Roma İmparatorluğu için Avrupa diye bir toprak yoktu. Eyaletleri arasında Avrupa sözcüğü ile karşılanan bir alan bulunmuyordu.
Ama Asya vardı, Afrika vardı!
Tehdit edilebilir, fethedilebilir, kaybedilebilir, savunulabilir ve kurtarılabilir bir varlık olarak Avrupa kavramının ilk 8. yüzyıldaki “savunma” savaşlarında ortaya çıktığından biz de söz etmiştik. Ama bunun yanı sıra eğer savaşlarda başarılı olunmasaydı İslamın “bütün batı toplumunu, batıp gitmiş, kökü kurumuş, olduğu yere saplanıp kalmış uygarlıklar arasına“ itebileceği1 yazılmış, hatta “Hıristiyan alemini yok oluştan“ bu savaşlardaki yengilerin kurtardığı2 düşünülmüştür.
AVRUPA, “DÜŞMAN” SAYESİNDE ORTAYA ÇIKMIŞTI!
“Her şeyin anası savaş (bellum omnium mater), aynı zamanda medeniyeti de imal etmiştir.”
F. BRAUDEL3
Frankların kurduğu Cermen imparatorluğunun, Frankların (Regnum Francorum) sonradan Fransa olacak batı bölümü (Neustria), İslamiyete batıdaki son çizgi olarak sınır olmuştu. 734’te Avignon, 743’de Lyon, 759’da Narbonne, Franklar tarafından geri alındı. Aslında, buralara kadar gelenlerin, yerleşik bir düzen kuracak olan ordular değil, uç sınırlarda seferler yapan akıncı gruplar olması, İslamın bu bölgede zaten sınırlarına ulaşmış olduğunu gösteriyordu. Müslümanların daha fazla ilerlemek gibi durumları yoktu. “Durdurulmuş” oldukları da hayal mahsulüydü ve yalnızca bir söylemdi, ama öyle yerleşmişti.
İslamın 8. yüzyılda fethedilen İspanya’dan atılması amacıyla Frank İmparatoru Şarlman (Charlemagne, Latincesiyle Carolus Magnus, Almancasıyla Karl der Große; 742-814) hücuma geçtiyse de başarılı olamadı. Pireneleri aşarak saldırıya kalkıştı, Müslümanları çekilmeye zorladı ama 778’de Roncesvalles’de yenilerek kendi geri çekilmek zorunda kaldı. Arkasından, 790’da Barselona, en son olarak da 801’de Eski Katalonya ele geçirildi. Bunlar büyük başarılardı ama Şarlman zaferlerinin bir işe yaraması için Frankların deniz gücü de olmalıydı. Oysa, bırakalım donanmalarını, tek bir gemileri bile yoktu.4 Şarlman’ın İspanya’ya, İslamın Avrupa’dan atılması için değil, Kutsal Roma İmparatorluğu’nu genişletmek için saldırdığını savlayanlar da vardır.5 Kara harekatlarıyla sınırlı Şarlman saldırıları, sadece bu savı güçlendirmektedir.
Avrupa denilen bölgenin coğrafya ve siyasal bir bölge olarak algılanması, Şarlman’da ilk “Avrupa Birliği” düşüncesini uyandırmış, bu yüzden de “İmparator”a Pater Europea (Avrupa’nın Babası) denmişti. Varsın bir özlem olarak kalmış olsun, bir kez düşünülmüş ya!
AVRUPA’YA GELEN DOĞU’YA KARŞI MEVZİLENMEK!
“Batı Avrupa’daki bu çöküş, kısmen barbar istilaları gibi dışsal, kısmen de Hıristiyanlığın ve Hıristiyan gücünün yükselişinin sonucuydu…”
J. GOODY6
“Doğu“, Avrupa’ya kendisi gelmişti. İspanya’nın Endülüs’ü yanında, İtalya’nın Sicilya’sı. Bunlar Doğu’nun Avrupa anakarasına ilk ayak basmalarıydı. Avrupa bundan çok şey kazandı. Endülüs ve Sicilya’daki İslam uygarlıkları, yüzyıllar sonra ortaya çıkacak olan “Avrupa”nın yapıtaşları olacaktı. Ancak Avrupalılar, bağnaz ve dışa kapalı Kilisenin karşıtlığı yüzünden ne Endülüs’ten, ne de Sicilya’dan bir şey öğrenebildiler. Çünkü Endülüs’e ve Sicilya’ya uygarlığı götüren İslama düşmanlık ettikleri gibi, onları “kendi topraklarından” sürmekten başka bir şey düşünmediler, ve sonunda başardılar, Doğu’yu İspanya’dan attılar.7 Çünkü her yer yalnız ve yalnız Hıristiyan olacaktı.
Kendisi gelen Doğu’ya karşı yaptıkları sadece “savunmak”tı. Peki, neyi savunuyorlardı? O yıllarda bunu soran da yoktu, yanıtlayan da.
