Sevsinler Etnik Haritanızı…

Daha en baştan PKK, KCK, BDP ve hele hele HDP yetkililerinin «yerel özerklik” isteklerinin kapsamı konusunda söylediklerini hatırlayalım. Şunu demişlerdir: «Bölgesel özerklik değil, etnik özerklik hedefimizdir”.

Haydaaa… Bu ne demektir?

Bu şu demektir, yani bu adamlar Türkiye’nin klasik coğrafya ders haritasında görüldüğü gibi ülkemizi 7 parçaya bölüp, yerinden yönetim istemiyorlar. Ya ne istiyorlar?… Etnik farka göre yerel özerklik istiyorlar.

Yani onlara göre Karadeniz bölgesi, bizim bildiğimiz Karadeniz bölgesi değildir. Ya nedir?.. Laz etnik yapısının gizli veya açık yaygın yaşadığı Lazistan bölgesidir

Proje şu: Türkiye, Lazistan, Çerkezistan, Arap, Alevi, Boşnak, Gürcü, Ermeni dönmeleri, Rum kökenliler, Balkan Muhacirleri gibi etnik bölgelere ayrılacak, dahası İstanbul gibi kozmopolit kentler, etnik getto özerklikleri ile güçlendirilecek..

Yani hem Bizans’a, hem de kadim Osmanlı’ya pek uygun bir model tasarlanmış olacak, ABD, AB ve Patrik Efendi de memnun, müstakbel Halife de memnun böylece… Ekonomiye, siyasete, propagandaya, sokağa hakim, yayılmış en güçlü silahlı etnik yapı olan Kürtler de, Kürdistan’ı kurma yolunda ilerlerken, BİRLEŞMİŞ BÜYÜK TURANCI KÜRDİSTAN için en kapsamlı geri dönülmez adımı atmış olacaklardır. O yolda ilerlerken özerk etnik yapısal bölgelere ayrılmış Türkiye’de -ismi değiştirilmiş olabilir- Cumhurbaşkanı daima Kürtlerden olacak diye, Irak’taki gibi ortak Anayasaya bir madde koymayı dayatsalar, çok mudur yani?

Adamların isteklerinin coğrafi farka göre özerklik değil, etnik farka göre özerklik olduğunu kapalı söylemlerinden ilk kez fark edip ifşa eden Birgül Ayman Güler’e burada teşekkür borçluyuz.

Tamam mı?

Etnik özerkliğin ne anlama geldiğini anladık, sonra atomlarına parçalanma yani «Balkanlaşma” sürecini de fark ettik diyelim.

Gelelim konumuza…

Önce 16.9.2014 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan geniş haberi çok ama çok dikkatle okuyalım. Haber şu:

Türkiye’nin etnik haritası

Mimar Sinan üniversitesi sosyoloji Bölümü’nün hazırladığı raporun ilk bölümü Kültür Bakanlığı’na sunuldu.

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in talebiyle hazırlandığı öğrenilen raporda, etnik kimliklerin Türkiye’nin hangi bölgelerinde yaşadığı, ne kadar nüfusa sahip olduğu gibi bilgilerin yanı sıra ülkenin geleceğine ilişkin temel talepleri de yer alacak.

Aslı Uluşahin/Cumhuriyet

16 Eylül 2014

« Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Şükrü Aslan başkanlığında bir grup akademisyen, Türkiye’deki etnik kimlikler üzerine bir rapor hazırlıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in talebiyle hazırlandığı öğrenilen raporda, etnik kimliklerin Türkiye’nin hangi bölgelerinde yaşadığı, ne kadar nüfusa sahip olduğu gibi bilgilerin yanı sıra ülkenin geleceğine ilişkin temel talepleri de yer alıyor.

MSGSÜ Rektörü Yalçın Karayağız’ın aktardığına göre, raporun ilk bölümü tamamlandı ve geçen aylarda, Ankara’da Bakan Çelik’e sunuldu. Bu bölüm, 1965 yılına kadar nüfus sayımlarında sorulan «Anadiliniz nedir?” sorusuna, kişilerin verdiği yanıtlardan yola çıkarak oluşturuldu. Yaklaşık bir yılda tamamlanması planlanan ikinci bölümde ise etnik kimlikleri temsil eden vakıf, dernek gibi kuruluşların verdiği bilgilerle, Türkiye’nin 1965 sonrasındaki etnik profili sergilenecek.

