7 Ekim 2023 tarihinde yaşanan Hamas Saldırısı yakın tarihe ABD ve Anglosakson dünyanın kenar kuşak jeopolitiği ile İsrail Jeopolitiğinin ortak dönüm noktası olarak geçecektir. Ancak öngörü ve stratejik değerlendirmeleri atlayan bu saldırının en önemli özelliği şüphesiz büyük güçler rekabet dinamiğinde pek çok gelişmeyi kontrol dışı tetiklemesi ve hamleleri öne çekmesi olacaktır. Diğer bir deyişle taktik bir hamle ile çok büyük jeopolitik sürpriz yaratılmıştır. ABD, İsrail için doğrudan büyük bir sorumluluk altına girerken, Rusya ve Çin hem manevra alanlarını hem de hazırlık zamanlarını genişletme olanağı bulmuşlardır.
KÜRESEL JEOPOLİTİK ÇATIŞMA UKRAYNA’DAN ORTADOĞU’YA YANSIYOR
Jeopolitiğin her şeyin üzerinde yer aldığı acımasız bir döneme girmiş bulunuyoruz. Hamas saldırısı ile başlayan süreç İsrail’in karşı saldırısı ve etnik temizliğe varan cezalandırma operasyonları ile sürecektir. Uluslararası ilişiklerin ve devletler hukukunun teorisi ve pratiği ile izah edilemeyecek derecede karmaşık bir süreç yaşanacaktır. Zira Kural Temelli Dünyanın (Rules Based Order) sözde sahibi ABD ve Anglosakson dünya, İsrail devletinin kural tanımamazlığı ve sınırsız şiddet kullanımını geçmişte olduğu gibi sınırlayamamaktadır. Örneğin bugüne kadar Filistin sorunu ile ilgili olarak İsrail aleyhinde 200’e yakın BM Güvenlik Konseyi kararı ile 100’e yakın BM Genel Kurul Kararı mevcuttur. Bu kararların büyük çoğunluğu İsrail için anlam ifade etmemektedir. Zira ABD jeopolitiğinin Ortadoğu’daki kara ve hava jandarması olan İsrail, Truman döneminden bu yana ABD’nin çıkarlarını korumakta ve geliştirmektedir. Derinliğine savunma alanı olmadığı için İsrail önce nükleer güç olmuş; daha sonra Arap İsrail savaşları (1948,1956,1967,1973) sonucu toprak işgalleri, Mısırla imzalanan Camp David Anlaşması ve ABD’nin soğuk savaş sonrası başlattığı BOP ile etrafındaki devletlerin parçalanması ve iç savaşa sürüklenmesi sonucu çevresinde bir güvenlik kuşağı oluşturmuştur. Emperyalizmin Süveyş Kanalının millileştirilmesinde yaşandığı üzere en büyük rakibi olan Arap milliyetçiliğini sönümlendirmiştir. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Arafat mirasını sonlandırmıştır. Ancak iki alanda başarılı olamamıştır. Kurulmasına destek verdiği Hamas’ın Gazze şeridinde İhvancı dini motifle teröre başvurmasını; 1979 sonrası İsrail’in büyük dostu Şah’ın devrilmesi sonucu İran İslami rejiminin en keskin İsrail düşmanı olmasını ve 1982’de işgal ettiği Lübnan’da İran destekli Şii Hizbullah’ın İsrail’e büyük ve yakın silahlı tehdit olmasını önleyememiştir. Hamas’ın Sünni radikal dinci bir terör grubu olmasına rağmen, İran’ın Şii dincileri tarafından destekleniyor olması da ayrı bir inceleme konusudur. ABD’nin İsrail’e sağladığı askeri malzeme yardımıyla İsrail zaferi ile biten 1973 Yom Kippur savaşının küresel sisteme yönelik çok önemli jeopolitik ve ekonomik sonuçları olmuştu. Bu savaşta ABD Başkanı Nixon son anda İsrail’e askeri yardım sağlamasaydı İsrail ciddi toprak kayıplarına uğrayacaktı. Yom Kippur Savaşından tam 50 yıl sonra Gazze Şeridinden İsrail’e yapılan Hamas saldırısının akabinde İsrail’in Gazze Şeridine düzenlediği orantısız güç saldırıları ve neredeyse savaş suçu sayılacak kuzey Gazze’nin boşaltılması kararının 1973’ten daha da büyük ve ciddi jeopolitik sonuçları olacaktır. Bu arada 50 yıl aradan sonra ABD’nin ve Anglosakson dünyanın yine aynı kararlılıkla İsrail’in yanında olduğunu tekrar görüyoruz.
NEDEN ÖNLEM ALINMADI?
