Meşhur bilim kurgu dizisi Doctor Who’da geçen bir sahne var, Doktor ve yol arkadaşı zaman yolculuğuyla Van Gogh’u kendi tablolarının bulunduğu Museé d’Orsay’e götürürler. Doktor müzedeyken bir sanat eleştirmeni olan Dr. Black’ten Van Gogh’un sanatını kısaca anlatmasını iste. Adamın verdiği yanıtın en çarpıcı kısmı kendi çevirimle şu: “[Van Gogh] ıstırap dolu yaşamının acısını esrik bir mutluluğa dönüştürmüştür. Acıyı anlatmak kolaydır fakat söz konusu acıyı ve tutkuyu dünyamızın keyfini, neşesini ve ihtişamını anlatmak için kullanabilmek ise… Bunu daha önce kimse başaramamıştı.”1
Burada sanat ile ilgili önemli bir ipucu yakalıyoruz aslında. Doğru, acıyı anlatmak aslında kolay. Hiçbir şey olmazsa içten, derin derin ağlayan birisini görmek bile çoğu insanın kalbini yumuşatan bir şey. Acı dolu bir çığlık, umutsuzluk dolu bir bakışın da duygusallaştıramayacağı çok az insan vardır. Heyhat, Dr. Black haklı: günün sonunda acıyı anlatmak güzelliği anlatmaktan daha kolay.
Biz de böyle değil miyiz? Özellikle de aydınımız böyle değil mi? Şimdi bir aydın portresi çizeceğim, kimse alınmasın. Elbette Türkiye’deki aydınların çoğunu yansıtmıyor bu portre ve fakat bu yazıyı okuyan herkesin en azından birkaç örneğini gördüğüne emin olabileceğim kadar popüler bir tipleme bu. Şöyle bir insan kendisi: Acıyı anlatmakta çok mahir fakat güzellik konusunda pek suskun. Ama melankolik ve kendi acısı üzerine bir anlatım bu daha çok. Sosyal medyada rastlanabilir kendisine mesela, mürekkep yalamış ya da en azından mürekkep yalamış gibi yapacak kadar ekran ışığı görmüş. Orta sınıf bir insan bu: sürekli kendi maaşını muslukçularla, seyyar satıcılarla, fabrika işçileriyle kıyaslayan bir beyaz yakalı. Çok güzel eğitim aldığını fakat bu eğitimin karşılık bulmadığını söylüyor aydın. Haklı bu arada, sonuna kadar haklı. Sorun, öfkesini yanlış yere yönlendirmesi. Neden geçinemediğine dair üst makamlardan hesap soracağına, kendisinden daha aşağı gördüğü insanın neden daha fazla kazandığını soruyor. Bir sendikaya üye olup dayanışacağına, başkalarının birazcık üzerine basarak iş yerinde en çok göze girenin kendisi olmasının, hırçınlaşmanın daha yararlı olacağını düşünmüştür. Haklı da çıkmış olabilir bu arada, işin talihsiz tarafı her haklı çıkan bir kişi için haksız çıkan en az on kişi olmak zorunda. Aritmetik işte, o da hayatın bir parçası.
Özel okulların ücretinin artmasından yakınıyor fakat neden devlet okullarında daha iyi eğitim verilmediğini sormuyor. Çünkü o son dalganın kurbanı. “Susma, sustukça sıra sana gelecek” kehanetinin en ucundaki, en taze talihsiz insan kendisi. Son ekonomik kriz çıkmasa çocuğunu rahatlıkla özele gönderebilecekti, son kur şoku ağır geldi sadece. Aslında kendisi şu güne kadar hep tatile de çıkabiliyordu, bir iki senedir biraz sıkışmaya başladı.
Yine aynı aydın kitap okumayan cahil toplumdan şikayetçi. Nasıl olmasın, gerçekten de okumuyor toplum. Toplum kendi cehaletini silkip atmaya uğraşmazken kendisi çoğu kitabın arka kapağını okumuştur, bir fikri vardır yani. Dostoyevski okumamış olabilir fakat Rus edebiyatının önemini bilir. Nutuk’un her Türk genci tarafından okunması gerektiğini bilmek için kuşkusuz Nutuk okumuş olmaya gerek yoktur. Klasik müzik ruhun en rafine ve en sağlıklı gıdasıdır belki de fakat bir buçuk Adana gömmek varken kim ne yapsın brokoliyi? Hem zaten, hocanın dediğini yapacaksın, yaptığını değil.
Halk anlamaz bu aydın tipini. Bizim aydın kendi çaresizliğinde yalnızdır. Halk cahildir çünkü ona göre, ne kadar “dezenformasyon” varsa inanır bizim halk. Yükselen “popülizmin” zaferine ürkerek bakar fakat halbuki kendi ıslak rüyalarında geniş halk kitlelerini peşinden sürüklüyordur. Uzanamadığı ciğere popülist mi diyordur yoksa? Haşa, asla yakıştıramam. Evliliğin demode, miliyetçiliğin ilkelce olduğunu düşünür bizimki, hatta laf aramızda, tüm gelenek ve göreneklerin tamamen saçma olduğunu bile düşündüğü oluyordur bence. Dinler birer masal, ideolojiler de modern dindir ona göre. Materyalist değildir aslında ama metafiziğin yalan yanlış olduğunu mutlak surette bilir, haftasonu yapılan yoga hariç.