Kültür Bakanlığı’nın bu raporu nasıl değerlendireceği merak konusu. Acaba Kültür Bakanlığı, etnik kimlikler üzerine bir kültür politikası mı geliştirecek ya da özel bir proje mi hazırlayacak? Bunlar, bakanlıktan yanıtını beklediğimiz sorular.

Raporun içeriğinde neler olduğu ve niçin böyle bir çalışma yaptıklarının yanıtını ise Doç. Dr. Şükrü Aslan’dan öğrendik.

TUNCELİ ÖRNEĞİ

Daha önce böyle bir akademik çalışma yapıldı mı?

Türkiye’de etnik köken çalışmalarının tarihi eski. Gelgelelim önceki çalışmaların ortak özelliği, her nerede kim varsa onların Türk olduğunu «bilimsel” olarak tespit etmekle sonuçlanmış.

Bir örnek geldi aklıma: Tunceli’de 1985 yılında valilik tarafından bir sempozyum düzenleniyor. O zamanın valisi darbenin atadığı emekli bir general. Sempozyuma çeşitli üniversitelerden akademisyenler çağırılıyor. Amaç, Tunceli’deki halkın menşeinin ne olduğunu tartışmak. Sonucunda kanaat getiriyorlar ki Tunceliler Türk’tür. Tabii bunu «bilimsel olarak” da kanıtlamaları lazım. Tunceli’nin bazı köylerinde koç yahut koyun başlı mezar taşları var. Bunları görürlerse bilecekler ki mezar taşları Akkoyunlular’dan kalma. Akkoyunlular da bir Türk devletiydi. Dolayısıyla Tunceli Türk’tür diye karara varacaklar. Memleketin saygın profesörlerinin dağ bayır dolaşmasına vali sıcak bakmıyor. Mezar taşlarını almak için askerleri görevlendiriyorlar ve askerler mezar taşlarını toplayıp sempozyumun yapıldığı yere getiriyor ve hocalarımız son incelemeleri yapıp, evet diyorlar bu mezartaşları Akkoyunlulardan kalma ve bunların bulunduğu yerde yaşayanlar Türk’tür.

NEREDEN İCAP ETTİ?

Sizin çalışmalarınızdan söz edersek…

Ben 10 yıldır etnisite sosyolojisiyle ilgileniyorum. Nereden icap etti? Çünkü bu bizim gerçeğimiz. Bizden önceki sosyologlar bunu tartışamamışlar, konuşamamışlar. Son derece anlaşılır bir durum. Çünkü bunu tartışmanın bir bedeli vardı.

Politikacıların bir kısmı bu gerçeğe gözlerini kapadılar diye biz de kapatamayız. Akademisyenler ile politikacıları ayıran temel özellik bu olmalı. Bunun için hesap sorarlarsa da sorsunlar.

Daha önemlisi Türkiye’nin böyle çalışmalara ihtiyacı var. Çünkü etnik kimlikler küresel politikanın en önemli değişkeni. Buna göre politika yapılıyor. Aslında geçmişte de politikalar buna göre üretiliyordu. Bütün devletlerin çekmecelerinde böyle raporlar olur. Fişleme deriz ya… Şimdinin dünyasını geçmişten ayıran fark ise, artık bu raporlar açığa çıkıyor. Bunu çekmeceye koyarız dediğiniz şey çekmecede durmuyor. 21. yüzyıl dünyasında bunları gizlemenin imkânı yok.

Sözü şuraya getirmeye çalışıyorum: Diyelim ki Türkiye’de bir hükümet «Evet biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak kendi geçmişimizle yüzleşmek, Türkiye’deki etnik kimliklerin kültürel ve siyasal taleplerine çözüm getirmek istiyoruz” dedi. Ne yapacak? Hangi veriye göre hareket edecek? Bizim yaptığımız şey bu sorulara yanıt aramak.

FİŞLEME ÇEKİNCESİ

Fişleme dediniz. Siz raporu hazırlarken, «fişleme yapıldığı” konusunda bir çekinceniz oldu mu?

Olmaz mı? Bu ülkede yaşanan tecrübelerden sonra herkesin böyle bir çekincesi olur. Ama biz meşru ve doğru bir iş yaptığımızı düşünüyoruz.