Öncelikle belirtelim ki Hamas’ın her yönü ile insanlık dışı terör eylemi ve sivil katliamı büyük bir intikam sürecini ateşlemiştir. Karşısındaki gücün ateş ve yok etme gücü bilindiği halde böylesi büyük bir katliamın çok ciddi ve yok edici intikam sürecini başlatacağını bilerek yapılma kararının alınmış olması dikkat çekicidir. Diğer yandan Amerikan istihbaratının 28 Eylül – 5 Ekim arasında Hamas’ın şiddet uygulama olasılığının arttığına dair ikazına rağmen 7 Ekim 2023 saldırısına İsrail Güvenlik Güçlerinin son derece hazırlıksız yakalanması da izah edilmesi güç bir olgudur. Bu durum aradan geçen zamana rağmen gizemini koruyor. Bu gizem, 7 Aralık 1941 tarihinde Hawaii’de yaşanan Pearl Harbor baskınının ya da ABD’de yaşanan 11 Eylül 2001 saldırılarının kasti hazırlıksızlık gizemleri ile aynıdır. Gazze Şeridi gibi 41 km uzunluğunda 6 ila 12 km değişen genişlikte 365 kilometrekarelik bir alanda, her şeyi görebilen, dinleyebilen, kamera kaydı tutan, iç istihbarat sistemini kurmuş, Filistinliler içerisinde de kendisine çok önceden ajanlar elde etmiş bir devletin bu saldırıyı bilmemesi mümkün değildir. Eğer bu saldırı küçük çaplı bir saldırı olarak değerlendirilip, büyük bir planın uygulanmasına fırsat yaratabilir şeklinde kullanılmışsa o zaman çok daha büyük istihbarat zafiyetinden bahsedebiliriz. Bu saldırının diğer yandan 2006 İsrail- Hizbullah savaşı sonrası ikinci kez İsrail’in yenilmezlik ve dokunulmazlık mitini yaraladığını eklemek gerekir. İsrail halkının devlete güveni çok ciddi hasar almıştır. İsrail gerek yargı reformu döneminde yaşanan kutuplaşmalar ve gerekse bu süreçle birlikte dünya kamuoyu gözünde geleceği istikrarsız ve içerde güvensiz bir devlet durumuna düşme durumundadır. Üstüne Gazze’de başlayan kara harekâtında dünya kamuoyu önünde büyük can kayıplarına neden oldukları takdirde oluşacak kötü imaj uzun süre devam edecektir. Bu koşullarda değil Büyük İsrail vizyonunu gerçekleştirmek, kendi içinde barış, istikrar ve gelecek güvencesini sağlamakta dahi zorlanacaktır.
KUTUPLAŞMA KESKİNLEŞECEKTİR
İsrail’in iç siyasette; ABD’nin ise hem içerde hem de dışarda çok sıkıştığı ve gerilediği bir konjonktürde Gazze kaynaklı füze saldırısı ve Hamas baskınından sonra kısa sürede yaşananlar bu baskının aklı başında ve itidal içinde davranan devletler ve bloklar olmadığı sürece insanlık için büyük felaketler ve çok büyük jeopolitik gelişmeleri tetikleyeceğini söyleyebiliriz. Rusya Ukrayna krizinde Rusya’yı her yönü ile düşmanlaştıran ve şeytanlaştıran ABD ve AB liderliğindeki batı dünyası bugün benzer enerjiyi Hamas üzerinden Filistin’e ve Filistin davasını destekleyenlere yansıtmaktadır. Bu son derece tehlikelidir. Ancak burada önemli bir fark vardır. Ukrayna Savaşında AB ve NATO’yu vassalı olarak kullanan ABD, İsrail krizinde AB ve NATO’yu aynı serbestiyet içinde yanında bulamayacaktır. Bu aşamadan sonra İsrail ABD’nin doğrudan sorumluluğu altına girmiştir. O nedenledir ki 48 saat içinde Uçak Gemisi gönderme kararı almışlardır. Sorun bu sorumluluğun getireceği yükün, Pasifik, Arktik ve Atlantik’te gerçek jeopolitik rekabet alanlarındaki etkisi olacaktır.
