“Cumhuriyetin 100.Yılında Geleceği Yeniden Tasarlamak: Ütopya ve Devrim” adlı yazımı ,üç siyasi düşünür ve siyaset eylemcisi ;Mustafa Kemal Atatürk,Mir Sultan Galiyev ve Mehmet Ali Aybar ile bir siyasi düşünür; Attila İlhan’ın düşün dünyası üzerinden kuracağım.
Anılan dört siyasi düşünürün düşün dünyasını algılamak için öncelikle oryantalizmi ve oksidentalizmi değerlendirmek gereği vardır.
Oryantalizm,”Avrupa-merkezciliği”1nin izlerini taşımaktadır. Avrupa-merkezciliğinin Batı’da aydınlanma sonrası oluşturulan kapitalizm için Doğu’nun kaynaklarını el koymanın, daha açık deyişle sömürgeleştirmenin bir aracı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Bu tarihsel sürecin ilerleyişinde Doğu-Batı ayrımı da kurumsallaşmış ve Doğu’nun ötekileştirilmesini gündeme getirmiştir. Ötekileştirilen Doğu, insan sıfatından daha aşağı bir konuma yerleştirilmiş, medenileştirilmeye/yönetilmeye uygun bir duruma getirilmek istenmiştir. Bunun sonucu olarak Doğu halklarının iki seçeneği ortaya çıkacaktı. Birinci seçenekte Batılaşmayı ve getirdiği içselleştirmeyi kabul edecekti. İkinci seçenekte ise Batılaştırmaya karşı çıkarak çöküşü yaşayacaktı 2.
Oryantalizmin en yetkin bilimsel temeli , 1978 yılında Said’in kaleme aldığı “Oryantalizm: Şarkiyatçılık” adlı kitabıyla dile getirilmiştir3 .
O’na göre, Oryantalizm’in birbiriyle bağlantılı çeşitli anlamları vardır.
Birincisi: Oryantalizm, “Doğu Araştırmaları” gibi okullara sahip akademik bir ilgi alanı hatta bir disiplindir.
İkincisi,”Oryant” ile Batı ile Doğu arasındaki varlık ve doğa felsefesi (ontoloji ve epistomoloji) açısından ayrımı dile getiren bir düşünce tarzıdır.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi Oryantalizm, “Doğu üzerinde egemenlik kurmak, onu kendisinin çıkarı doğrultusunda yeniden yapılandırmak ve otorite sahibi olmak, daha ilerisi Doğu’nun insanları ve topraklarının Batı tarafından ele geçirilmesi amacıyla, bir başka deyişle emperyalizm için geliştirilen Batılı bir söylemdir”.
Oksidentalizmi Değerlendirmek
Oksidentalizm ise oryantalizmin ayna görüntüsüdür. Batılı olmayan toplumların Batı kültürünü genellikle çökmüş, ahlaksız ve yozlaşmış olarak görme ve temsil etme biçimine atıfta bulunur. Garbiyatçılık, genellikle sömürgecilik ve emperyalizme bir yanıt olduğu kadar, Batı etkisine direnmenin bir aracıdır.
Oksidentalizm konusu, bir disiplin olarak ayrıntılı bir şekilde ilk kez, 1992 yılında ”Oksidentalizm İlmine Giriş” adlı yapıtı ile Mısırlı Hasan Hanefi tarafından ele alınmıştı. Hanefi’ye göre; oksidentalizm “oryantalizmin saldırganlığına karşı bir nefsi müdafaa hareketi’’ olarak ortaya çıkmıştır.
Hanefi, Oksidentalist anlayışını, dört temel üzerine inşa etmektedir 4 :
Birincisi; Oksidentalizm, Oryantalizm karşı bir seçenek olarak diriltilmesi gerekmektedir Bunun da yolu, nakilcilikten uzaklaşarak özgünlüğü yönelmek ya da özgünlüğü yaratmaktır.
İkincisi; Oksidentalizmin oluşturulmasında,oryantalizm yöntemlerini kullanarak karşı atağa kalkınması gerektiğidir.
Üçüncüsü;oluşum sürecinde Avrupa deneyimini yakalamak ve akılcılığın egemen olduğu yönelimleri oluşturmaktır.
Dördüncüsü ise; bu girişimlerle uşaklar efendi, öğrenciler öğretmen olacaklardır.
Oksidentalizmin, oryantalizme karşı yaklaşımında kalıcı olması için üç temel ilkenin yaşama geçirilmesinin zorunlu olduğu ifade edilmektedir
Bunlar; Adalet, Akıl(bilgi) ve Aksiyon (Eylem/Çalışma) olarak dile getirilebilir.