Aslında önemli olan şu galiba: Verilerin neye hizmet ettiği…

Verilerle ne yapılacağına dair karar politikacılara aittir. Akademisyenler «Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşelim” derse bunun pratik bir karşılığı yoktur. Biz politika yapıcılara veri üretmek durumundayız. Türkiye’de kaç etnik kimlik var, nerede yaşarlar, ne kadar nüfusları var, neler isterler, nasıl beklentileri var… Bizim yaptığımız bunu bilimsel bir şekilde ortaya koymak.

SAHA ÇALIŞMASI

İkinci bölümde ne tür bilgiler yer alacak?

Türkiye’de Avrupa’da da olduğu gibi son 15-20 yıldır etnik kimlikler örgütleniyor. Vakıflar, dernekler aracılığıyla gazeteler, dergiler çıkarıyorlar, internet siteleri var. Bu kurumlarla görüştüğümüzde söz konusu etnik grupların popülasyonuna ve diğer verilerine dair bilgi almak mümkün olacaktır diye düşünüyoruz. Projemizin ikinci bölümü bu kurumlarla görüşme üzerine kuruludur. Etnik grupların hazırladığı raporlardan da yararlanacağız. Ayrıca sahada, anket yöntemiyle bir çalışma yapmayacağız. Ama sosyolojik anlamda bu da bir saha çalışmasıdır.

Örneğin, 64 yılında Rumların çoğu Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor ve etnik profil değişiyor. 65’ten sonrası için, benzer, çarpıcı neler söylenebilir?

1960’lı yıllar Türkiye’de ırkçı politikaların tavan yaptığı bir dönem. Sizin de söylediğiniz gibi, Rumlara yönelik siyasi kararlar bunun en çarpıcı örneği. Ama 1960’lı yıllardan sonra da Müslüman etnik gruplara yönelik çok radikal, dışlayıcı, hâlâ büyük ölçüde devam eden politikalar var. Özellikle Kürtlere karşı… Pek çok Kürt politikacı var hâlâ hapiste. Sadece son 10 yıl içinde KCK davasından 5 bin tutukludan bahsediliyor. Bu korkunç bir sayı. 5 bin katilden bahsetmiyorsunuz, kültürel hakkını savunan 5 bin kişiden söz ediyorsunuz. Türkiye’nin bunlardan kurtulması gerekiyor.”

SÖZ BİZDE

Şimdi yukarıdaki gazete haberini bin bir açıdan irdelememiz gerekiyor. Çünkü bizim gibi Emperyalizmin kıskacında az gelişmiş, borca batmış, dikta ile yönetilen ülkelerde, bu tür bilimsel araştırma, etnik harita, akademik rapor gibi sanki tartışılmaz gibi takdim edilen kavramların arkasına bin bir yalan-dolan, kışkırtıcılık, gaflet, etnik ırkçılık ve emperyalizm yardakçılığı saklanmış bulunmaktadır. Bu tür sosyolojik nükleer bombaların gizemli içeriğini ve ustaların ustası kimyagerlerini iyi tanımamız gerek, böylece saklı gerçeği bulup ortaya sermek pek zor olmasa gerek.

Soralım…

Önce bilim nedir?

BİLİM: Bilim, olayların yasalarını bulmak amacıyla araştırma yöntemiyle elde edilen ve pratikle doğrulanan bilgidir – Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü. (Yaşar Aksoy’un önemli notu: Bilim, idealizm ile bağdaşmaz, çünkü idealist bilgi pratikle doğrulanamaz. Yani bir bilim adamı (!) siyasal, ideolojik ve etnik saplantıları sebebiyle bir bilimsel araştırmayı saptıramaz, gölgeleyemez, kendi doğrultusuna çekemez. Bunu unutmayın)

Sonra sosyoloji nedir?

SOSYOLOJİ: Toplumsal olayları inceleyen bilim dalıdır, toplumbilim olarak ta anılır – Attila Tokatlı, Felsefe Sözlüğü.

Sonra da bakalım, sosyolojik araştırma neymiş?

SOSYOLOJİK ARAŞTIRMA: Modern sosyoloji kurumları inceler. Örneğin din, üretim tarzı, ahlak, sanat, eğitim, dil, töreler, etnik yapılar vs. gibi kurumları, belli bir toplumsal yapı çerçevesinde, geniş arşiv-alan çalışması birlikteliği içinde inceleyerek, araştırarak o toplumun mevcut kriterlerini (değerlerini) belgeleyerek ortaya koyar. Sosyolojik araştırmalar, araştırmayı yapan kişi veya gurupların ideolojik, siyasal, etnik, dini ve mezhepsel aidiyet, bağımlılık ve çıkarsal eğilimlerinden özgür olmalıdır, yoksa bilimsel olmazlar.