İberya’ya gelenler ne kıyım yapıyorlar, ne insanları kaçırıyorlar, ne de insanları sürüyorlardı. Ayrımcılık yaptıkları da yoktu. Geldikleri yerden “bir arada yaşama kültürü”nü de beraberlerinde getirmişlerdi. Avrupa’da dinlerin karışık yaşadığı toplumu kurdular. Hıristiyan, Musevi ve Müslümanlar yan yana ve barış içinde yaşamaya başladılar. Ortaktılar.
Ayrıca İslamın karaya çıktığı yerlerde ihtiyaç, düzen ve otorite yanında nüfustu.
Ancak Avrupalılar ayaklarına kadar gelen Doğu’dan öğrenmek, yararlanmak ve kazançlı çıkmak varken, onu düşman gördüler, dışladılar ve yok etmeye çalıştılar. Sonuç, Avrupalıların hurafeler ve batıl inanışlar yüzünden yüzyıllar boyu hayatı birbirlerine (ve özellikle kadınlara) zindan etmeleri ve karanlıkta kalmalarıydı. Kilisenin çıkarları, kitleleri cadılar ve şeytanlarla savaştırmaktaydı. Kendisi de iktidarını ve otoritesini sarsacak her türlü düşünceye baskı uyguluyor, tehdit gördüğü zamanlar kıyımlara girişiyordu.
Böylece neyi savundukları görülmekteydi. “Kıta”, geri kalmayı savunmuştu. Ne yazık ki Kıta demek o yıllarda yalnız Hıristiyanlıktı, Hıristiyanlığın merkeziydi. Çünkü Avrupa Hıristiyanlığı Avrupa’yı tek-dinli alan yapmayı kafaya koymuştu. “Hıristiyan Avrupa”yı ortaya çıkarmak için başka bir din ve inanış olmaması gerekiyordu!
Gene de Endülüs ve Sicilya, Avrupa’ya bilimin, kültürün, sanatın, üretimin, günlük hayatın ve özetle uygarlığın en önemli unsurları olan tohumları ekmişti. Bu tohumlar, Kıtanın gelişme ve ilerleme süreci başladığında Avrupa’nın “iç dinamikleri” arasında yer alacaklardı!8
DOĞU’YA HAÇLI SEFERLERİ VE AVRUPA
“… gidenler, karadaki ya da denizdeki yolculukları sırasında ya da savaşırken ölürlerse, günahları o an bağışlanmış olacaktır, Tanrının bana verdiği yetkiyle bağışlanacaklarını garanti ediyorum.“
Papa II. Urbanus, 27 Kasım 1095
12. yüzyıla doğru başlayan ve yüzlerce yıl süren (1095-1291), “Kutsal Savaş” bahanesiyle ve “Kutsal Topraklar”ı ele geçirme sloganı arkasına sığınılarak yapılan Haçlı Seferleri, Akdenizli olmayan Avrupalıların ilk defa Doğu’ya gitmeleridir.
Akdenizli Avrupa zaten Doğu’yla iç içeydi. Varlıkları bile Doğu’ydu.
Ve Avrupalılar seferlerde Doğuluları gördükçe kendilerine baktılar, Avrupa‘nın, bütün dünyadakilerden farklı insanları, toplumları, kavimleri ve halkları barındıran yerler olduğu düşünülürken, Avrupalıların da onlar gibi insanlar olduklarının bilincine varıldı, ancak ikincil sonuçlar olarak Avrupalılık keşfedildi, kendilerinin Avrupalı olduğu anlaşıldı. Avrupa, ülkelerin ve bölgelerin toplamı gibi görülürken, seferler sonrasında Avrupa’nın bir kıta olduğu ortaya çıktı, bir kıta olarak Avrupa keşfedildi!
Gelişen ticaret, coğrafya bilgisini gerektirdiğinden coğrafyaya ilgi patlamalı oldu, haritacılık gelişti. Doğu kaynaklı coğrafyacılıktan yararlanan Avrupalılar kendi coğrafyacılarını da yarattılar. Avrupa’da ilk defa deniz haritacılığının adımları atıldı. Bu eğilim, denizlere açılmayı kolaylaştıracaktı. Doğu’da yaygın kullanıma girmiş kara ve deniz haritaları, genel olarak haritacılık, Avrupalılarca örnek alınmıştı.
Avrupalılar gittikleri Doğu’dan çok şey öğrendiler, Avrupa’ya yeni çok şey getirdiler. Ama sonuçta Avrupa, Haçlı Seferleri sayesinde Orta Çağdan çıkabilecekken, çıkmadı, çıkamadı. Orta Çağın olumsuz özelliklerinden kurtulabilmek için Rönesans gibi büyük atılım ve yeniliklere ihtiyaç vardı, Avrupa’nın daha fazla aydınlık yaratması, daha doğrusu kendi aydınlığını yaratması gerekiyordu. Seferler Orta Çağı bitirmedi ama Haçlı Seferleri ile Avrupa, kendi gerici Orta Çağının karanlığından yavaş da olsa sıyrılmaya başlayacaktı.
Haçlılar, seferlerde siyasal ve ideolojik olarak değil ama fiiliyatta “Avrupa’nın birliği”ni sağlamışlardı. Ama bu sefer birlikte hareket ederken ayrışıyorlardı. Döndüklerinde “Latinler” ve “Cermenler” olarak iki büyük kampa bölünmüşlerdi. Bunun sonucu Reform ve din savaşları ile “Avrupa mezhepleri” (Protestanlık ve Katoliklik) olacaktı.