İSRAİL İÇERDE ÇOK SIKIŞMIŞTI
Bugünkü İsrail 1948’de kurulan devletten farklı bir devlete dönüşmüştür. İsrail’i devlet olarak tanımayan aşırı dincilerin nüfusu artarken, Filistin ile birlikte yaşamaya ve Filistin’in Batı Şeria ve Gazze’deki varlığına bile tahammül edemeyen aşırı Siyonist nüfus da artmıştır. En önemlisi laik ve itidalli İsraillileri temsil eden siyasi partiler bölünmüştür. Bu durum Netenyahu hükümetinin dinci faşist koalisyonuna hayat vermiştir. Nitekim 7 Ekim günü neredeyse on aya yakın bir zamandır Netenyahu hükümetinin yargı reformuna karşı İsrail’de tarihte örneği görülmemiş protestolar ve karşı kitlesel gösteriler devam ediyordu. Yani İsrail iki kutba bölünmüştü. New York Times’ın Pulitzer ödüllü ünlü köşe yazarı Thomas Friedman 23 Temmuz’da gazetesinde ‘’İsrail Güvenlik Kurumları Parçalanıyor!’’ başlıklı çok önemli bir yazıda şunları söylemişti: ‘’ Binyamin Netanyahu, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin İsrail’in siyasi kademesinin aşırı atamalarını veya kararlarını kontrol etme yetkisini elinden alacak ve bunu ulusal bir fikir birliğine varmadan yapacak bir yasa tasarısını geçirmeye devam ederse İsrail ordusunu parçalayacak ve yalnızca ABD ile İsrail arasındaki ortak değerleri değil, aynı zamanda ABD’nin hayati çıkarlarını da baltalayacak… 1100’den fazla İsrail Hava Kuvvetleri pilotu ve teknisyeninin diktatörlük için uçmayacaklarına dair uyarılarına rağmen. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Mossad, Shin Bet ve polisin eski başkanları da dahil olmak üzere düzinelerce eski üst düzey güvenlik yetkilisinin imzaladığı ve başbakana durması için yalvaran açık mektuba rağmen. İsrail’in önde gelen iş forumunun “İsrail ekonomisi üzerinde geri dönüşü olmayan ve yıkıcı sonuçlar doğuracağı” uyarısına rağmen. Bunun sonunda İsrail Ordusu’nun tabanındaki bütünlüğü bozabileceği korkusuna rağmen.’’ Friedman’ın yazıda vurguladığı asıl endişesi bu yasa geçtiği takdirde Batı Şeria’daki yerleşimlerin 1993 Oslo Anlaşmaları ihlal edilerek işgal edilmesi ve BM Genel Kurul Kararı olan iki devletli çözümün tamamen ortadan kalkmasıydı. Bu durumda ABD için Ortadoğu’da önemli istikrar unsuru ve tampon devlet olan Ürdün’ün büyük bir mülteci akınına uğrayacağı ve dengesinin bozulacağına değiniyordu. Jeopolitik çerçevede ise Suudi Arabistan’ın durumuna dikkat çekerek bu durumun Salman’ı İsrail’den ve ABD’den uzaklaştıracağı endişesini dile getiriyordu. Bu yazıdan 3 ay sonra 7 Ekim baskını geldi. 10 Ekim günü Suud Hükümeti, İsrail ile yakınlaşma sürecini durdurdu. Kısacası eğer bu yasa geçerse, İsrail’in bir Apartheid devleti olması kaçınılmaz olacaktır. Hamas saldırısı ve İsrail’in Gazze operasyonu Covid, Ukrayna, Tayvan ve ekonomik kriz nedeniyle son yıllarda unutulma ve umursanmama aşamasına gelen Filistin’i tekrar gündeme taşıdı ve dünyanın şu an en önemli ilgi alanı yaptı.
KUZEY GAZZE’NİN 24 SAATTE BOŞALTILMASI
Bu baskın sonrası düşme aşamasına gelen İsrail Hükümeti yeni bir savaş hükümeti kurarak kan tazeledi. İlk hamlesi bir beka sorunu olan Gazze’deki Hamas örgütünü temizleme kararı oldu. Bunun için 24 saat içinde (Cenevre Konvansiyonu ve Uluslararası Çatışma Hukukuna aykırı şekilde) 1 milyon Filistinlinin Kuzey Gazze’den Güneye geçmesini ve Gazze’ye su, elektrik, gıda vb. her türlü desteğin kesilerek tamamen abluka altına alınmasını emretti. Bu kararın Hamas’ı değil aslında milyonlarca masum Filistinliyi kadın çocuk yaşlı demeden ölüme zorlamak olduğunu herkes biliyor. Ezilen ve öldürülen her Filistinlinin geleceğin intikamcılarına hayat vermesi de önlenemez bir olgudur. Bu kapsamda son 96 saatte ABD’nin Irak ve Afganistan’daki bombalama yoğunluğundan bile kat be kat büyük ateş gücü ile Gazze’ye cezalandırma ve temizleme operasyonu yapan İsrail Savunma Kuvvetlerine (IDF) Savunma Bakanı tarafından verilen direktif gerçekten ürkütücüdür. ‘’Bu harekatta IDF, uluslararası hukuka uymayabilir, askeri mahkemeler kurulmayacaktır.’’ İsrail Savunma Bakanının bu direktifine ABD ve AB’den tek bir eleştiri gelmediğini ekleyelim. Baskının ilk günlerinde yapılan bu beyanlar ve orantısız güç kullanımına yönelik eylemler dünya kamuoyunda ve sosyal medyada Filistin lehinde büyük bir dalganın oluşmasına neden oldu. İsrail uğradığı saldırının başlangıçta kendi lehinde yarattığı desteği kaybetmeye başladı. Bunu CNN ve BBC’de dahi gözlemledik.