Bilim, sosyoloji ve sosyolojik araştırma kavramlarını düz ve yalın tarifleriyle net biçimde öğrendikten sonra, filanca bilim yuvasının filanca bilimsel bölümünün bilimsel amaçlı bir araştırmasına daha en baştan ipotek koyan ve araştırmayı bilim dışına, yani güncel siyasete, dahası Küreselleşmenin (Emperyalizmin) inatçı uygulamalarına odaklayan adı geçen bilim adamının bir bilim araştırmasında asla bulunamayacak tespitlerini sanki kesin doğruymuş, sanki hiç tartışılmazmış gibi sunmasındaki cümlelerini alt alta yazalım:

Yani, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi sosyoloji Bölümü’nden Doç.Dr.Şükrü Aslan’ın Cumhuriyet gazetesine verdiği söyleşide, haritasını tanıtmak için sunduğu cümlelere ve yargılara göz atalım. Alt alta önemli cümlelerini yazalım (Yazımızın başındaki ana söyleşiden parça parça alınmıştır, tam metin yazımızın başındadır):

Türkiye’de geçmişteki etnik köken çalışmalarının ortak özelliği her nerede kim varsa, onların «Türk” olduğunu bilimsel olarak tespit etmekle sonuçlanmıştır.

Tunceli’deki halkın menşeinin ne olduğunu tartışmak sonucunda kanaat getiriyorlar ki, Tuncelililer, Türk’tür. Bunu bilimsel olarak kanıtlamak için Tunceli’de Akkoyunlular’dan kalma koyun başlı mezar taşlarını yörenin Türklüğüne kanıt gösterdiler.

Türkiye’nin böyle çalışmalara ihtiyacı var. ÇÜNKÜ ETNİK KİMLİKLER KÜRESEL POLİTİKANIN EN ÖNEMLİ DEĞİŞKENİ. BUNA GÖRE POLİTİKA YAPILIYOR: Aslında geçmişte de politikalar buna göre yapılıyordu. Geçmişte bu çalışmalar gizli yürütülürdü, şimdi apaçık yapılıyor.

Diyelim ki, Türkiye’de bir hükümet «Evet biz de TC olarak kendi geçmişimizle yüzleşmek, Türkiye’deki etnik kimliklerin kültürel ve siyasal taleplerine çözüm getirmek istiyoruz” dedi. Ne yapacak? Hangi veriye göre hareket edecek?. Bizim yaptığımız şey bu sorular yanıt aramak.

Türkiye’de Avrupa’da da olduğu gibi son 15-20 yıldır etnik kimlikler örgütleniyor. Vakıflar, dernekler aracılığıyla gazeteler, dergiler çıkarıyorlar, internet siteleri var. Bu kurumlarla görüştüğümüzde söz konusu etnik grupların popülasyonuna ve diğer verilerine dair bilgi almak mümkün olacaktır diye düşünüyoruz. Projemizin ikinci bölümü bu kurumlarla görüşme üzerine kuruludur. ETNİK GRUPLARIN hazırladığı RAPORLARDAN da yararlanacağız.

1960’lı yıllar Türkiye’de ırkçı politikaların tavan yaptığı bir dönem. Sizin de söylediğiniz gibi, Rumlara yönelik siyasi kararlar bunun en çarpıcı örneği. Ama 1960’lı yıllardan sonra da Müslüman etnik gruplara yönelik çok radikal, dışlayıcı, hâlâ büyük ölçüde devam eden politikalar var. Özellikle Kürtlere karşı… Pek çok Kürt politikacı var hâlâ hapiste. Sadece son 10 yıl içinde KCK davasından 5 bin tutukludan bahsediliyor. Bu korkunç bir sayı. 5 bin katilden bahsetmiyorsunuz, kültürel hakkını savunan 5 bin kişiden söz ediyorsunuz. Türkiye’nin bunlardan kurtulması gerekiyor.