Haçlı Seferleri Avrupalılar için, kendilerinden farklı ve üstün başkaları olduğu, kendi dünyaları dışında başka bir dünyanın da bulunduğu bilincinin başlangıcıdır. Haçlı Seferlerine kadar Avrupalılarda “Doğu“ ve “Batı“ kavramlarının daha sonraki çağlardaki ve bugünkü anlamlarına benzer bir karşılığı yoktu. Haçlı Seferlerinin yönü doğuya doğru olduğu için, Avrupalılar Anadolu’ya geçtikten sonra bilmedikleri bir “Doğu“ olduğunu, Doğu’nun başka bir şey, başka bir kültür, ileri bir uygarlık olduğunu anladılar, ilk kez Doğu’nun ne olduğu ve ne demek olduğu konusunda fikir sahibi oldular. Karşılaştırma yapabildikleri için bu, kendilerini tanıma konusunda onlara bir olanak da veriyordu. Kendilerini ilk defa başkalarına göre tanımlama yolu açılmıştı. Böylece ilk kez kendilerini tanımaya, kendilerinin ne olduğunu düşünmeye başladılar. Avrupa’nın “Batı“, sefer yapılan yerlerin “Doğu“ olduğu bilincinin ortaya çıkmaya başladığı tarihsel dönem yaşanıyordu.
“DOĞU” NEYDİ? KENDİLERİ NEYDİ?
“Siyasetin aracı olarak kitap. Barışın elçisi olarak bilim. Daha önce ya da daha sonra böyle bir şey başka nerede oldu? Ve bu çapta?
“Araplar kitapları nasıl da sevmiş olmalılar! Ve üstelik geometri ya da matematik, tıp, astronomi, felsefe gibi zor konlardaki kitapları.
“Zafer kazanmış bir devletin, barış anlaşmasının koşulu olarak, silah ve savaş gemilerinin teslim edilmesini istemesi gibi, Harun Reşid de Amoria ve Ankara’yı fethettikten sonra, Eski Yunan elyazmalarının teslim edilmesini ister.”
S. HUNKE9
Aynı durum “Doğulular“ için de geçerliydi. Doğulular, kendilerinin “Doğulu“ olduklarını bilmezler, Avrupalıların da “Batılılar“ olduklarını hiç düşünmezlerdi. Zaten Avrupalıların ne olduklarını karşılayan kavramlar seferler başlar başlamaz ortaya çıkmıştı; vahşiler, ilkeller, barbarlar. Franklardan gelen “Frenk” sözcüğü de kaba, geri, basit olmayı ifade ediyordu. Bu tanımlamalar, 17. ve 18. yüzyıllara kadar geçerliliklerini sürdüreceklerdi.
Avrupalılar, Doğu’ya giderken ve Doğu’ya vardıklarında hiç görmedikleri şeyleri görmüşlerdi. Çoğunluğu iki katlı bir yapıyı bile hayatında görmemiş, büyük kentin ne olduğunu bilmeyen Avrupalıların kırlardan toplananları, karşılaştıkları saraylar, büyük ölçekli ibadethaneler, kervansaraylar, olağanüstü büyük yapılar ve büyük kentler karşısında ne olduklarını şaşırdılar. Doğuya hayran oldular.
“Doğu“ karşılığı olan Latince kök “orient“, Avrupa dillerine “yön belirleme“, “yönünü bulma“ anlamında da yerleşirken, Haçlı Seferlerinin gövdesini oluşturan Cermenler için Almancada aynı zamanda bir başka anlam taşımaya başladı, “bilgilenmek“, “bilgi edinmek“ karşılığı olan bir fiil oluştu. Bu ek anlam, kendileri dışından bir şey anlamanın ve Doğu’dan öğrenmenin, dışarıdan ama orientten bilgilenmenin, Cermenler için ayrı bir önem taşıdığını ve fazladan bir anlamı olduğunu gösteriyordu.10
Avrupalıların karşılaştıkları bu “yeni dünya“ Doğu’dur, bu Doğu ise gelişmiş ve ileri bir “doğu“dur, gelişmiş ve ileri bir dünyadır, bu yüzden henüz “üstün Batı“ anlayışı elbette yoktur ama Avrupalıların kendilerinin artık “Batı“ olduğu düşünülmektedir. “Batı“ kavramı ilk haliyle o dönemde böyle ortaya çıkmıştır. Bu “Batı“, Avrupalıları, –şimdilerde yaygınlaşan ve özenilerek kullanılan bir terim olan– “öteki“ye karşı hırslandıran ve öfkelendiren “zavallı bir Batı“dır. “Öteki“, onlara geride olduklarını göstermiştir.
