların onda birinden az olan yerlerde yaşayanlar olarak dünyanın azınlıklarıdır. Ancak burada bir terslik vardır; bu, onda birliklere karşılık gelen yirmi zengin ülkenin propaganda ve iradesinin hakim ve belirleyici olma durumudur. Bu seçkinler birbirlerini bulup bir araya geliyorlar ve toplu olarak bir güç oluşturuyorlar. Böylece bir zenginler grubu olduklarını göstermiş oluyorlar. Dünyanın en zenginleri olan yirmi kadar ülke, bunlar, dünya zenginliğinin yüzde yetmişe yakınını kendilerinde toplamışlar. Tam bir eşitsizlik ve adaletsizlik. Farklı ölçütler kullanarak belli konularda hep aynı faillerle, durumlarla ve sonuçlarla buluşuyoruz. Bu sonuçları gösteren değerler, milli gelirleri çok zayıf olanlarla milli gelirleri yüksek olanlar arasındaki ayrımla örtüşüyor.

En zenginlerin yirmi ülke olduğu belirlemesi, dünyada 200 ülke olmasından yola çıkarak, bunun, ‘onda bir’ söylemiyle yapılan belirleme ile örtüşmesine yol açmıştır, ve iyi olmuştur. ‘Dünya beşten büyüktür’ sözü ise bu adaletsiz belirleyicilik hakkı olgusuna bir başka simgesel itirazdır.1

Söz konusu olgulara denizler ötesinde ve kıtalar arasında ilişkileri yönetenler, bunların trafiğine hakim bulunanlar, bunların sonucu olarak da çıkarları dünyanın her yerinde olanlar eşlik etmektedir. Temelinde denizlere hakimiyet yatmaktadır. 19. yüzyılda dünya denizlerine hakim olan, Birleşik Devletler imparatorluğuydu, İngiltere’ydi.2 20. yüzyılda onun yerini ABD almıştı. İkinci büyük savaş sonunda donanmasının savaş gemileri 900’ün üstündeydi. Fakat 20. yüzyıl bittiği zaman durum değişecek 2000’lerde ABD savaş gemilerinin toplamı 400’ün altında olacaktı.3 (Şimdilerde ise 200 civarında olmalıdır.)

Bunlardan çıkarılacak bambaşka sonuçlar var. Şu anda denizlerde Amerikan hakimiyeti yok. Dünya ‘imparatoru’ ABD ise çöküş sürecini yaşıyor.

GİZLİ PLANLARLA, ZORLA VE PROPAGANDAYLA ÜRETİLEN “SAVAŞ”LAR!

Batı dünyasının ABD merkezli bir dayatmasından kaynaklanan Ukrayna savaşı, başta Avrupalılar olmak üzere Amerika kıtasındaki ABDliler ve Kanadalılar tarafından desteklenmektedir. Ancak işin esası, bu savaşı savunmadıklarıdır. Hatta bitsin istemektedirler. Ama sesleri çıkmamaktadır. Çünkü sessiz çoğunlukturlar.

Avrupa’nın öncü ve önder ülkesi Almanya, Ukrayna savaşının başlamasından sonra büyük sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Zaten ekonomisi sarsıntı geçirmektedir, dünya ihracat şampiyonu olmaktan çıkmıştır, ekonomisinde daralma vardır, siyasal bir buhran geçirmektedir, hükümet istikrarı sağlayamamaktadır, milli çıkarları savunan yeni partilerin yükselişi sürmektedir, buna bütün olanaklarıyla direnmeye çalışan devlet ve etkili çevreler her türlü kötülemeye dayanan propagandalara rağmen bir çözüm üretememektedir. Dışa bağımlı olduğu enerji sektörü ve ticaret, Amerika’nın savaş tedbirleri, ambargoları ve yaptrımları yüzünden büyümektedir. Enerji gibi stratejik bir alan “düşman” görülmeye çalışılan ülke ile (Rusya) ilişki sürdürmesini gerekli kılarken, kıpırdanamaz duruma gelinmiştir. Bir bakılmıştır, ortak olunan bir dost düşman, düşman olunan bir dost amansız bir rakibe dönüştürülmüştür. Enerjide bağımlılık, ekonominin temeli olan üretim ve dış ticaret dahil her alanı olumsuz etkilerken, bu ilişkinin tercih değil, zorunluluk olduğunu, seçim değil, mahkum olunduğu bilinmez gibi davranılmaktadır. Dış ticaret dengesi bozulan bir ihracat ülkesi, alışverişlerinin bozulanlarının yerine başkalarını bulması kolay değildir. ABD-Rusya Savaşı, Almanpypa’nın en önemli ve en büyük ticaret ortakları olan ülkeler (ÇHC ve Rusya) devreden çıksın diyedir.