BİLİM ADAMI VEYA KURGULANMIŞ POLİTİK FİGÜR

Yukarıdaki bilim adamının cümlelerinden çıkan sonuç şudur:

Bilimsel bir sosyoloji çalışması ile karşı karşıya değiliz. Tam tersine, bilemediğimiz yurtdışı, ideolojik, politik, etnik, mezhepsel aidiyetleri olan sosyolog maskeli kişilerin KÜRESELLEŞMENİN (Güncel Emperyalizmin) amaç, istek ve yöntemlerine uygun, küresel projelere zemin teşkil edecek tarzda, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin temelini yumuşatma, çatlatma ve zayıflatma amacına dönük bir proje ile karşı karşıyayız.

Adam ne diyor?

Geçmişte de, uluslararası politikalar etnik kimliklere göre üretiliyordu diyor…

Yani, bizi ilgilendiren içeriği ile Balkanlar’ı, Arap topraklarını, Kafkasya’yı, Osmanlı’dan ayırırken bu yöntem işe yaradı diyor. Dahası, günümüzde TC’yi de un ufak etmek için aynı politika uygulanacak diyor.

Ben bunu TC’nin müstakbel hükümetleri için hazırladım diyor, ama masaya Emperyalizm (Küreselleşme) oturursa, benim hazırladığım mükemmel yemeğimi o da afiyetle yer diyor.

Üstelik bu harita, PKK’nın Ortadoğu’da ve Türkiye’de ana egemen figür olduğu, dahası Emperyalizm ile artık apaçık birliktelik sergilediği bir zemin ve zamana denk düşüyor.

Bu kadar açık…

Bu adam akademisyen mi, etnik kışkırtıcı mı; ister iyi niyetle okuyalım önce, sonra niyetimiz kötü olsun, ama en önemlisi bilimsel bilince sahip bir kişi olarak okuyalım ve öküz altında buzağı aramayalım, sonuç olarak böyle bilim adamı olmaz, böyle bilim olmaz demek zorundayız.

ETNİK HARİTA KİTAPLARI

Yayınlanmış etnik harita kitaplarını yazalım..

Önce dağarcığımızı bir yoklayalım. Türkiye’de etnik harita kapsamında alan çalışması yaptıktan sonra bunları kitaba dönüştüren akademisyenlerin kütüphanemdeki çalışmalarını sıralayalım:

1- Türkiye’nin Etnik yapısı, Ali Tayyar Önder (ODTÜ Gaziantep Fen ve Edebiyat Fakültesi Lisan Bölüm Başkanı ve Dekan Yardımcısı, Genişletilmiş 26.baskı, Fark yayınları, 2007, Ankara.

2- Türkiye’de Etnik Gruplar, Peter Alford Andrews, Ant Yayınları, 1992, İstanbul.

3- Türklerin Kültür Kökenleri ve Etnik Yapısı, Mehmet Işık, Yakamoz yayınları, 2009, İstanbul.

4- Türklerin Etnik kökenleri, Atilla Bulut, Kalipso yayınları, İstanbul.

5- Türkiye’ye Yönelik Etnik İddialara Dayalı Bölücü Faaliyetler, Prof.Dr.Amiran Kurtkan Bilgiseven, 1991, İstanbul.

6- Dersimliler Ermeni mi? – Abdulkadir Gül, Ali Rıza Özdemir – İdil Yayınları.

7- Gerçek Bilgi Ortaya Çıkınca Ezberler Bozulacak (Dersimliler Ermeni mi?) – Ceyhun Bozkurt, 19 Eylül 2014, Aydınlık Kitap.

8- Bilimsel Veriler Varken Yalanlar Neye Yarar – Ali Rıza Özkan, 19 Eylül 2014, Aydınlık Kitap.

Bizim bilim adamı, bu kitapları ve yayınları okumamış, ellememiş bile. Çünkü bu ve buna benzer yayınlar herkesi Türk ilan ediyormuş… Peki ya, ne yapacağım diyor?… Etnik Grupların hazırladığı raporlara dayanacağım diyor. Yani kim tarafından finanse edildikleri bizce bilinmeyen (aslında bilinen) etnik gurupların (dernek, vakıf, web sitesi gibi) hangi bilimsel kriterlere göre hazırlandığı meçhul o raporlarındaki etnik popülasyon (nüfus) bilgilerinin sonuna bir veya iki sıfır koyuversem, oradaki tek yanlı veya çarpıtılmış bilgileri aktarıversem, kim fark eder ki demeye getiriyor!