1312 yılında Katolik merkezin düzenlediği Viyana Konsili, Arapça, Grekçe, Süryanice, İbranice, Aramca gibi Doğu dillerinin Paris, Bologna, Oxfort, Avignon, Salamanca kentlerinde açılacak eğitim birimlerinde kürsülerinin kurulmasını kararlaştırdı. (Bu kentler sonradan Avrupa’daki ilk üniversiter eğitim merkezleri arasında yer alacak, bu kentlerin üniversitelerindeki enstitüler Avrupa’nın ilk önemli bilim odakları olacaktır.) Bu karar bellidir ki, Avrupalıların, Avrupa’yı Doğu ile karşılaştırmalı bir şekilde bilgilenmesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Esas Doğu, kendi batısı önemli ve belirleyici olmadığından kendisi için Doğu değildi. Hind ve Çin, oralılar bakımından “Doğu” olmuyordu, kendilerine “doğulular” demiyorlardı. “Doğululuk bilinci”nin ortaya çıkması için 19. yüzyıl beklenecekti. 20. yüzyıl ise Doğu’nun “Doğu” olarak uyanışı, ayağa kalkışı, Avrupa’nın “geri”, Asya’nın “ileri” duruma geldiği yüzyıl olacaktır. Tarihin bu döneminin bu sayfasında Türk Kurtuluş Savaşı ve Devrimi de yerini alacak, Doğu halklarına öncülük ve önderlik yapacak, örnek olacaktır.
HIRİSTİYANLIK, KEŞİFLER, DÜNYA…
“Avrupa tarihi iki yüz yılın büyük bir bölümünde, ‘Batı uygarlığı’ mirasıyla sık sık karıştırılmıştır. Gerçekten, ‘Batılı’ olan her şeyin uygar, uygar olan her şeyin Batılı olduğu izlenimi yaratılmıştır.”
N. DAVIES11
Avrupa’yı “yaratan” en önemli etken Hıristiyanlıktı. Ancak bu, Hıristiyanlığın bilinen temel anlayışlarının tersine çevrildiği bir Hıristiyanlıktı. 2. yüzyılda barışçı, paylaşmacı, dayanışmacı, iyiliksever olarak ortaya çıkarılan Hıristiyanlık, Orta Doğu’dan kopup Avrupa’ya taşındığında, Kilise hegemonyası ve hiyerarşisi oluşmuş, devletin dini olmuş, başkalaşmış, değişmiş, ezen, zulmeden, baskıcı, savaşçı bir Hıristiyanlık haline gelmişti. Doğu’nun ve Hıristiyanlığın “bir arada yaşama kültürü” ve anlayışı da yok olmuştu.
Akdeniz’in hakimi olan İslamın denetimi altında ve İslam dünyasıyla ticaret yapan İtalyan denizci kentler zenginleştiler ve İtalya’yı Avrupa’nın “en ileri ülkesi” yaptılar. Bu süreçten, ilk Batılı siyasal kavramlardan biri olan “cumhuriyet” çıkacaktı.12
Doğu’nun değerinin ortaya çıkmasının, Doğu’dan öğrenmeyi kabul etmenin sonucu, Avrupa’nın düzey yükseltmesi ve değer üretmeye başlaması oldu. Bilime, sanata, kültüre önem vermek, Orta Çağ geriliği ve gericiliğinin karşısına geçmek Avrupa’da gelişmenin yolunu açtı. Skolastik eğitimin yanlışlığı ve zararı keşfedildi.
15. yüzyılda Akdeniz hakimiyetinin İslamda olması, arkasından İstanbul’un Türkler tarafından fethi, Avrupa’nın Doğu’ya ulaşma isteğini canlandırdığı gibi, Doğu’ya giden başka bir yolu aramasının da nedeniydi. Avrupalılar için dünya artık tepsi gibi değildi. Oysa Doğu’da binlerce yıldır dünya yuvarlaktı, küreseldi ve üstelik dönüyordu (dünyanın yarıçapı bile İsa’dan çok yüzyıllar önce Mısır’da 27 km. farkla ölçülmüştü).
Avrupa, “Avrupa’nın coğrafi keşifleri”ni yaptı, batıya doğu giderek varlığını yeni öğrendiği kıtada Hindistan’a “vardı”, sonra anladı, henüz Doğu’ya ulaşamamıştı, önce Afrika’nın en alt ucundan, sonra Amerika’nın güneyinden dolaşarak Doğu’ya giden deniz yollarını buldu. Bu arada yeni gördüğü toplumlar, kendisine üstünlük duygusu veriyordu. Çünkü onları hem kandırabiliyor, hem üstün silahları olduğundan ezebiliyor, hem de yüksek örgütlenmesi olduğundan üzerlerinde hakimiyet kurabiliyordu.
Avrupa’dan ilk çıktığı zamanki duygularının bu sefer tersini yaşıyordu. Aşağılık duygusunun yerini kendini üstün görme duygusu almıştı.
AYDINLANMA + RÖNESANS = AVRUPA UYGARLIĞI
“… ilkellik Şark’ın tabiatında vardı, ilkellik Şark’tı; bu fikir, Şark’la uğraşan ya da Şark hakkında yazan herkesin, zamanın ya da deneyimin karşısında baki kalan bir mihenk taşına başvururcasına geri dönmek zorunda kaldığı bir fikirdi.”