NETANYAHU VE ORTADOĞU’YU DEĞİŞTİRME VİZYONU
Bu yaşananlar küresel düzeyde kutuplaşmalar yarattı. Bir tarafta kayıtsız şartsız tam olarak halkı ile olmasa da hükümetleri ile İsrail’i destekleyen ABD, İngiltere ve AB ülkeleri diğer taraftan itidal, ateşkes ve Filistin devleti için diplomasi masasını öneren devletler. Tabi sorumluluk hisseden her devlet masumların ölmesinin önlenmesi ve İsrail’in aşırı güç kullanmasının frenlenmesi için çaba sarf ediyor. Ancak bu çabalar İsrail’in yıllardır beklediği bu stratejik fırsatı kullanmasını önleyebilecek mi? İsrail Başbakanı Netanyahu, “Hamas tarihi boyutlarda bir hata yaptı. Onlar ve diğer düşmanlar tarafından onlarca yıl hatırlanacak bir bedel ödeteceğiz… Hamas’ın yaşayacağı zor ve feci olacak, harekata girdik ve yeni başlıyoruz. Sizlerden kararlı olmanızı istiyorum çünkü Orta Doğu’yu değiştireceğiz.’’ Diyebiliyor.
HAMAS’I DESTEKLEYEN İNGİLİZ VE İSRAİL İSTİHBARATI
Hamas’ın 1967 sonrası laik ve milliyetçi aynı zamanda sosyalist Filistin Kurtuluş Örgütünün Arap Dünyasında yayılan ve güçlenen imajına rakip olarak İsrail ve İngiliz istihbaratı desteğiyle kurulduğu bilinen bir gerçek. Hamas Müslüman Kardeşlerin bir kolu. 1928’de Mısır’da -Atatürk Türkiye’sinin laikliğine karşı- İngilizlerin desteği ile kurulan Müslüman Kardeşler Milliyetçi Lider Nasır’a daha sonra suikast düzenlemiş ve 1959 yılında ABD Başkanı Eisonhower tarafından Beyaz Saraya kabul edilmiş bir gruptu. Amaç Sovyetler Birliği’ne meyleden Mısır ve Suriye’dekiler gibi laik pan-Arap liderlere saldırmak için bir ortaklık kurarak Arap Dünyasında dinci siyasi yapılanma ile milliyetçi duygu ve yönelişleri köreltmek ve toplumsal birliği bozmaktı. Bunu başardılar. Arapları ümmet olmaktan millet olmaya cezbeden ve birleştikleri takdirde önemli bir jeopolitik güç olma yolunu açan Filistin davasının böylece din üzerinden kimyası ve insicamı bozuldu. Eğer Arap Milliyetçiliği yok edilmeseydi, Nasır gibi liderler Arap alemini bir arada tutabilir ve Filistin sorunu bugüne kadar çözülebilirdi. İngilizler ve ABD din üzerinden parçalamayı her yerde başarıyla yaptılar. Türkiye’de de komünizm korkusu ile Kemalizm ve Atatürkçülüğü yok etmeyi ve Türk milletini bölmeyi denediler ve kısmen başardılar. Bugün PKK ve FETÖ; etnik ayrılıkçılık ve laikliği hedef alan yapılanma ve eylemler örnekleridir. ABD’nin desteklediği İslamcı teröristlerin her yerde olduğu gerçek. Çeçenistan’dan Afganistan’a; Sincan’dan Filipinler’e, İran’dan Türkiye’ye (FETÖ) o kadar çok örnek var ki. Tabi son krizde Netanyahu’nun Hamas’ı İŞİD’e benzetmesi tam bir ironi oldu. İŞİD’i ABD’nin kurduğu, yaşlı Kissinger’ın eski Başkan Trump’a İran’a karşı olan İŞİD’i yenmemelerini tavsiye ettiği, eski İsrail savunma bakanı Moşe Yaalon’un, IŞİD’in asla İsrail’e saldırmadığını söyleyerek övündüğünü buradan hatırlatalım.
