Dostlarım.. Bu yazım, Ekim ayının birinci günü, tam Saat: 01.00’den sonra Dağarcık Türkiye sitesinde yayınlanmış olacaktır..
Ardından aynı gün (1 Ekim 2023), Cumhuriyetin “100.Yılında Geleceği Yeniden Tasarlamak: Ütopya ve Devrim” konulu “Karaburun Ütopyalar Buluşması”nda, çok önemli konuşmacılardan sonra, Saat: 14.45 – 16.00 arası, Ergin Pansiyon açık hava kafesinde benim konuşmama sıra gelecek. Sunumunun doğru ve uzun başlığı şudur:
Karaburun’da “Ütopya ve Devrim” konusuna öncü bakış: Börklüce Mustafa ve Şeyh Bedrettin’in anımsattıkları.. (Prof.Bilge Umar ve Nazım Hikmet’in sekreteri Rady Fish anısına..)
Önce eşsiz bilim adamız aziz dostum, rahmetli Prof.Bilge Umar’ın “Börklüce” romanını yorumlayacağım. Konu zor, Umar hocamızın hayat felsefesini anlamak zor, yine hocamızın ısrarla savunduğu Anadolu’nun gizemli ilk halkı Luwiler’i anlatmak daha zor. Hepsinin altından kalkacağımı sanıyorum. Ama bu konuyu, yani Bilge Umar’ı, Dağarcık’ta bir başka yazımda sunacağım.
İkinci anlatacağım konu, Nazım Hikmet’in sekreteri Türkolog aziz dostum rahmetli Rady Fish’in “Şeyh Bedrettin” kitabının analizidir. Bu yazımda da bu konuyu işleyeceğim.
“Şeyh Bedreddin” kitabını yazarken tanıştık
Nazım Hikmet’in ölümüne kadar yanında bulunan can yoldaşı ve sekreteri, Türkolog Rus yazarı Rady Fish (Radi Fiş) ile 1980 – 1990 yılları civarında Karaburun köylerini gezer, bizim köy Balıklıova’da karargah kurar, geçmişte bölgede gerçekleşmiş olan Şeyh Bedrettin ve Börklüce İsyanı ile ilgili menkıbeleri araştırırdı. Ancak Rady Fish, 1968 olaylarının sımsıcak olduğu günlerde de İstanbul’a gelmiş, Deniz Gezmiş ile tanışmıştı.
Karaburun yıllarında Rady Fish bizim köylülerden bilgi toplar, ben de onunla sosyalizm üzerine sözlü tarih söyleşileri yapar, teybime kaydederdim.
O, böylece Rusça “Şeyh Bedrettin” kitabını yazdı, ön sözünde bana teşekkür etti, kitap 17 dile çevrildi, sadece Sovyetler’de 300 bin filan bastı.
Rady Fish ile buluştuğumuzda, yanımda mutlaka tam ortasından kesilmiş A-4 kağıt tomarları ve bir teyp bulunurdu. Bir taraftan sorular sorar, öte yandan hem teybimi hem de kalemimi çalıştırırdım. Bir çok kaset doldurdum.. 1988 – 1993 arası Karaburun yarımadasındaki köylerde hep böyle çalıştık.. Rady ağabey, ana dili gibi Türkçe konuşur ve yazardı, çünkü Moskova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu bir Türkolog idi. Şimdi bu söyleşilerden, en önemli kasetin çözümlerini sunalım.
-
Radi Fish abim, Moskova anılarından en ilginç olanları anlatır mısın?
Nazım babanın sekreteri, yardımcısı idim, evinin içinde idim. Kitaplarını, yazılarını Rusçaya çeviriyordum.
3 Haziran 1963 sabahı Nazım Hikmet, Moskova’daki evinde kalp krizinden öldüğünde, ülkesi Türkiye’deki resmi çevreler için önde gelen büyük tehlikelerden biri sayılıyordu. Kapkara manşetlerle “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala” diye halkına tanıtılan şair, artık ölmüştü.
Nazım’ın yanında yıllarım geçmişti. Bir gün yanına gittim. “Ustam artık dayanamayacağım” dedim. “Artık kahroluyorum” dedim, “Her gün sana ihanet etmekten bittim, eridim” dedim. Nazım şaşırdı, elini başımın üstüne koyup okşadı, “Ne oluyorsun evladım?..” diye sordu.