E. SAID13
Aydınlanma ve Rönesans, Avrupa’yı yeni bir “uygarlığa” kavuşturdu. Hümanizm, Reform, bilimsel gelişmeler ve Devrimler bu uygarlığı pekiştirdi. Ama önemli olan, artık “Batı” denen Avrupa’nın bu süreçte yarattığı değerlerin birer Avrupa ve Batı değeri sayılmaya başlamasıydı. İslamda bunalım ve gerileme, Avrupa’nın bilime tutunması ve gelişmeye yönelmesiyle birleşince, denge Doğu aleyhine bozuldu. Bu, Batı’nın üstünlük kazanmasına, Avrupa uygarlığının ağırlığının artmasına yol açtı. Uygarlığın merkezi Doğu’dan Batı’ya kayıyor, İslamdan Avrupa’ya geçiyordu.
Vardığı kıtaları ve yeni toprakları sömürgeleştirmeye, Avrupa’ya çok uzak toplumları sömürmeye başladı. Gittiği her yere Hıristiyanlığı da götürüyor, dinin, hakimiyetini kolaylaştırmasını ve güçlendirmesini sağlamaya çalışıyordu. Böylece Doğulular, Avrupalılarla Hıristiyanlık ve sömürü olarak tanışmış oluyorlardı. Amerika kıtasının “batıdaki doğuluları” ise, Avrupalıları sadece yabancılar olarak değil ama “altın ve gümüş yağmacıları” olarak bildi. Açgözlülüğünün sınırı yoktu. Kıtaya tonlarca değerli metal taşındı. Bu süreçte “Avrupa” küreselleşecek, Avrupa’da “dünya imparatorlukları” ortaya çıkacaktı.
En önemli yazılarını 17. yüzyıl başında yazmış olan İngiliz devlet adamı ve düşünür F. Bacon (1561-1626), “batı” kavramını öylesine içselleştirmiştir ki, Avrupalılardan “biz Batılılar” diye söz eder, ama kastı “üstün olan Batılı”lardır. Haklıdır kendince, Avrupalının sömürgeci olarak üstünlüğünün nasıl en iyi şekilde kullanacağının taktiklerini vermektedir uygulayıcılara.14
“Kıta”yı var edenin ve Avrupa adını kullanıp yerleştirenin Rönesans olduğunu belirtmiştik. Ama Rönesans aynı zamanda Avrupa’yı bir uygarlık yapandır. Madem sanatı, bilimi, aklı icat etmiştir, kendine güveni ve bunun düşüncesini de kazanacaktır. Bağlantıları hiçe saymayı, yüklerden kurtulmayı, sorgulamayı, bağımsız olmayı önüne koymuştur ve benimsemiştir. Bunlar sayesinde neden artık bir uygarlık olmayacaktır? Bu kadar donanımlı toplumların olduğu bir Kıta, bu derece üstün insanların yaşadığı Avrupa, uygar bir Kıta olmaz da ne olur?
Avrupa’da “uygarlık” olarak düşünülen üstün olma ayrıcalığı, coğrafya olarak Asya’ydı, ama Asya’nın ne olduğu bilinmediğinden, örneğin, ne kadar olduğu, ne büyüklükte olduğu, içinde nelerin olduğu bilinmediğinden, bütün bilinmeyenleri kapsayan “Doğu” kullanılmaktaydı.
Avrupa bir uygarlık olduğunu hissettiğinden kendisinin Batı olduğunu düşünmekte ve kendisine Batı demektedir. Ancak bu uygarlık “feodal bir uygarlık”tır.15
MERKEZCİLİK, AVRUPAMERKEZCİLİK VE “BATI” OLMAK
“Avrupa uygarlığının kötü yanları üzerinde gürültü etmeye ne hakkımız vardı? İslam uygarlığının, yeni Batıcıların deyimiyle, ‘Şark uygarlığı’nın hangi iyi yanı vardı? … Biz, günün birinde sönmeye mahkum olan kendi dilenci varlığının içinde, Batı uygarlığının harikalarının karşısında hıyar beğenmeyen dilenciye benzemiyor muyduk?” N. BERKES16
Orta Çağda kendini dünyanın merkezi sanan ve kendini merkez sayan Hıristiyan Roma, bu aptalca mirasını sömürgeci Avrupa’ya devretmiştir. Madem Avrupa, dünyanın kaderini belirleyen merkezdir, Avrupalılar da insanlığın en üstün toplumlarının mensuplarıdır. Her şey Avrupa’dan çıkmadır. Bilim, sanat, kültür, yaratıcılık, gelişme yalnızca Avrupada’dadır. Adı, “Avrupamerkezcilik” olarak çok sonraları konulacaktı ama aslında sistemli ve kapsamlı bir düşünüş biçimiydi bu. Her şey bu anlayışla ele alınıyor, haritalar buna göre çiziliyor, bilim bu görüşle yürütülüyor, romanlar, öyküler, sahne eserleri, şiirler bu bakışla yazılıyordu.17 Ama en önemlisi tarihti, “ne yazık ki Avrupa tarihçileri, konularına genellikle Narkissos’un sadece kendi güzelliğinin yansımasını görmek için havuza baktığı gibi eğilmekte”ydi.18 Bu yüzden tarih yenilendi, kendini öne çıkaran ve kendine göre Avrupa’da yazılan yeni bir tarih, daha doğrusu “üretilen” ve “çalınan”19 bir tarih ortaya çıkarıldı.