ARAFAT’A VE FKÖ’YE RAKİP HAMAS
İngiliz icadı İhvancı dincilerin kontrolündeki Hamas, böylece Yaser Arafat liderliğine rakip oldu. Bugün Batı Şeria’daki Abbas Hükümeti Arafat’ın devamı gibi görünse de gerçekte bölünme sonrası ABD rotasına girmiş ve pasif siyasi bir varlığa dönüştü. En azından kendi halkına kısmen barış yaşatıyor olsa da pasif tutumuyla ne Hamas’ın radikalleşmesini ne de İsrail Hükümetinin Filistinlilere her geçen gün artan baskılarını ve yeni yerleşim alanları ile topraklarının çalınmasını önleyemiyor. Netenyahu Hükümeti BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen Filistinlilerle ortak yaşamak bir yana onların topraklarını istemektedir. Gazze’de 2 milyon ve Batı Şeria’da 3 milyon insanı ortadan kaldırmayacağına göre ya nüfusu İsrail’den 2 kat daha hızlı artan bu insanlar Ürdün’e, Mısır’a (ki Mısır kabul etmeyeceğini açıkladı) veya açık denize sürülecek ya da devlet fikrinden vaz geçerek İsrail devleti içinde azınlık olarak yaşamayı kabul edecek. Ya da her iki taraf ateşkes veya barış olmadan sonsuza kadar devam edecek nihilist bir savaş ortamında varlığını devam ettirecek. (ABD’nin Kızılderililere uyguladığı yöntemler uygulanmaz ise.)
KIYISI VE KITA SAHANLIĞI OLAN GAZZE
Bu arada Gazze Şeridinin 40 km kıyı şeridi ile ilerde bağımsız Filistin kurulduğu takdirde kıta sahanlığı le MEB’e sahip olacağını; bu bölgelerde zengin doğal gaz yatakları olduğunu hatırlatalım. Enerjiyi bir kenara koyalım. Sadece denize çıkışı olan bir Filistin devleti gelecekte anti Amerikan bir tutum içinde olursa bunun ABD ve İsrail gözlüğü ile Süveyş Kanalına nasıl bir tehdit oluşturacağı jeopolitik açıdan izahtan varestedir. İsrail Savunma İstihbarat Şefi Amos Yadlin, Wikileaks’in ele geçirdiği bir e-postada 2007’de şunu itiraf ediyordu: “Hamas Gazze’yi ele geçirirse İsrail mutlu olur. Çünkü IDF o zaman Gazze’yle düşman bir devlet olarak başa çıkabilir.”
(https://sputniknews.in/20231013/edging-closer-to-ww3-israel-palestine-conflict-4791093.html)
Bugün Gazze’de kıyı şeridi vardır ancak liman yoktur. İsrail, jeopolitik refleks olarak kendi bağrında denize çıkışı olan bağımsız Filistin devletini istemez ve asla izin vermez. Zira deniz demek özgürlük ve bağımsız hareket demektir. İsrail’in Gazze’ye bakışı bu açıdan ayrıca değerlendirilmelidir.
JEOPOLİTİK HER ŞEYİN TEMELİDİR
Unutulmamalıdır ki Avrupa’yı jeopolitik çerçevede etkisi altına alan Truman Doktrini 12 Mart 1947’de, İsrail devleti 14 Mayıs 1948’de ilan edildi. Bu etki alanının Ortadoğu’daki vekili İsrail yapıldı. İsrail gerek Süveyş Kanalına gerekse Körfez ülkeleri ile Arap Yarımadasına yakınlığı nedeni ile ABD jeopolitiği için bulunmaz bir nimete dönüştü. Evanjelizmin eski ahit ile yeni ahiti birleştirmesi ve ortaya çıkarılan Yahudi-Hristiyan kültür ortaklığı ile ABD ve İsrail kamuoyu birbirine yakınlaştırıldı. Bugün ABD medya, ticaret, finans, reklam, sinema, sanat, savunma sanayi, siyaset ve istihbarat birimlerindeki Yahudi etkisi tarihte örneği olmayan düzeydedir. ABD, Araplar ile yaşanan her savaşta İsrail’e her zaman en zor anında yardım etti. 1956 sonrası Fransa sayesinde nükleer güç olan İsrail’in bu caydırıcı yeteneği de her zaman için ABD çıkarları için kullanıldı. 1967 savaşında Akdeniz’de yaşanan USS Liberty krizi ve ABD silahlarının ve teknolojisinin yabancı devletlere transferi ile ilgili olarak yaşanan birkaç anlaşmazlık dışında ABD ve İsrail aralarında ciddi sorun yaşamadı. ABD, BM Güvenlik Konseyinden İsrail aleyhindeki kararları veto etti.