O günler Nazım’ın tiyatro eserlerinin Sovyetlerde yasaklandığı ve Stalin’in Nazım’ı yok etmek için fırsat kolladığı zamanlardı. Birçok Türk komünist Sibirya’ya sürülüyor ve orada öldürülüyordu. Nazım’dan çekindikleri için üstüne daha fazla gidemiyorlardı. Nazım ise sürekli bürokratik diktaya dönüşmüş olan rejimi eleştiriyordu.
Nazım yine üsteledi, benim daha açık konuşmamı istedi:
“.. Ustam, ben Sovyet Gizli Servisi K.G.B.’nin görevlisiyim, ilk günden beri seni izlemem için yanına beni görevlendirdiler, senin hakkında hiçbir yalan ve kötü şey iletmedim onlara. Ama artık dayanamayacağım, beni affet, isterse söv veya döv!..” dedim.
Nazım baba beni kucakladı. Teselli etti. Hiç kızmadığını, diktatörlerden her şey bekleneceğini söyledi. Sonra inanılmaz bir şey söyledi: “Yarın git, oradan istifa et. Sana ben bakacağım!..”
Hemen istifa ettim, ölümüne kadar bana baktı. Ölümünden sonra bir gemiye tayfa yazıldım. Yıllarca Küba’ya gidip gelen gemilerde çalışıp ikinci kaptanlığa kadar yükseldim. Ama geceleri kamaramda kısık ışık altında hep Türkçe roman, hikaye denemeleri karalayarak sonunda Nazım’ın Çilesi kitabını yazdım, ona layık olmaya çalıştım..”
Nazım’ın Çilesi kitabı
Radi Fish’in ses kayıtlarını titiz biçimde saklarım. Onun ağzından Nazım’ın ayrıntılı hayatını öğrenmek o kadar coşku vericidir ki.. Demek Stalin, Nazım Hikmet’in evine kadar adamını sokup, onu dakika dakika izletmişti. Bu dehşet verici hatırayı ilk kez burada yazmak bize nasip oldu. Radi Fiş’in bana imzalayarak verdiği İncir Yaprağı başlıklı Stalin dönemi eleştirilerini oldukça ders verici ve ilginçtir.
Radi Fiş, 2000 yılında Moskova’da öldü. Hangi gün öldü bilir misiniz?. İzmir’i çok sevmişti, bir gün onu 9 Eylül törenlerine götürmüştüm. Önünden geçen kalpaklı süvarileri alkışlamıştı. İşte öyle bir 9 Eylül günü yaşama veda etti.
Nazım Hikmet üzerine yaşamı, kişiliği ve sanatı yazılan kitaplar içinde en ayrıntılı bilgi veren Radi Fish’in yazdığı “Nazım’ın Çilesi” başlıklı kitap önemlidir. Maksim Gorki tarafından kurulan ve içinde Shakespeare, Goethe, Balzac, Tolstoy gibi dünyanın önde gelen “dahi” yazarlarının sıralandığı “Büyük Adamların Hayatları” isimli dizide 1968’de Moskova’da yayınlanmış ve 150 bini bulan ilk baskısı iki ay içinde tükenmiş kitabın hemen ikinci baskısı yapılmıştı.
Radi Fish, Moskova Üniversitesi’ne girmeden önce Mao önderliğindeki Çin Devrimi’ne gönüllü katılmak istediğinde, babası tarafından, “Çince bilmiyorsun, önce üniversitenin Çince Bölümü’nde hele oku bakalım..” diyerek durdurulmuştu. Ancak Çince Bölümü dopdolu olduğu için, tek boşluk olan Türk Dili Bölümü’ne kaydolmuştu, böylece yaşamı bambaşka bir yöne savruldu. Ama yıllar sonra “İyi ki, Türkçe Bölümünden mezun oldum, böylece Türk edebiyatını keşfettim” demiştir.
İkinci Dünya Savaşında Almanlara karşı çarpışan Radi Fish, Nazım’a sekreterlik yaptıktan sonra Sovyetlerin ünlü bir yazarı haline gelecek ve Türkiye ile bir dostluk köprüsü inşa edecekti. Defalarca ülkemize geldi, Nazım’ın tüm yakınları ve ünlü yazarlarımızla yakın ilişki kurdu, belge ve bilgi topladı, araştırmalar yaptı. Nazım’ın ölümünden bir gün öncesine kadar onunla hemen her gün birlikte bulunan, Sovyetler dışındaki gezilerine eşlik etti. Bu sebepten Nazım’ın Çilesi kitabı söylentileri, dedikoduları, uydurmaları berhava eden gerçeklere dayalı bir belgedir.
