Bloomberght’de “özel” vurgusuyla, “Seneye yüzde 20’nin altında enflasyon ile geleceğiz” başlığıyla yer alan habere göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası yatırımcılar ile bir araya geldiği toplantı oldukça verimli geçmiş. “Her ne kadar basına kapalı olarak gerçekleştiyse de toplantı sonrasında yatırımcılardan aldığımız geri dönüşler aradaki diyalogun ciddi şekilde geliştiğine işaret ediyor” diye devam eden haberin bana göre can alıcı kısmı ise önümüzdeki yıl uygulanacak asgari ücretin ne olacağı ile ilgili. Yazının bu konuyla ilgili kısmı şu şekilde; “Asgari ücret konusunun gelen sorular arasında yer aldığı, Bakan Şimşek’in bu konuda müzakerenin sürdüğü yönünde yanıt verdiği belirtildi. Ancak katılımcıların ekonomi yönetiminin tercihinin beklenen enflasyona uyumlu bir yaklaşım içerdiğine dair kanaatleri olduğu öğrenildi.”
Yazıdan alıntılayıp, kalın puntoyla sizlerle paylaştığım her iki bölüm de, lafa geldi mi, siyaseten bağımsız olduğunu iddia eden bir ülke açısından, ciddi şekilde üzerinde durulmayı hak ediyor.
Bloomberg HT editörlerinin çok sıradan hatta olumlu bir şeymiş gibi sunduğu bu iki alıntıdan ilkindeki vurgu, yatırımcı adı altında bir araya gelinen küresel para satıcılarıyla geliştirilen ciddi bir diyalogdan bahsediyor. Bu cümlenin akla getirdiği soru çok net. Bir ülke niçin, türev finansal işlemlerle, gerçekte karşılığı sadece lafta olacak şekilde para yaratıp, bunu borca muhtaç devletlere, şirketlere satarak para kazanan, para satıcılarıyla diyaloga girme yani görüş alış verisi yapma gereği duyar. Soru gibi yanıt da çok net, “yabancının parasına muhtaçsa”.
Bu ilk bakışta çok basit ya da uluslar arası para ticaretinden beslenen yerli yabancı piyasacı güruhu tarafından hemencecik çağı geçmiş olarak yaftalanacak bu yanıt, kaçınılmaz olarak iki yeni soruyu gündeme getiriyor.
Bu sorulardan ilki, “Bir ülke niçin yabancının parasına muhtaç olur”. Bu sorunun yanıtı da çok net ve müthiş bir zeka falan gerektirmiyor. Bir ülkenin yabancı para satıcılarının parasına muhtaç olmasının temel nedeni, o ülkenin ekonomik bağımsızlıktan, kendi öz gücüyle ve kendi kaynaklarını doğru kullanarak kalkınmaktan vazgeçmiş olması. Niçin böyle diyorum? Yanıtı, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı makamında oturan ve tam bağımsızlığı milliyetçi, otoriter bir kavram olarak tanımlayan, “Tam Bağımsızlık, ne demekse tam bağımsızlık! Bu dünyada tam bağımsız neresi varsa” diyen Cevdet Akçay ve “Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmaz” diyen Mustafa Kemal Atatürk sözlerindeki karşıtlık, anlayan için çok net veriyor aslında.
Gelelim ikinci sorunun yani “borç parayla kalkınmak mümkün mü” sorusuna. Sorunun yanıtı olarak bakılması gereken, çok spesifik iki örnek söz konusu. İkinci dünya savaşının mağlup ülkeleri olup, savaş sonrası yardım adı altında bir anlamda Amerikan mandasını kabul eden/etmeye zorlanan, siyasi ve idari sistemleri, baştan sona bizatihi ABD’li uzmanlar tarafından yeniden inşa edilen Almanya ve Japonya. ABD tarafından, Kore savaşıyla resmen bölünen Kore’nin, Amerikancı yarısı yani Güney Kore’yi de bu kolonileştirme girişiminin ikinci aşamasına örnek olarak göstermek mümkün. Bu ülkeler arasına, 2. Dünya Savaşı sonrasında, siyasi ve ekonomik bağımsızlıktan vazgeçerek hızla ABD kampına dahil olan Türkiye’yi, Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonrasında, ABD’nin, “uluslararası kuruluş görünümlü” operasyonel araçlarından Dünya Bankası eliyle, idari, siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılan, büyük özelleştirmeler yoluyla kapitalizmin merkez ülkeleri şirketlerine bağımlı kılınan Doğu Bloğu ülkeleri ve Sovyetler Birliğinden bağımsız hale gelen ülkeleri de ilave etmek mümkün şüphesiz ki.
Bu ülkelere bakıldığında, bu ülkelerin davranış biçimlerini, diğer ülkelerden ayıran şeyin ne olduğu da -zaman zaman aykırı siyasi figürler ve görüşler ortaya çıksa da bunlar çoğunlukla karanlık yollarla (Gladio operasyonlarıyla) bastırılmıştır- çok net. Ekonomik ve siyasi bağımsızlıktan vazgeçilip, koşulsuz bağlaşık olmanın kabul edilmesi durumunda,ne olması gerekiyorsa o. Ukrayna savaşı nedeniyle, ABD’nin talimatları doğrultusunda Alman ekonomisinde yaşanan çok net daralmaya, koşulsuz evet diyen/demek zorunda kalan Almanya siyasi elitlerinin çaresiz edilgenliği bu duruma düşmüş ülkelerin kaçınılmaz davranış biçimi aslında. Talimatlara harfiyen uyup, bu durumu ahlaki gerekçeler uydurarak meşrulaştırmaya çalışan ama bunu dahi beceremeyip, her türden sansüre ve Rus sanatçıları yasaklamaya varan ırkçılığa evet demek zorunda kalan bir zavallılık hali.
Bloomberght’nin haberinden yazının başında yapmış olduğum ikinci alıntı yani“Asgari ücret konusunun gelen sorular arasında yer aldığı, Bakan Şimşek’in bu konuda müzakerenin sürdüğü yönünde yanıt verdiği belirtildi. Ancak katılımcıların ekonomi yönetiminin tercihinin beklenen enflasyona uyumlu bir yaklaşım içerdiğine dair kanaatleri olduğu öğrenildi.” sözleri, birinci alıntıyla ilgili yaptığım yorumların ispatı niteliğinde adeta. Söz konusu alıntıda ifade edilen şey, ülkeye para satma potansiyeli olduğu düşünülen bankalarla/para satıcılarıyla, bizatihi Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla yapılan görüşmelerde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının önümüzdeki yıl alacağı asgari ücretin ne olacağı konusunun para satıcılarınca, karşılıklı olarak konuşulabilecek bir diyalog konusu olarak görülüp, soru olarak iletilebilmiş olması. Toplantıya katılan ülkemiz temsilcilerinin, ülkemiz vatandaşlarının önümüzdeki yıl alacağı ücretin ne olacağı, sizinle tartışılacak, sizden görüş alınacak ya da sizinle konsensüs gerektiren bir konu değil diyememiş olması.