Şu anda savaştırılmayan ve savaşa sokulmayan NATO’nun Rusya’yı kuşatması ve bu örgütün küreselleştirilmesi içindir.

Gazze’de İsrail’in çıkardığı savaş, aynı “Ukrayna-Rus Savaşı” gibi yapay ve sahte bir savaştır. Bu savaşın sahibi ABD’dir. Arkasında eksiksiz “Batı dünyası” bulunmaktadır.

UKRAYNA’DA ABD’Yİ, GAZZE’DE İSRAİL’İ DESTEKLEYEN BATI TOPUMLARI, GÜNÜMÜZÜN “SESSİZ ÇOĞUNLUĞU”DUR!

Başta Alman toplumu olmak üzere Avrupa toplumlarının bugünkü durumları tam olarak böyle. ABD’nin dünya için ne kadar zararlı ve kötü politikalar izlediği, herkes denebilecek çoğunluk tarafından genel durum olarak ya biliniyor ya da tam bilinmese de herkesin hissettiği bir şey. Bu yüzden günümüzün en kötü niyetli, en silahlı, en zararlı, en saldırgan emperyalisti olan ABD’nin, kendisini ilgilendirmese bile, dünyanın başka ve uzak bir köşesinde olsa bile, yaptığı her şey herkesin sorunu olmalı. Her şeye gözünü kapayanların dünyası insani bir dünya diye nitelenemez.

Ancak bu yaygın gerçeklik, adeta yokmuş gibi dünyayı sesini çıkarmayanların sessizlerin kapladığını önlemiyor.

Batı kamuoyu, sessiz çoğunluk olmasaydı ne Avrupa’da Ukrayna savaşı, ne de Batı Asya’da Gazze saldırısı ve ırkçılığı yaşanırdı.

KAPİTALİST REFAH TOPLUMLARI, HIRSIZLIK, SOYGUN VE SÖMÜRÜ TOPLUMLARIDIR!

Gelişmiş olma ve sömürü sayesinde zenginler kulübünde olup 20’lere kapağı atanlar, her zaman refah toplumu sınıflamasının içinde düşünülüyor. Refah toplumlarının ve zenginlerin özelliklerine baktığımızda her şeyden önce sessiz çoğunluklu toplumları barındırdıklarını fark ediyoruz. Örneğin, bütün Batı toplumları genel hatlarıyla içe dönüktür ve kendi dışındaki sorunu olan toplumlara ilgisizdir. Refah toplumlarının anakaraları sayılan Avrupa ve Kuzey Amerika bölgeleri insanları, ülkelerinin gerçek çıkarları konusunda hareket edemez. Bu konuda bilgilenmeleri bile zordur.

Ancak bu “Refah” toplumlarının esas özellikleri “Refah Toplumu” olmak değildir, bunlar tüketim toplumlarıdır. Refahla tüketim birbirinden dikkatle ayrılmalıdır. Ütopyaların ve cennetlerin “toplumları” eğer istenirse Refah Toplumu anlayışı için bir şey ifade eder ve bir anlam taşır, çünkü eşitliğe dayandırılabilirler. Bu yüzden sosyalizm ve komünizmde de halka gösterilen hedefler arasında refah bulunmaktadır. Ama günümüzdeki Batı refah toplumları, kapitalist toplumlar olarak tüketim toplumlarıdır. Bu yüzden “refah toplumları” sistemin parçaları ve gerekleri haline getirilmişlerdir.

Kapitalist refah toplumlarının genel anlamda propagandaları yapılır. Fakat Batılı refah toplumu kentlerinin sorunlarının önemli bir kısmının kaynakları olarak ele alınmazlar. Bunu gizlemek ve üstünü örtmek bir amaca dönüşmüştür. Bu. başka sözcük ve kavramlarla ilişkisi kurularak gerçekleştirilir.

İLETİŞİM KOLAYLAŞTIKÇA ZORLAŞAN ÖĞRENME

Suçun olduğu yerde sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Bir ilkenin ifadesi olan bu cümleyi hiç duymamış olanlar bile hemen anlarlar. Çünkü sadece bir hukuki ilke değil, aynı zamanda bir ahlaki ilkedir. Utandırıcıdır.

Bu yüzden “sessiz çoğunluk olma suçu” da kolay üstlenilir suçlardan değil. Bu konuda ileri sürülebilecek tek dayanak ‘bilmezdik’, ‘bilmiyorduk’, ‘haberimiz yoktu’ türünden söylemlerdir. Savaş sonrasında, hiç inandırıcı olmamakla birlikte, Almanlar tarafından yeterinden fazla kullanılmıştır.