SOĞUK SAVAŞ SONRASI AMERİKAN İSRAİL İLİŞKİLERİ
Diğer yandan Soğuk Savaşın en keskin ve zor günlerinde bile Arap ve İslam dünyasını karşısına almak istemeyen ve İsrail ile açık bir ittifaktan kaçınan ABD, soğuk savaş sonrası İsrail ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de açık şekilde ittifak ilişkileri içine girdi. Soğuk Savaş sonrası Sovyet kalpgâhının kolayca yenildiğini gören ABD, kenar kuşak şekillendirmesine daha çok önem verdi. 11 Eylül saldırıları ve terörle savaş paradigması ile Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’ye saldırı, Türkiye’de FETÖ kumpas davaları ve 15 Temmuz darbe girişimi bu şekillendirmede önemli rol oynadı. Bu süreçte Rusya ve Çin’in çevrelenmesi, enerji ve su havzalarının kontrolü ile İsrail’in güvenliğini sağlama hedefleri kenar kuşağın önemini daha da artırdı. Ancak tüm bu hamleler kalıcı sonuç getiremedi. Ukrayna Rusya savaşında ABD’nin AB’yi Rus enerjisinden mahrum bırakması, AB’yi eyaletine dönüştürmesi ve NATO’yu genişletme başarılarının dışında kazancı olmaması, diğer cephelerde jeopolitik hamlelerini hızlandırdı. ABD düşüncesine göre Rusya zayıflatıldı ancak Rusya Ukrayna savaşı varacağı en üst noktaya vardı. Bundan sonra yeni cepheler açılmalı. İşte Hamas’ın saldırısı ile erken açılan yeni cephe Doğu Akdeniz ve Orta Doğu oldu. Ancak bu cephenin de küresel hegemonya mücadelesinde asıl cephe olmadığını vurgulamak gerekir. Asıl cephe İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi, Asya Pasifik’tir.
BÜYÜK JEOPOLİTİK MÜCADELEDE ARA HEDEF İRAN’DIR
Bu yeni cephede en önemli ve belirleyici ve hedef unsur 1979’dan bu yana ABD ile mücadele içinde olan İran’dır. Üç nedenle önemlidir. Birincisi Lübnan’da Hizbullah ve Gazze’de Hamas ile siyasi, askeri bağları vardır. İkincisi, günde 14 milyon varil petrolün geçtiği Hürmüz Boğazını kontrol etmektedir. Üçüncüsü içerdeki teokratik siyasi molla rejiminin varlığını sürdürebilmek için ABD müttefiki İsrail düşmanlığına ihtiyacı vardır ve bunu en üst seviyede kullanmaktadır. Bu arada İsrail- ABD ittifakına ve her türlü İsrail baskı ve talebine rağmen ABD, İran’a askerî harekât başlatma yolunu seçmedi. Örneğin Obama, kendi döneminde Başbakan olan Netanyahu’nun İran nükleer tesislerine hava harekâtı yapılması konusundaki baskılarına direndi. Bugün de en çok konuşulan senaryonun İsrail, İran ve dolayısı ile İran ABD çatışmasını içerdiğini söyleyebiliriz. İsrail bu yaşananlardan sonra ABD’yi İran ile çatışmaya zorlayabilecek önemli bir fırsatı yaratmıştır. Diğer taraftan oluşan bu durumun Amerikan neoconları için de istenen bir durum yarattığını söyleyebiliriz. Zira bu gruba bağlı Amerikan Düşünce Kuruluşları krizin başından bu yana sürekli olarak İran’ı suçlayan ve cezalandırılmasını isteyen fikirler üretmektedirler. Şüphe yok ki Ukrayna Savaşından sonra zayıfladığını iddia ettikleri Rusya’nın yanına bu kez İran’ı koymak ve Çin’in Avrupa ile ulaşım yollarından önemli birini saf dışı bırakmak ABD neoconlarının hedefidir. Eğer dünya kamuoyu İsrail baskını üzerinden Hamas; Hamas Üzerinden Hizbullah ve İran nefreti ile doldurulursa İran’a silahlı müdahale en azından kendi kamuoylarına satılabilir duruma gelir. Bu duruma şapka çıkaracak İsrail’in artık ABD’den bağımsız hareket etmesi de olası değildir. Dolayısı ile İsrail halkı artık sadece İsrail’in değil Amerikan jeopolitiğinin de aracı haline gelmiştir. Nasıl ki Ukrayna savaşı AB’yi ABD’nin vassalı yaptıysa, İsrail de tam vassal olacaktır. Yeni dünya düzeni mücadelesinde ABD ve AB aksına İsrail artık kenetlenmiştir. ABD de artık İsrail’e askeri yardımdan vaz geçemez.
LÜBNAN HİZBULLAH CEPHESİ ÇOK RİSKLİDİR
Bu kriz ile ABD’yi yanına alan İsrail, çok büyük sivil kayıpları göze alarak Gazze dışında Lübnan Hizbullah’ının elindeki füze ve diğer ateş gücünü yok etmeyi hedefleyebilir. Bu çerçevede halen gelişigüzel taciz atışları şeklinde Güney Lübnan-Kuzey İsrail arasında devam eden atışlara USS Gerald Ford uçak gemisi darbe grubu (CSG) müdahale ettiğinde durum kontrolden çıkacaktır. Lübnan topraklarına ilk bomba düştüğünde Hizbullah’ın sahip olduğu onbinlerce füzenin İsrail’e ateşlenmesi beklenen bir hamle olacaktır. Diğer yandan İsrail ordusu Lübnan’a girdiği takdirde 2006 savaşından daha büyük bir dirençle karşılaşabilecektir. Dolayısıyla İsrail hem içerde hem dışarda ciddi kayıplar verecektir. Bu durumda Hizbullah veya onu taklit edecek bir grup (false flag) saldırmadıkça Amerikan uçak gemisinin böylesine bir hamlede bulunması beklenemez. Ayrıca Hizbullah’ın elindeki 150 mil menzilli Yakhont ile 60 mil menzilli C802 gemiye karşı füzeleri de uçak gemisi darbe grubunun dikkate alması gereken faktörlerdir.