Oksidentalizm”in tanımı ve içeriği konusunda farklı yaklaşımların olduğu gözlemlenmektedir. Bu doğrultuda bir “Oksidentalizm”in olmadığı,birçok “Oksidentalizmler”in olduğu ileri sürülmektedir.
İslami gelenekten gelen düşün adamları, medeniyetinin geldiği noktanın Batı’nın kendilerine mal etme düşüncesine karşılık, belirtildiği üzere Doğu’nun ve İslam’ın da önemli düzeyde katkısının olduğunu belirtmektedirler. Bu yaklaşım sahip olanların “Hadis Oksidentalistleri” olarak adlandırılabileceği ifade edilmektedir5
Oksidentalizm’in en uç örneği olarak da “Batı değerlerinin yıkıcı bir tavırla özdeşleştirilmesi ve Batı’ya karşı nefretin bir yansıması” şeklinde tanımlanabilecek, “Siyasi Selefilik”,”İşidcilik”,”Talibancılık” ve “El Kaidecilik” ile “Afgani-Abduh Ekolu” gibi hareketlerin günümüz dünyasında varlığı söz konusudur.
Bir düşünür ve siyaset eylemcisi olarak Atatürk ve Düşün Dünyası
Bir düşünür ve siyaset eylemcisi olarak Atatürk’ün oryantalizm ve oksidentalizm karşıtlığında iki temel özelliğinin öne çıktığı söylenebilir.
Bunlardan birincisi; Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra emperyal güçler tarafından Türklere dayatılan teslimiyete karşı “Hayır” cesaretini göstermesi ve bir direnişi düzenleyerek onları denize dökmesiydi.
İkincisi de, kurtuluştan sonra cumhuriyetin kuruluş aşamasında gerçekleştirilen ekonomi-politik uygulamalar ile Batı’nın Doğu halklarına sömürgeleştirme uygulamalarına karşı gösterdiği yaklaşımlardı. Bu iki temel özellik, O’nun evrensel yanı olduğu kadar aynı zamanda oryantalizme verdiği yanıttı.
Bu kapsamda Atatürk’ün “Batılaşma” sözcüğü yerine “muasırlaşma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma” gibi terimlerin tercih edildiği bilinmektedir.
Çağdaşlaşma terimi, “sekülerizm” ya da “laikleşme” manasının tam olarak yerine getirmek istediği gibi bir toplumu dinselleşme ve gelenekselleşmeden kurtarma anlamını da içermiş olmaktadır. Dahası, ayrı sözcük kökenlerinden geldikleri halde, laiklik ile sekülerizm kavramları hem tarihsel ve hem de sözlükteki anlamları itibariyle büyük bir benzeşme içindedir ve “Çağdaşlaşma” terimi çatı bir kavram olarak tüm bu içeriği bir arada ifade edebilmektedir
Ona göre; “çağdaşlaşma olayı, bir batı taklitçiliği ya da Avrupa’ya benzeme özentisi değildir. Çağdaş medeniyetin ortağı olmak, bu medeniyetin bir bütün olarak algılanması ile olasıdır.6”
Atatürk,6 Mart 1922’deTürkiye Büyük Millet Meclisi’nin açış konuşmasında7:
” Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, iç yönetimine islemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir.’
‘…Oysa güç ve kuvvet, Türkiye’de ve Türkiye halkında olan gelimse cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da yöneticilerin artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün isleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İste Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.8‘
Atatürk’ün Türk Eğitimi ve Kültürü Yaşamına Katkıları
Atatürk’ün, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu kurarak Türk Eğitimi ve Kültürü Yaşamını geliştirici olarak başat rol oynadığı bilinmektedir.
Şeriat eğitimi, bir yandan yukarıda değinildiği üzere “Oksidentalizm”’in uç yaklaşımı olan Batı değerlerine karşı düşmanca, yıkıcı bir tavırla özdeşleştirmeyi ortaya çıkarmış, bir yandan da “eğitim birliği” ilkesini ortadan kaldırmıştı.
Atatürk, Türkiye’de eğitim alanında reform yapabilmek; ulusçuluk, laiklik temelinde çağdaşlığı uygulayabilmek için eğitim kurumlarının birleştirilmesini bir zorunluluk olarak gördü. 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilen Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) çıkarıldı.