Günümüzden önceleri ve çok çok önceleri çoğunluklar için sessiz olmanın maddi bir temeli bulunuyordu. O dönemlerde bu suçu, özel durumlar dışında tanımlayabilmek de mümkün değildi. “Yasayı bilmemenin mazeret olamaması”nın ne zaman düşünülüp de kullanılır hale geldiğini bilmiyoruz, ancak hafiften “modern” bir anlayış-ilke olması gerekir sanıyoruz.

İnsanlık, bilgilenme ve haberleşme sorunlarını teknolojik yetersizlikler yüzünden çözemiyordu. Her zaman çözülemeyen bir şeyler bulunuyordu.

Ancak zamanımız farklıdır.

20. ve 21. yüzyıllar insanlığın haberleşme, bilgilenme, bilgi yayabilme ve iletişim açılarından eksiksizdir. Teknolojik bir sorun neredeyse kalmadı. Bu eksiksiz olmayı “kusurlu” olmayla kapatmaya çalışmış olmalıdır, ki haber-medya dünyası tekellerin sağlam ama güvenilmez ellerindedir!

Meşru savunma hakkını da öğrenmek ve bilmek için hukuk öğrenimi görmüş olmak gerekmez. Ama günümüzde insanlık Ukrayna halkının Amerikan emperyalizmine karşı meşru savunma hakkı olduğunu “bilmiyor”. Aynı şekilde insanlık, Gazze’de Filistinlilerin kendilerini İsrail saldırı ve bombalamalarına karşı meşru savunma hakkı olduğunu “öğrenemiyor”.

Ateşe sürülen ve ülkesinden kaçmak zorunda kalan Ukrayna halkı, ABD’nin Asya politikaları için ve o yüzden yaratılan Ukrayna’daki savaşın mağdurudur. Normal hayatına devam edemeyen Ukrayna bunun neden olduğunu “anlayamıyor”.

Gazze’de yapılanlar, sivil halkın bombalanması, içine girilecek ve oturulacak konut bırakılmaması, Filistinlilerin açlığa mahkum edilmesi, hastanelerin çalışamaz duruma getirilmesinden ibaret değildir. Saldırının birinci yıldönümüne İsrail, 50 bin ölü ve yüz binlerce yaralıyla girilecek olmasından da sorumludur. Bu insanlık dışı kıyımın ve kötülüğün nedeni ırkçılıktır.

APAÇIK SONUÇ!

(1) Ukrayna’da kendileri geriye çekilip bir halkı savaştırarak yayılmacı, saldırgan ve emperyalist politikalarını uygulayan, o halkı göz göre göre kurban eden ABD’nin savaş çıkarma ve savaşı sürdürme başarısı,

(2) İsrail’in cinayet, zulüm ve soykırımına, yasa dışılıklara, geniş arazi gaspına, vahşetine yol açan saldırıları ve bunca zamandır sürdürülme başarısı

Batı’nın, Batılıların, tüketim toplumlarının, insanlığını unutanların sessiz kalmalarının sonucudur.

Çoğunluğun suskunluğu, insanlığın yok oluşudur.

NOTLAR

1Birleşmiş Milletler örgütünün Güvenlik Konseyi, son büyük savaş galipleri olan beş en büyük ve en silahlı (ve atom bombası olan) ülkeye karşılık gelmekte olup, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya düzenini bozacak her şeyi veto hakkı sahiplerini göstermektedir. Soğuk Savaşın kuralları ve “beş”in çıkarları yeni bir büyük savaş sonucuna kadar tartışılmaz ve değiştirilemezdiler.

2 Bu deniz imparatorluğu yenilmemiş ve yenilmez olarak ulaştığı 20. yüzyıla Çanakkale Deniz Savaşında (1915) ilk kez Türkiye’nin Boğaz savunmasında yenilerek bu tanımlanmayı yitirmişti. Ayrıca Türkler Vatan Savunmasında Büyük Savaş boyunca İngilizlere birçok kez (Çanakkale Kara Savaşları, Kutl-ül Amare vb.) kara savaşlarında yenilgiyi tattırmışlardı.

3 “Amerikan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Greenert 2014 Şubat ayı içinde şunları söylemişti: ‘ABD Donanması 20 yıl önce 450 gemiye sahipti ve herhangi bir günde bu sayının 100’ü uzak denizlerde ve okyanuslarda görevdeydi. 10 yıl önce 300 gemimiz vardı ve gene 100 gemimiz uzak denizlerdeydi. Bugün 285 gemimiz var ve görevdeki gemi sayısı değişmedi.’” Bkz. Cem Gürdeniz, Mavi Uygarlık / Türkiye Denizcileşmelidir, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2015, s. 146-47 ve Cem Gürdeniz, Hedefteki Donanma, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2013, s. 371.

Bunları da sevebilirsiniz