İRAN-İSRAİL/ABD SAVAŞI ÇOK YIKICI OLUR
Hizbullah’ın savaşa müdahil olması kaçınılmaz şekilde İran’ın müdahalesine yol açar ve bu da İsrail’in yıllardır arzu ettiği İran-ABD savaşını başlatır. Bu çatışma Basra Körfezine de sıçrar. İşte bu noktada İran’ın Irak, Libya veya Suriye ile kıyaslanamayacağını belirtmekte yarar var. Son 40 yılda Körfezde İran’ın oluşturduğu ateş gücü yoğunluğunun Tomahawk ya da Uçak gemisi gruplarının taarruzları ile yok edilmesi çok zordur. Karadan müdahale gerekir. Bunu kim yapacaktır? ABD ve İsrail askeri yerine kullanılacak İran ile sınırdaş vekalet savaşçısı/savaşçıları kim olacaktır? İran askeri makinesi ancak Yugoslavya benzeri bir iç savaşla ya da çok kapsamlı ABD liderliğinde büyük bir koalisyon istilası ile yıkılabilir. Ancak ABD, Gazze’de yaşanmakta olan insanlık trajedisinden sonra böyle bir koalisyona İngiltere ve AB’den birkaç devlet dışında kimseyi ikna edemez. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri Gazze’de masum siviller katledilirken İsrail’e karşı tutum almayacaktır. Zaten İran ve Suudi Dışişleri Bakanlarının görüşmeleri ve Suudi Arabistan’ın Eylül’de başlayan İsrail ile yakınlaşma sürecinden çekilmesi bunun ispatıdır. İran’da iç savaş seçeneği de kolay değildir. Bu süreç İran’ı ancak istikrarsızlaştırır. Amerikalı stratejist Richard Betts, 10 yıl önce “ABD’nin tarihten ders almadığını, unuttuğunu ve ufku kısa politikacılar tarafından yönetildiğini söylerken, Soğuk Savaş dönemi caydırma paradigmasının artık mantığını yitirdiğini ve bunda ABD’nin hataları olduğunu’’ ileri sürüyordu. (Richard Betts, The Lost Logic of Deterrence, Foreign Affairs, Ocak/Şubat 2013.) Çok haklıydı. Bugün durum ABD için daha da kötüdür.
ABD, ÇİN VE RUSYA
ABD’nin yapması gereken İsrail’i Filistin devletinin kurulmasına ve BM 1988 kararlarının uygulanmasına ikna etmektir. ABD’nin Ortadoğu’da güç kaybını önleyecek tek çözüm budur. Ancak ABD’de neoconlar İsrail’i kendi çıkarları için kullanmaya devam etmek isteyecektir. Onlar için tek hedef vardır. Çin ve Rusya’nın birleşik Asya gücü olarak okyanuslara inmesinin önlenmesi ve Washington Consensus’u ile ilan edilen dünya düzenine rakip olmaktan uzaklaştırılmalarıdır. Rusya Ukrayna krizi ile Çin’in Avrupa ile olan ticari bağlantı rotalarının çoğu kesilmiştir. Almanya’nın ve pek çok Avrupa Ülkesinin Rusya ile enerji ve ticaret ilişkisi kesilmiştir. Şimdi İran üzerinden Çin’e giden ve gelen ticaret ve enerjinin kesilmesi gerekmektedir. İşte Hamas saldırısı böylesi bir konjonktürde meydana geldi. Geçen günlerde Suriye liderinin Çin’e gittiği, gelecek hafta Kuşak ve Yol 10. Yıl zirvesinin yapılacağı; Filistin davasının tamamen unutulduğu İslam Örgütü ve Arap Liginin gerek din gerekse ırk temelinde bile Filistin davasına artık destek vermediği bir ortamda Hamas’ın saldırısı kaçınılmaz olarak IDF’nin Gazze temizlik operasyonu ile Arap ve İslam aleminde yeniden Filistin davasını alevlendirmiştir. Önümüzdeki günlerde başta Gazzeli çocuklar olmak üzere sivil kayıpların artması Çin ve Rusya başta olmak üzere pek çok devletin Filistin davasına yakınlaşmasını tetikleyecektir. (İsrail’in Çin’i Hamas’ı yeterince kınamadığı şeklinde eleştirisi bile bu gelişmelere örnektir.) Rusya Ukrayna krizinde yaşanan kutuplaşma bu kez İsrail Filistin kutuplaşması ile konsolide olacaktır. Bu arada İsrail’in Hayfa Limanının kullanımı ve yüksek teknoloji ürün ticareti alanlarında Çin ile geliştirdiği çok ileri derecede yakınlaşma ve iş birliği de sona erecektir. Geçen yaz G 20 zirvesinde ilan edilen Suudi Arabistan ve Ürdün’den’dan geçerek Hayfa’ya erişen Hindistan Ortadoğu Ekonomik Koridoru’nun (IMEC) doğmadan öldüğünü söyleyebiliriz. İsrail ile Bahreyn, BAE, Fas ve Sudan’ı Amerikan arabuluculuğu ile yakınlaştıran İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) da bu gelişmeler altında risk altına girmiştir. Bu koşullarda Hamas baskını sonrası jeopolitik arenada Rusya’nın durumu dolaylı olarak hem rahatlamış hem de güçlenmiştir.