Memleketin nasıl kurtarılabileceğine dair en parlak fikirler ondadır, dinleyeni yoktur sadece. Memleketin kurtulması için çalışan başka birileriyle birlikte görünmeyi ise istemez, bir de onlarla mı uğraşsın? “Kafatasçı milliyetçiler”, “eski kafalı sosyalistler”, “bi’ şöyle bi’ böyle liberallerle” mi iş tutacak bir de? Güldürmeyin insanı. Bağımsız bir ruhtur o. Yani enflasyon biraz daha artmazsa, bağımsız da kalacaktır inşallah. Kendini belirli kalıplara sokmayı istemez bu aydın, ideolojiler 20. yüzyıl işidir çünkü. 21. yüzyılın hakiki kozmopolit insanı “postmodern” bile olamayacak kadar modernizmden uzaktır. Örneğin koskoca bir Aydınlanma külliyatını sırtlayıp atmış bu insan, bir de Kemalist teyzelerin sözüne mi inansın mesela?
Fakat bir yandan siyaset yapmaktan da korkar aslında. Şimdi hükümete bir şey dese, sıkıntı. Bu işin memuriyeti var, memur olmasa bile yarın öbür gün karşısına çıkar, ne gerek var. Hem zaten bir kişinin bir şey demesiyle bir şey değişeydi, çoktan devran dönerdi. Öte yandan, muhalefete laf etse, bu sefer de muhalefete muhalefet etmiş olacak, o da az baş ağrısı değil. Dolayısıyla ömrü siyasi karikatürlere emoji eklemekle, çok manidar bazı paylaşımlar yapmakla geçebilir, gerçi hoş, nereden bakılsa bakılsın, bu bile bir risktir.
Sanmayın ki sadece halkla arası bozuk olsun, bu bahsettiğimiz aydının diğer aydınlarla da arası çok iyi değildir. Mutlaka bir fikir ayrılığı vardır. Fakat bu ayrılık genelde insanı keyiflendiren, zihni canlandıran bir tartışmanın öncüsü değil, atışmaya yüz tutmuş egoların habercisidir.
Çok uzattım, biraz da abarttım. Tüm bunları yapan tek bir insan bulmak mümkün değil elbette. Hepsine parça parça rastlamak mümkün. Entelektüel ataleti ortaya koymak için yazdım. Nadiren dikkatli tüketiyoruz, daha da nadiren bir şeyler üretiyoruz. Herkes aslında doğruyu biliyor ama entelektüel olarak doğruyu yapmak spor yapmak, sağlıklı beslenmek veya tutumlu olmak gibi bir şey olmuş: doğrusunu bilmek doğrusunu yapmaya nadiren ön ayak oluyor.
Belki de ihtiyacımız olan bir alçakgönüllülük: birazcık arama motoru kullanabildiğimiz için teyitçilik yapabileceğimizi, birazcık felsefe tarihi okuduğumuz için felsefe yapabildiğimizi, birazcık kitap karıştırınca neyin komplo olup olmadığına karar verebileceğimizi hisseder olduk. Halbuki gerçekliğin her zaman karmaşık olduğunu ve kendi bilgisinin sınırlı olduğunu kabul edenler genelde entelektüel açıdan da en doyurucu içerikleri üretiyorlar.
Halkı her fırsatta küçümseyen, hızla üzerimize gelen tüm sorunların tamamını tek bir ufak soruna indirgeyen bir aydınımız olmasından korkmalıyız. Beğenmediği her seçimi kendisi dışında herkesin hatası, beğenmediği her görüşü ise ya uydurma ya da komplo teorisi diye susturan bir aydın mı? Gerçekten kamusal alanda tartışan ve hesabını doğru yere soran bir aydın mı? İkinci türden aydınımızın sayısı azalıyor. Entelektüel tembelliğimiz, asla kendimi hariç saymıyorum, geride kalmamıza neden oluyor. Türkiye olarak dünyayla aramızda açılan makastan bahsediyoruz fakat kaçımız makasın gerçekten kapanması için bir şey yapıyoruz? Bu tiplemesini aktardığım aydınların sayısı artmasın diye bizim sesimiz daha çok çıkmalı. Daha çok çalışmalı, daha çok üretmeli ve kim olursa olsun bize tepeden bakmaya yeltenen herkese yanıtımızı hazır tutmalıyız. Hikayemizi anlattığımız ve anlattırdığımız aydın yukarıda portresini çizdiğim snob ve fakat aynı zamanda ürkek bir insan olmamalı. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına, Cumhuriyetin ideallerine yakışan, cesur ve üretken bir aydın olmalı. Kuşkusuz bugünden yarına olacak iş değil. Ama önemli olan şimdiden meydanın boş olmadığını göstermek.
Fakat galiba başka çaremiz kalmadı. Bugün Jakobengilleri neyle özdeşleştiriyoruz? “Halka rağmen, halk için.” Halkın adı çıkmış, asıl mesele belki de aydın görünen insanımızda. O yüzden belki de şöyle ifade etmeli: şimdi bir kısım aydınımız zora düşmüş madem, aydına rağmen, aydın için çalışmaya devam edeceğiz. Gerçek aydınlar alınmasın, onlara çok ihtiyacımız var. Yaşamın ne kadar çetin ve bazen de dünyanın anlaması ne kadar güç bir yer olduğunu çoğumuz biliyoruz zaten. Bunun ıstırabını ifade etmek ve hatta göze sokmak bir marifet de değil gibi. Marifet varsa, Dr. Black’in Van Gogh için dediği gibi, o ıstırabın keyfe, neşeye ve ihtişama dönüşebilmesidir. Gerçek bir aydının görevi de güzel günler göreceğimizi söylemek, bizi buna inandırmak olsa gerek. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yaşasın umut, yaşasın neşe. Yılgınlık yiyenlerden olmayacağız.
1 Söz konusu kesite şuradan ulaşabilirsiniz, otomatik Türkçe altyazı seçeneği de var: https://www.youtube.com/watch?v=ubTJI_UphPk&ab_channel=DoctorWho