Şeyh Bedreddin kitabı
1980 sonrasında defalarca Şeyh Bedreddin kitabını yazmak için Türkiye’ye gelen Radi Fish ile Karaburun yolu üzerindeki bir köyde tanıştık. Hayri Dede’nin evine konuk olmuştu. Şeyh Bedreddin’in müridi Börklüce Mustafa’nın 1415’teki ayaklanmasının izlerini, bizim taraflarda araştırmaya çalışıyordu. Kendisine sonuna kadar yardım ettik.
İsyanın en müthiş savaşının gerçekleştiği Cehennem Deresi’nden at üstünde denize kaç saatte varılır, dağın tepesindeki Alevi köyünden Akdağ yolunun başındaki mağaraya yürüyerek nasıl gidilir, Gerence körfezi ile Sakız adası arasında yelkenli bir sandal hangi yöne giderse rüzgara yakalanmaz?
Bu sorular onun yazmakta olduğu romanla ilgili ayrıntılardı ki, daha yüzlerce ayrıntı vardı. Kitabın öyküsünü toparlamış, ama öyküyü coğrafya üstüne bir türlü oturtamıyordu. Hepsini hallettik, tüm soruların elimizden geldiğince yanıtlamaya çalıştı, güçlü bir beygir üstünde Cehennem Deresi’nden denize kadar oflaya puflaya refakat bile ettik, böylece geçen süreyi tespit edip bir kenara yazdık.
Böylece Rusça yayınlanan “Şeyh Bedreddin” kitabının önsözünde teşekkür ile mazhar olduk. Bu kitap, Türkçeye “Ben de Halümce Bedreddinem” diye garip bir isimle tercüme edildi.
Deniz Gezmiş’in ninesi
Rad Fish, bana bir sır vermişti. Hadi onları da yazalım..
Boynunda minik bir Kuran-ı Kerim’i içinde barındıran bir kutucuğu taşırdı. Niçin?.. 12 Eylül öncesi bir Küba gemisiyle geldiği İstanbul’da Deniz Gezmiş ve solcu gençlerin toplaştığı bir evde (Kadıköy’de dostum Psikoloğ Dr.Memduh Eren’in evi) misafir kalırken, bir arama operasyonunu haber aldıkları için, evi değiştirme lüzumu hasıl olunca, silahlı sağcıların egemenliğindeki bir bölgeden gizlice geçecekleri için, evdeki yaşlı bir kadın (Deniz Gezmiş’in ninesi) ona küçük bir Kuran’ı barındıran kolyeyi verir ve “Bunu boynuna as, seni belalardan korur” der. Radi Fiş, o kutucuğu boynundan ölünceye kadar boynundan hiç çıkarmadı..
Bu kolyeyi ona sormuştum:
-
Boynunuzda asılı Kuran-ı Kerim kutusunun anlamı nedir?
-
Beni koruyor. Deniz Gezmiş’in ninesi bana vermişti. Aslında bizi bu Kuran-ı Kerim ile buluşturan Şeyh Bedreddin’dir. Hayatını yazmakta olduğum kişinin inandığı dinini de tanımak için Kuran’ı Rusçasından epey okudum. Şeyh Bedreddin üzerine araştırma yapmak için 1968’de geldiğim İstanbul’da yolum Deniz ve ninesi ile kesişti.
Deniz Gezmiş’in dayısının evinde uzaktan hayran olduğum bu öğrenci lideri ile buluşmak istedim, bizi o evde buluşturdular. Ama geceleyin eve bir haber geldi, ev birazdan basılacakmış, evi değiştirmemiz gerekiyordu. Tam kapıdan kaçacak iken Deniz’in ninesi ucunda bu küçük Kuran-i Kerim bulunan kolyeyi boynuma taktı ve bunun beni koruyacağını söyledi. Bir daha o ninenin verdiği kolyeyi boynumdan çıkarmadım.. O evde sanki bizi Şeyh Bedreddin buluşturdu. O, ulu bir kişidir. Önümüzdeki 500 yıl içinde değeri daha başka, daha derin biçimde bilinecektir.
-
Biraz ailenizden söz edelim?..
-
Karım Valda, Leton’dur. Aktrist idi, onu kaçırdım. Letonca’dan Rusçaya çok çeviri yaptı. Yazarlar Birliğine üyedir. Bir kızım Elena, Amerika’da, moleküler biyoloji uzmanı. İna ise, botanikçidir. Moskova Radyosu’nda ev bitkileri programı yapıyor. İngilizce çocuk piyesleri yazıyor, İngilizce diline hakimdir.
-
Babanız?