Ve Avrupamerkezcilik, Avrupalılarda “Avrupa” kavramının ilk oluştuğu zamanlardan beri vardı; Avrupamerkezciliği “Avrupa düşüncesi” yaratmıştı.20 “Avrupamerkezci dünya tarihi kronolojisinde en önemli yıllardan biri 1492” idi.21 Çünkü Avrupalılar için “dünya” genişledikçe Avrupa daha çok merkez haline geliyordu.
Doğu’dan devralınan bilimle, sömürgelerden sağlanan değerli metallerle (yüksek boyutlu üretim girişimlerinde sermaye olacaktır), hammadde ihracıyla, sanayi devrimiyle, dinsel gericiliğin önüne çıkmakla, siyasal kurumlaşmalarla, olumsuz ve olumlu birçok şeyle Avrupa dünyanın en canlı, ileri ve gelişen kıtası olmuştu.
ORYANTALİZM VE “BATILI BİLİMLER”
“Avrupa, kendinde olmayan hammaddelerin bolluğuna ve kolay elde edilirliğine dayanan bir uygarlık kurmuştur.”
A. İLHAN22
Avrupalılar dünyanın her tarafına gidebiliyor, gittiği her yeri sömürgeleştirebiliyor, her yerden hammadde getiriyor, her yere üretimini satıyordu ama Doğu’da hakimiyet sürdürebilmek ve Doğu’yu iyi sömürebilmek için Doğu’yu iyi bilmek ve tam tanımak gerekiyordu. Bunu karşılayanlar; meraklılar, gezginler, dil heveslileri, bazen iyi eğitimli soylular ve amatör bilimcilerdi. “Oryantalistler” olacaklar, böyle adlandırılacaklardı. “Oryantalistler” olarak Avrupa devletlerine ve yönetimlerine personel yapıldılar. Bu konularda yapılan araştırmalar ve ortaya çıkan yazın, “Oryantalizm” olarak Avrupalıların bir “bilimi” haline getirildi. Oryantalistler de “Doğu Bilimciler”di. Ama Oryantalizm, Batılılar içindi, Batı’nın ihtiyacının aracıydı, Batıcıydı, Avrupamerkezciydi.
Zaman içinde oryantalizmin alanı genişletilecek, günlük hayata dahil edilecek, Doğu hevesleri ortaya çıkacak, evlerin, konakların ve sarayların mutlaka bir “Doğu köşeleri” olacak, giysiler moda olarak Doğululaşacaktı. Avrupalının görmek istediği “orient” olarak sanatın her alanına monte edilen oryantalizm, örneğin, ressamlara, hayali Doğu resimleri yaptıracaktı.23
BATICILIK VE UYGARLIK
“Avrupa devrimciydi, şimdi de öyle olmayı sürdürmektedir. Avrupa tarihinin tümü bunu tekrarlayıp durmaktadır. Aynı zamanda karşı-devrimciydi ve hala karşı-devrimcidir.”
F. BRAUDEL24
Aslında 16. ve 17. yüzyıllarda küreselleşen Avrupa’dan başlayarak kavramlar da, siyasal terimler de, bilim de Avrupa içindir. Örneğin, yeni bir sözcük olan “uygarlık”, 1700’lerin sonunda “kaçamak bir şekilde [İngiltere’de] belirmiştir”.25 Avrupa dışına çıkmayarak ama “çabucak bir Avrupa turu yapar, kültür kelimesi ona eşlik eder”. 9. yüzyıl başlarına kadar “tekil olan uygarlık, 1819’a doğru çoğul olur”.26 Kapsamına kendini (sadece Avrupa’daki ülkeleri) almıştır. Kavramın Avrupa dışına taşırılmasına, uygarlığın “endüstriyel” olmadıkça geçerli olamayacağı gerekçesi yüzünden önceleri razı olunmaz. İngiliz antropolog E.B. Taylor’un 1874’te yazdığı bir kitapla (Primitive Kultur) sorun çözülür; bu şekildeki sıfat tamlamasıyla (aynı “kültür”de olduğu gibi) “uygarlık” kelimesi “ilkel uygarlık” olarak dünyanın başka taraflarındaki toplumlara da bahşedilir. Aslında “Batılı” olan Avrupalı için “ilkel insan” tamlaması bile tartışmalıdır, 1550 yılında Amerika yerlilerinin insan olup olmadığı sorusuna yanıt vermek için bizde Şarlken (Charles Quint) olarak bilinen İmparator V. Karl, “Valladolid Tartışması”nı yürüttüğü toplantılar yaptırmıştı.27 Ama önemli olan, 19. yüzyılda, Afrika zencilerinin, Uzak Doğu’daki adalı yerlilerin, Güney Amerika’daki tropik kabilelerin insan olup olmadıklarının Avrupalılar tarafından “araştırılması”dır.
“Avrupa için bilim”ler arasında, (yukarıda bir katkısı gösterilmişti) başta antropoloji olmak üzere, tarih, sosyoloji, biyoloji, tıp vb. yer alacaklardır. Bunların Avrupamerkezciliğin ırkçılığa savrulmasında önemli rolleri olacaktır.