ÖRNEK OLAY :

Şimdi soru şu:

Örneğin, kritik coğrafya olan Dersim (Tunceli) – Elazığ bölgesindeki, binlerce yıllık kadim uygarlıkların ve gelir geçer kavimlerin yoğunlaştığı yöredeki insanların etnik adresleri, etnik haritaya nasıl yerleştirilecektir.?

Bir reel örnek verelim.

Elazığ’a bağlı Ağın ilçesinden kopup 1968’lerde sol silahlı örgütlerde mücadele ettiği için üniversiteden atılmış, hayatını elektrik tesisat emekçisi olarak yürüten bir tertemiz Anadolu evladına (yakın dostumdur) yazdığım bu yazı sebebi ile etnik yapısını soruyorum. Aramızda aynen şu konuşma geçmiştir (Söyleşi 23.9.2014 tarihinde gerçekleşti.)

– Kürt müsün?

Tek kelime Kürtçe bilmem… Tam tersine Türk’üz… Ailece tek kelime Kürtçe bilmeyiz, dedelerim de Kürtçe bilmezdi.. Kürt köyleri bizim dışımızdadır. Yalnız anneannem Fransızca konuşurdu. Kapalı giyimli idi.

– O nasıl oluyor?

Ermeni imiş… Ona çevremizde Ermeni kadın derlerdi.

– Peki kocası, yani deden neymiş?…

Koyu sofu idi, taa Kabe’lere gitmiş… Bir Sünni hacı idi. Sadece Türkçe bilirdi.

– Anneannen, yani bu kapalı, çarşaflı kadının dini inancı neydi?

Koyu Müslümandı.

– Peki anne tarafın böyle, ya baba tarafın?

Sünni Türk’türler…

– Ya Alevilik?

Bizim dışımızdadır, ayrı köydendirler.

– Alevi Tunceli-Elazığlılar, tümüyle Ermeni’dir dersek, doğru mu söyleriz?

Hiç alakası yok. Alevi Türkler, belki bizden çok, bizden daha katmerli, yani Sünniler’den daha çok Türk’türler, Horasan ve Orta Asa kökenli Kızılbaş’tırlar, Yörük, Türkmen’dirler.

– Peki, Sünni Türkler sizin orada çok mu?

Yarı yarıya… Türkler, Sünni ve Alevi diye bölünmüşlerdir… Kürtler de Sünni ve Alevi diye bölünmüşlerdir. Çapraz akrabalıklar da inanılmaz çoktur. Ama bizim orada seçimleri hep AKP kazanır.

– Yahu topunuza birden Kürt kökenli, ama bu toplam Kürtlerin toptan kökü de aslında Ermeni’dir desek ne olur?

Yalan olur.

– Neden?

Bu iş kan işi değil, kafa işidir. Benim anneannem Ermeni diye, ben şimdi Ermeni kanı mı taşıyorum. Öyle bir kan yoktur ki, Türk kanı da yok.. Türk kafası var, Ermeni kafası var, Kürt kafası var.. Benim kafam Türk kafası.. o yönde çalışıyor… Bilmem anlatabildim mi?

– Anladım. Ama bunu elaleme nasıl anlatacağız?..

Dostum bu lafım üzerine kahkahalara boğuldu.

Ama ben de iyi bir ders aldım.

Şimdi bizim meşhur bilim adamımız, bu arkadaşımla konuşmuş, anket sorularını ona doğrultmuş olsa idi, arkadaşıma danışmadan onu haritasına «Ermeni” diye ekleyecekti. Yüzde yüz eminim.

İşte bu yüzden bu tür bilim adamlarına karşı uyanık olmak, raporlarına inanmayıp inatla irdelemek gerek.

Anlaştık mı?

Gelelim sonuca…

BENİM SONUCUM

1- Bu mantıkla (!) yapılan araştırmaların nihai sonucu, en iyimser sunuşla etnik Türkler’in Türkiye’de azınlık olduklarının güya ispatıdır.

2- En kötü(mser) sunuşla ise, gerçekte Türkiye’de tek bir «etnik Türk” olmadığının ispatıdır. Hele bu sonuç, «yemede yanında yat” kabilinden kaymaklı dondurmadır.

3- Türkler’in Türkiye’de azınlık olduğu apaçık belli olursa, o zaman bu ülkenin ismi neden Türkiye’dir, bayrağı neden Türk bayrağıdır, silahlı kuvvetleri neden TSK’dır, futbol milli takımı neden Türk Milli Takımı’dır gibi ateşli sorgulamalarında yolu (hatta ana caddesi) sonuna kadar açılmış olacaktır.