İNSANLIĞIN SINAVI
Bugün gelinen noktada insanlığın önünde büyük bir sınav vardır. ABD’nin ve Anglosakson dünyanın jeopolitik hedefi 200 yıllık küresel hakimiyeti devam ettirmek üzerine kuruludur. Ancak bunu sağlayacak güçleri tükenmiştir. Bunu devam ettirebilmek için kenar kuşak üzerinde kriz ve savaş çıkarmaktan çekinmeden ilerlemektedirler. Ancak 200 yıl öncesi ile arada önemli fark vardır. Bu ilerlemede Amerikan veya İngiliz askerleri ya da sivilleri kaybedilmemektedir. Onların yerine Iraklılar, Afganlar, Suriyeliler, Yemenliler, Libyalılar, Ukraynalılar, Filistinliler ve İsrailliler ölmektedir. Ukrayna’da Rusya’yı zayıflatmak için teşvik edilen savaş ters tepmiştir. Rusya büyük yaptırım ve ambargolara maruz kalmış, ekonomisi zayıflamış, insan kaybına maruz kalmış olsa da Ukrayna’da kendi azınlığının yaşadığı Donbas bölgesini kontrolüne almıştır. Ukrayna genç nüfusunun önemli bölümünü kaybetmiştir. Alt yapısı zarar görmüştür. Borç batağı ve yolsuzluklar içindedir. Böylesi bir konjonktürde başlayan İsrail Hamas Savaşının Amerikan çıkarları ile uyumlu olması, savaşların devam ederek Amerikan Silah Sanayine siparişlerin devam etmesi ve İran’ın hırpalanması ile mümkündür. İran’ın her türlü kışkırtmaya rağmen Rusya Ukrayna Savaşından çıkardığı dersler ışığında bu savaşa uzak kalması olasıdır. Bu itidalde olması Çin’in de çıkarları ile örtüşmektedir. Ancak Gazze’de İkinci Dünya Savaşında yaşanan ve etnik temizliğe varacak derecede büyük insani trajedilerin önlenememesi, Arap, İslam ve batı dünyasının yaşananlara sessiz kalması durumunda şelale etkisi ile önce Batı Şeria sonra Güney Lübnan ve daha sonra İran’ın krize dahil olması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir durumda asıl hedefin kendileri olduğunu gören Çin ve Rusya da İran’ın yanında yer alacaktır. Türkiye, her durumda öncelikle kendi toprak bütünlüğü, iç güvenliği ve çevre denizlerdeki çıkarlarını korumaya odaklanmalı, Filistin davasına diplomatik, siyasi, finansal, insani yardım kapsamında desteğine devam etmeli, İsrail ve müttefiki ABD ile askeri angajman ortamı yaratacak koşullardan uzak durmalıdır. İsrail’i iki devlet çözümüne iknaya gayret etmeli, kan davasının onlarca yıl süreceğini anlatmalıdır. İsrail’e askeri destek kapsamında oluşturulabilecek her türlü koalisyona uzak kalmalı, NATO’dan İsrail için çıkarılacak kararlara dikkatle yaklaşmalıdır. Türkiye tarihine yakışan şekilde hareket etmeli, büyük jeopolitik oyunun kuklası asla olmamalıdır. En önemlisi sınırlarımızdan 11000 km öteden, sınırımızda Suriye’de terörle mücadele eden TSK SİHA’sını düşürme emri veren ve Türkiye’yi tehdit olarak değerlendiren ABD Başkanı ve Hükümeti ile ilişkilerin artık çok dikkatli yürütülmesi, NATO’da Amerikan çıkarlarına hizmet edecek oldu bitti kararlara titizlikle yaklaşılması son derece önemlidir.