DOĞU’DAKİ BATICILAR, DOĞULU ORYANTALİSTLER
“… Tüm bunlar özel bir bilim-siyaset-kültür bileşiminin öğeleriydiler; bu bileşimin yöneldiği hedef, neredeyse istisnasızcasına, Avrupa’nın ya da bir Avrupa ırkının, insanlığın Avrupalı olmayan kesimleri üzerinde eğemenlik kurmasını sağlamaktı hep.” E. SAID28
Avrupamerkezcilik “Avrupa dışında” da kendine yer buldu, Batılılara hizmet eden bir pratik olarak Batı’nın üstünlüğü savını benimsemişti. Kendini ve toplumunu Batı’ya göre ve o doğrultuda tanımlama bunun ideolojik ve siyasal yanıydı. “Yerli oryantalistler”, bilerek ve bilmeyerek Batı’yı yüceltiyorlardı. Bizde de vardı. Osmanlı tarihini, 20 . yüzyılda yalnızca Avrupa dillerinden öğrenmiş tarihçilerin belki de başka seçenekleri yoktu. Batı’dan öğrenen bilimciler, Batı’ya bilimin Doğu’dan geçtiğini bilmiyorlarsa, Batı’nın bilimi kendi toplumsal ve siyasal çıkarları için kullanma anlayışında olduğunu anlamamışlarsa, Batı’yla sorun yaşamayan bilimci oluyorlardı. Batı kültürüyle yetişmiş aydınlar, eğer kendi toplumları için mücadele etmek yolunu tutmuyorlarsa, ayrıca buna uygun bir kavrayış ve siyasal değerlendirme düzeyleri yoksa, Batı’ya eleştirel bakamıyor ve Batıcı oluyorlardı. Batı’ya hayran olmuş siyasetçiler, Batı’nın her şeyini “mükemmel” buluyorlarsa yalnızca Batılıların işine yarıyorlardı. Ülkemizde 18. yüzyıl sonunda başlayan Batı’nın gücü karşısında boyun eğme anlayışı, zaman zaman kopuklukları olan bir “çizgi” olarak bizim Batıcılığımızın çıkış noktası olmuş, günümüzde ise bu çizgi emperyalizm taraftarlığı, sözcülüğü ve uşaklığına evrilmiştir.
Bunlara karşılık, başta Namık Kemal olmak üzere, Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler, “Batı tarihçiliği”ne karşı çıkan ve Avrupamerkezciliğe direnen anlayışlara sahiptiler.29 Oryantalizmin ne olduğunu kavramış aydınlarımız ise düşün, sanat ve siyaset dünyasından hiç bir zaman eksik olmamıştır. Bu da bir “çizgi”dir, “bizim” çizgimizdir.
NOTLAR
1Edward Gibbon’dan akt. Lewis, s. 16-17.
2 Heller, s. 63-66.
3 Braudel, s. 338.
4 Pirenne, s. 183 ve 187.
5 Reston, s. 24.
6 “Çöküş”ten kasıt, Roma “imparatorluğun[un] çöküşünden sonra kent kültürünün inanılmaz biçimde gerilemesiydi”. Goody, Tarih Hırsızlığı, s. 83.
7 Bu konuda geniş bilgi için Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları başlıklı çalışmamızın “’Avrupa’nın Batısındaki Doğu’: Endülüs” bölümüne bkz. s. 149-198.
8 Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları başlıklı çalışmamızın “Modern Batı’nın Temelindeki Doğu: ‘İtalyan İslamı’ – Sicilya” bölümüne bkz. s. 199-244.
9 Sigrid Hunke, Batı’yı Aydınlatan Doğu Güneşi, Kaynak Yayınları, İstanbul 2008, s. 266.
Burada Hunke, kitapla bilim, kültür ve uygarlık arasındaki kurduğu özdeşliği vurgulamaktadır.
10 Haçlı Seferleri ve seferlerin Avrupalılar üzerindeki sonuçları konusunda geniş bilgi için Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları başlıklı çalışmamızın “Hıristiyanlığın ’Haklı’ ve ‘Kutsal’ Savaşı: Haçlı Seferleri” bölümüne bkz. s. 245-354.
11 Davies, s. 36.
12 Geniş bilgi için bkz. Waley – Dean.
13 Said, s. 243.
14 Francis Bacon, “Sömürgeler Üstüne”, Denemeler, YKY, İstanbul 1982, s. 138-141.
15 Lucien Febvre’den akt. Braudel, Uygarlıkların Grameri, s. 329.
16 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul 2002, s. 382.
17 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Hobson; Amin; Goody, Tarih Hırsızlığı; Bernal.
18 Davies, s. 33.
19 Goody, Tarih Hırsızlığı ve Bernal.
20 Çırakman, s. 28-46.