-
Babam Genadi, çok büyük bir yazardı; 25 kadar kitabı var. Genç Komünistler Teşkilatı’nın ilk komsomolu idi. Karadeniz’de komünist teşkilatı ilk o kurmuş. Leningrad’da öğrenim görmüş. Annem Emma, dans öğretmeni idi.
-
Babanız neler yazmış?
-
Hep devrim üzerine yazmış. İskandinav ülkelerini yazdı. Finlandiya üzerine 5 roman yazdı. Piyasada yok. İkinci Dünya Savaşı hikayeleri bunlar, edebi kitaplar.
-
Savaşa katılmış yani?
-
Tabii birlikte katıldık. Baba oğul ayni cephede çarpıştık. Babam yarbaydı, ben teğmen. Moskova direnişine katıldık. Babam kurmaydı, ben deniz piyade; istihbarat takım kumandanıydım. Sonunda yaralandım.
-
Türkçeyi öğrenmek kolay mı, zor mu oldu?
-
Hikaye şu. 12 yaşında iken anam dolabımın içinde kuru ekmek ile dolu bir çuval buldu. Babam geldi. Nedir bunlar, diye sordular. Topluyorum, dedim. Neden, dediler.. Kaçmak için, dedim. Nereye, dediler. Çin’e, dedim. Niçin dediler, devrim için dedim, orada devrim var. Çince bilir misin, dedi babam. Hayır, dedim. Silah kullanabilir misin, diye ekledi. Hayır, dedim. Demek ki sen onlara değil, onlar sana yardım edecekler, bunun zamanı var, şimdi derslerine çalış dedi.
-
Sonra?
-
Savaş sonrası Moskova Üniversitesinin Çince Bölümü’ne devam etmek istedim. Yer yok dediler. Türkiyat’ta açık varmış. Oraya kaydoldum. Beş yıl okudum. Önce Ömer Seyfettin’in kitaplarıyla tanıştım. Yani Rusça tercümelerini okumaya başladık. Hocam Rus Türkolojisi başkanı Prof.Gordlevski idi. O beni pek beğenirdi. Hocalarım Arabacıyef idi, Gagavuz idi.. Fedesoff ve Mikailof ta hocamdı. Doktora yaptım. Tezim, “Türk Edebiyatında Kurtuluş Savaşı” idi.
-
Başka?..
-
Doktora tezim Türkçe basılmadı. 20 portrelik “Türk Yazarları ve Kaderleri” isimli bir kitap yazdım, önsözünü Gordlevski yazdı. İlk kitabım bir eleştiri – biyografi tarzında Sabahattin Ali üzerine idi. Sonra Nazım Hikmet’i yazdım. Denizcilik üzerini üç tane deneme kitabı, iki Nazım kitabı daha (Nazım’ın Çilesi ve Göğsünden Vurulan Akıl), “Uyuyanlar” ve sonra “Uyanacaklar” isimli iki cilt Şeyh Bedreddin kitabı yazdım. Bedreddin’in ilk tirajı 250 bin, sonrası 100 bin idi.
-
Atatürk kimdi sana göre?
Bizans tarihçisi Dukas’a göre Bedreddin, “Kadınlar müstesna olmak üzere erzak, mevaşi (dört ayaklı tüm besi hayvanları) ve arazi gibi şeylerin küfesinin umumun mal-ı müşteriki olmasını savunuyor; Hıristiyanlar ile Müslümanların kardeş ve dost oldukların ileri sürerek, aksini iddia edenlerin dinsiz sayılacağını belirtiyordu”. Ve bu fikirlerin mücadelesini veriyordu.
Bedreddin’in 600 yıl önce savunduğu “özgür insan, barışçı insanlar” birikimine dayalı eşitlikçi toplum düzeni, günümüz insanları için hala erişilmesi uğrunda uğraş verilen bir amaçtır.
Geçmişin kanlı, idamlı, kıyımlı, sürgünlü, talanlı sayfaları içinde insandan, eşitlikten ve barıştan yana bir sayfa olan Bedreddin, Türk halkının milli gururudur bir bakıma. Hem Deliormanlı, hem Aydınlı ve Karaburunlu köylüyü, hem Rum gemiciyi, hem Yahudi esnafı kardeş ilan eden ve onları İslamın ileri bir yorumunda birleştiren Bedreddin, bundan beşyüz küsur sene önce paramparça olan Anadolu Birliği’ni yoksullardan ve ötekileştirilmişlerden yana, insan hukukunu gözeten bir düzende yeniden oluşturmak mı istemiştir?..
Bize göre öyledir. Üstelik sadece kendi dönemine değil yeni bir Fetret Devri ile yüz yüze kalma ihtimali olan ulusumuzun insanlarına da insandan yana çözümü bulabilmeleri için Varidat’tan ve ödünsüz yaşam öyküsünden seslenmekte.