4- «Türkler azınlık ise, neden siyasi ve hukuksal egemendirler bu ülkede?” gibi bir soru, hiç şüphesiz güya baskın nüfusa sahip günümüz azınlıklarını (Kürt, Zaza, Laz, Çerkez, vs, say sayabildiğin kadar) her bakımdan egemen duruma geçirme mücadelesini haklı ve meşru kılacaktır. Bu yeni paradigma (Yeni Türkiye), yabancı güçlü devletler için her fırsatta ve zeminde ülkeye müdahale imkanı da doğuracağı için, 1908 Meşrutiyet Meclisi’ni anımsatsa bile, kim anımsar parçalanmanın ağır ve kanlı faturalarını, yani Balkanlaşmayı? (Rumeli nasıl elden gitti hatırlamayın artık)

5- Türkler azınlık ise, bunun da yüzdesi topluma makul oranda sunulmalıdır, yani % 10 oranına yaklaşılmasın ki, siyasi parti kurarlarsa sıkıntı yaratmasınlar, % 3-5 iyi orandır.

6- Türkler’in Anadolu’da hiç bulunmadıklarını, gelip geçtiklerini ve eridiklerini söylemek en iyisidir… Anadolu demek, öncelikle Rum-Ermeni-Kürt-Yezidi-Süryani ana ırklar tepede olmak üzere Kafkas-Balkan-Arap göçmenleri ile «şu Türk zalimlere hiç başkaldırmamış” uysal Yahudi popülasyonlarının nefis bir karışımıdır, kimi mozaik der, kimi aşure, kimi imam bayıldı, her tarif makbuldür. Yeter ki beton olmasın, sonra kırıp parçalamak için işgal orduları gerek. Şimdi işler işgalsiz, topsuz, tüfeksiz oluyor beyzadem. İki üç bilimsel raporla (!) dağılıverecek kadar çürük suntadan, bu ulus devletler cancağızım.

Daha sıralayalım mı?

Bu tür raporların ve faaliyetlerin 18.yüzyıldan beri ülkemizde harıl harıl yazılıp çizilip, uygulamaya geçildiğini, Sevr Anlaşması’nın geçmişte bu tür işlerin evrensel sonuç alma, noktayı koyma işlemi olduğunu filan da yazalım mı?

Emperyalizm derin analizleri de gerekir mi?

Eh artık fazla uzatmayalım..

Olup bitenin en garip sonucunu da, aşağıya alalım ve noktayı koyalım.

DAHA GARİP BİR SONUÇ

Şimdi yazımızın ve analizimizin sonuna yaklaşıyoruz … Ve 17.9.2014 tarihli gazetelerin sayfaların en altına sıkıştırılmış tek sütunluk haberi okuyoruz…

«Etnik harita” açıklaması…

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin «Türkiye’deki Etnik Kimlikler Raporu”nu, Kültür Bakanlığı’nın hazırlatmadığını belirterek, «Özel olarak etnik bir harita ortaya çıkarılması gibi bir çalışma yaptırma gibi bir talebimiz olmamıştır” dedi.

Hadi buyurun bakalım.. Demek ki adı geçen bilim adamları (!) kendi kendilerine gelin güvey olmuşlardır, dahası Cumhuriyet gibi ciddi ve ulus devletin simgesi olan bir yayında kocaman sayfa söyleşileri yayınlanmıştır, ya da bizim dahi çözemeyeceğimiz daha katmerli bir fırıldak dönüyordur…

Fırıldaklar ülkesi olduk zaten!

Bu da etnik fırıldak…

Unutmadan: Bu haritayı, T.C. şu anda desteklemekten ve yayınlamaktan şimdilik ürktü ise, taliplisi çok olacaktır; ABD ve AB bağlantılı nice yüzü aydınlık, içi karanlık örgütler sıraya girecektir, hiç merak etmeyin, çook dolar eder bu tür bilimsel raporlar…

Haydi bakalım akademik sosyoloji gurupları, medya tartışma programları, etnik kaşıyıcı köşe yazarları, etnik parti temsilcileri, etnisite hayranı sanatçılarımız, filmciler, TV dizi yapımcıları, yazarlar, edebiyatçılar, size yeni bir ödev veriyoruz… «Etnik harita” konusuna eğilin, köşeyi dönün…

Sağlıcakla kalın…

Bunları da sevebilirsiniz