21 Hobson, s. 170.
22 Attilâ İlhan, s. 174.
23 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Oryantalizm / Tartışma Metinleri, Doğubatı Yayınları, Ankara 2007; Edward Said, Oryantalizm Eleştirileri, İlkbahar Yayınevi, İstanbul 2000; Nora Şeni, Oryantalizm ve Hayırseverliğin İttifakı, YKY, İstanbul 2009; Vasilij Viladimiroviç Barthold, Asyanın Keşfi / Rusyada ve Avrupada Şarkiyatçılığın Tarihi, Yöneliş Yayınları, İstanbul 2000; Jale Parla, Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik, İletişim Yayınları, İstanbul 1985; Robert Irwın, Oryantalistler ve Düşmanları, YKY, İstanbul 2008; vb.
24 Braudel, s. 368.
25 “Uygarlık”ın geniş bir kavram olmasına karşılık, “kültür”ün daha dar bir algısal alanı ifade ettiğinden yola çıkılarak, Avrupalı olmayanlara daha uygun bulunan “kültür”, “uygarlık” sözcüğünün karşıtı ve seçeneği yapılmak istenmiş, bunun tartışmaları kavramlar üzerinde duranlarca önemli görülmüştür. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Norbert Elias, Uygarlık Süreci, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2000, s. 73-110.
26 Braudel, s. 27 vd.
27 Hobson, s. 172.
28 Said, s. 244.
29 Bu konuda geniş bilgi için “Batı’nın ‘Üstünlüğü’ ve Uygarlık – 1 / Merkezcilik, Sömürgecilik, Oryantalizm, Irkçılık” başlıklı yazımıza bakınız.
KAYNAKLAR
Samir Amin, Avrupamerkezcilik / Bir İdeolojinin Eleştirisi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1993;.
Francis Bacon, “Sömürgeler Üstüne”, Denemeler, YKY, İstanbul 1982.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul 2002.
Martin Bernal, Kara Atena – Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi? / 1785-1985, Kaynak Yayınları, İstanbul 1998.
Marc Bloch, Feodal Toplum, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2005.
Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri, İmge Kitabevi, Ankara 1996.
Aslı Çırakman, “Avrupa Fikrinden Avrupa Merkezciliğe”, Doğu Batı, sayı 14, Şubat- Mart-Nisan 2001, s. 28-46.
Norman Davies, Avrupa Tarihi / Doğu’dan Batı’ya, Buz Çağı’ndan Soğuk Savaşa, Urallar’dan Cebelitarık’a Avrupa’nın Panaroması, İmge Kitabevi, Ankara 2006.
Gerard Delanty, Avrupa’nın İcadı, Adres Yayınları, Ankara 2004.
Umberto Eco, Ortaçağ / Katedraller * Şövalyeler * Şehirler, Alfa Tarih, İstanbul 2014.
Norbert Elias, Uygarlık Süreci, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 2000.
Jack Goody, Rönesanslar, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2015.
Jack Goody, Tarih Hırsızlığı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2012.
Alp Hamuroğlu, Hıristiyanlık, İslamlık ve Avrupa / Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları (Endülüs, Sicilya, Haçlı Seferleri), Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2016.
Alp Hamuroğlu, “Batı’nın ‘Üstünlüğü’ ve Uygarlık – 1 / Merkezcilik, Sömürgecilik, Oryantalizm, Irkçılık”, (Teori, sayı 370, Kasım 2020, s. 50-63) ve “Batı’nın ‘Üstünlüğü’ ve Uygarlık – 2 / Tarih Tezinde Türkler, Avrupalılara Göre Türkler ve Emperyalizm” (Teori, sayı 371, Aralık 2020, s. 33-48).
Alp Hamuroğlu, “Karl Marx 200 Yaşında / Avrupa’nın Gelişme, Bilim ve Devrim Tekeli: Sömürgecilik, Kapitalizm, Emperyalizm”, Teori, sayı 342, Temmuz 2018, s. 43-58.
Alp Hamuroğlu, “Kölecilik ve Köleci Sistemin Evrenselliği ile Avrupamerkezcilik / 1” (Bilim ve Ütopya, sayı 302, Ağustos 2019, s. 51-61) ve “Kölecilik ve Köleci Sistemin Evrenselliği ile Avrupamerkezcilik / 2” (Bilim ve Ütopya, sayı 303, Eylül 2019, s. 65-72).
Erdmute Heller, Arabeskler ve Tılsımlar / Batı Kültüründe Doğu’nun Tarihi ve Öyküleri, İmge Kitabevi, Ankara 2000.
Eric Hobsbawm, Tarih Üzerine, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2001.
John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri, YKY, İstanbul 2007.
Marshall G.S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, Vadi Yayıncılık, İstanbul 2020.
Attilâ İlhan, Hangi Batı, Bilgi Yayınevi, Ankara 2001.
Jacques Le Goff, Ortaçağ Batı Uygarlığı, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2017.
Bernard Lewis, Müslümanların Avrupa’yı Keşfi, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000.
Henri Pirenne, Hz. Muhammed ve Charlemagne, İmge Kitabevi, Ankara 2006.
James Reston, Jr., ’Allah’ ve ’Tanrı’ İçin Savaşanlar, Aykırı Yayıncılık, İstanbul 2004.
Edward W. Said, Şarkiyatçılık / Batı’nın Şark Anlayışları, Metis Yayınları, İstanbul 1999.
Daniel Waley – Trevor Dean, İtalyan Şehir Cumhuriyetleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2014.