Türk yazarlarının son yıllarda yeniden Bedreddin olayının çeşitli yönleri ile ilgilenir olmalarını, 1980 yılının Şeyhin 560.cı ölüm yıldönümünü içermesine bağlamıyorum. Bedreddin’in mücadelesinde günümüzde bile ilgi duyulan, özlenen hedeflerin bulunması önemlidir. Burada önemle dikkat edilecek husus, bu Bedreddinci mücadelenin Anadolu’yu ezip geçen Timur saldırısından sonra olmasıdır; üstelik çöken bir toplum düzeni içinde savrulmuş olan geniş kitlelere dönük kurtuluş umudu ile yaşama geçmesi daha dikkat çekicidir.
Bu teşhisim hiç şüphesiz 1420’lerde saltanata ve kıyımlara karşı direnen ve bir programı olan Şeyh Bedreddin’i, tam 600 yıl atlatarak 1923’lerde saltanatı kaldıran ve yine bir program çerçevesi içinde laisizme, ulusal kalkınmaya, ulusallığa ve ulusal/evrensel barışa ilerleyen Mustafa Kemal Atatürk’e bağlamaktadır. Çok daha ilginç olan ise, Mustafa Kemal’in de Anadolu’ya karşı yapılan bir emperyalist saldırı sonucu ortaya çıkması bu bağlantıyı pekiştirmektedir.
Şeyh Bedreddin feodal-kralcı yapıya direnen, Mustafa Kemal Atatürk ise hem kralı, hem monarşizmi, hem de feodalizmi kaldıran bir kişidir.
Şeyh Bedreddin dinsel despotluk, hurafecilik ve tanrı-padişah bütünleşmesine karşı İslamın gerçek eşitlikçi/barışçı/yardımsever saygın yorumunu aramıştır. Atatürk bu anlayışı laiklikte formüle etti.
Bedreddin ve Atatürk, bozulan ve tarumar olan, geleceği belirsiz Anadolu Birliği’ni yeniden kurmak ve kurulan yeni düzende halk tabakalarını, yoksulları mutlu etmek amacındadırlar. Timur’un Bedreddin’e yaptığı bir ülkede padişahlık önerisinin geri çevrilmesi bile, şaşılacak derecede Atatürk’ün padişah olması için yapılan teklifleri geri çevirmesine benzemektedir.
Şimdiye kadar Şeyh Bedreddin olayı, sadece sınıfsal ve mezhepsel olarak yorumlandı ve bir mezhebi sınıf isyanı olarak görüldü. Hiç şüphesiz işin o yönü de vardı. Ancak kanımca, Bedreddin olayının Türk Devrimi’ne düşünsel planda etkisi toplumbilimsel açıdan incelenmeli ve bizim ileri sürdüğümüz Bedreddin/Atatürk Sorunsalı tartışılmalıdır. En çarpıcı ve en yeni devrimlerin bile, felsefi açıdan yüzyıllar öncesinden kaynaklanan damarları olduğunu unutmayalım.
-
Rady ağabey, ben sana Atatürk üzerine bir soru sordum, sen bana dosyanda bulunan benim bir yazımı aldın, bana okudun?
-
Çünkü aynen sana katılıyorum. Altına imzamı atıyorum.. Atatürk, şu bizim Şeyh Bedreddin’in çağdaş yönde bir devamıdır. İşte tam burada Nazım’ın Ressam Avni Arbaş’ın bir tablosu üzerine yazdığı “Avni’nin Atları” şiirini okumanın tam zamanı.. Her şey bu şiirde gizli..
AVNİ’NİN ATLARI
Bu atlar Avni’nin atları
Kuvayı Milliye atları
Kara yamçı altında ak sağrı dolgun
Titrer burun kanatları
Bu atlar Avni’nin atları.
Kuvayı Milliye gelecek yine
Şahin atlar aşarak yeli
Çiğneyecek gavuru da, Anzavur’u da.
Kuvayı milliye gelecek yine
Hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da, orak çekiçli
Bu atlar Avni’nin atları, titrer burun kanatları
Bana Avni’nin atlarına
Binmek nasip olmasa da
Ama Memet binecek.
Gelecek düşmanla topuz topuza..
Gülüm, Kuvayı Milliye atları,
Gözüm Kuvayı Milliye atları..
Memleketi satanları bağlasınlar kuyruğunuza..
O günü ve Radi Fiş’in bu söylediklerini hiç unutmadım..