Bir düşünür ve siyaset eylemcisi Mir Seyit Sultan Galiyev ve Düşün Dünyası
Mir Seyit Sultan Galiyev, Orta Asya’daki Türk halklarını birleştirerek sosyalist bir Türkistan devleti kurmak istemiş Tatar lider ve düşünce adamıdır. Üçüncü dünya devrimlerinin öncüsü olarak nitelendirilen Galiyev, sosyalist düşünce içerisinde özgün bir yere sahiptir. Galiyev’in bu özgünlüğü, döneminin dünya koşullarını çözümlemede kullandığı kuramının ve dünya sosyalist devrimini gerçekleştirmede benimsediği stratejisinin, Batılı ve Rus Marksistlerden farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Dünyaya sömürge konumunda bulunan bir Doğu toplumundan bakan Galiyev, Marksistlerin kuramının temelinde yer alan sınıf çelişkisi olgusunu, uluslararası alana taşıyarak, temel çelişkinin sömüren ve sömürülen uluslar arasında yaşandığını savunmuştur. Stratejik açıdan ise, Batılı ve Rus Marksistler dünya sosyalist devrimine giden yolda, Batı’nın gelişkin bir proletaryaya sahip ileri derecede kapitalistleşmiş ülkelerine öncelik verirken, Galiyev sömürge durumundaki Doğu ülkelerine öncelik veren bir stratejiyi benimsemiştir. Bu doğrultuda da Marksizm’deki “proletarya diktatörlüğü” kavramı yerine “sömürge ve yarı sömürgelerin metropoller üzerindeki diktatörlüğü” düşüncesini geliştirmiş, kurguladığı “sömürgeler enternasyonali” ne giden yolda öncelikle bir “Turan Sosyalist Federe Devleti”nin kurulması gerektiğini savunmuştur9.
Galiyev’e göre10:
*Artı değerin özünde, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkiden daha çok, ezen uluslar ile ezilen uluslar arasındaki çelişki vardır. Bir başka deyişle, kapitalizmin temel çelişkisi, «proleter uluslar” ile «metropoller (Batı)” arasındaki çelişkidir. Kapitalizmi ortadan kaldıracak çelişki de budur.
*Batı kültürü, kapitalist sömürünün yarattığı birikim üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda Batı kültürü, bir yandan sömürünün devamını meşrulaştırır, bir yandan da mazlum ulusların bu sömürüyü ortadan kaldıracak özgün bir kültürün inşasını engeller. Dünyada, Batılı ve kapitalist tek bir kültürün egemen olmasını dayatır.
*Batı’da şekillenen burjuva ya da proleter kültürü, asalak, gerici ve yoz bir özellik taşır, çünkü talan temelleri üzerine kurulmuştur. Galiyev, Batı kültürü yerine, sömürgecilik öncesi doğuda mülkiyetsizlik ve eşitlik temelinde var olan Doğu kültürünün yeniden yeşertilmesini savunur. Galiyev’e göre, Türk, Moğol, Arap, Hint ve Çin uygarlıkları ve kültürü, tarihte eylem ve düşünce olarak Batı’ya göre daha üstün olmuştur.
*Emperyalizme karşı dünya devrimi, mazlum ulusların emperyal devletlere karşı vereceği mücadele ile gerçekleşebilir. Mücadelenin başarısında, sömürge ulusların emperyalizme karşı verdikleri ulusal kurtuluş savaşları belirleyicidirler.
*Kapitalist dünya sömürüsüne karşı verilecek mücadelede, son çözümlemede «Proleter Uluslar Enternasyonalizmi” oluşturulmalıdır”.
Özetle Galiyev, Batı toplumları içerisindeki burjuva/proletarya çelişkisini benimsemekle birlikte; düşüncelerinin odak noktasında temel çelişkinin sömüren ve sömürülen uluslar ayrımını esas almaktadır. Bir başka deyişle nihai olarak sosyalizmin kurulmasını amaçlamasına karşın , Ortodoks Marksizm’in dünya çapındaki , üretim araçlarına sahip olanlar/sahip olmayanlar şeklindeki tüm toplumların sınıflarını kapsayan kutuplaşmasını, uluslararasında sömürenler/sömürülenler kutuplaşmasına kaydırmıştır.
Atatürk de aynı doğrultuda, bu görüşü 1933’te şöyle ifade ediyor: « an bütün Doğu devletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum… Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı egemen olacaktır.11”
Galiyev;Sovyetler Birliği’nin , mazlum ulusların uyanışını örgütleyerek yaşamını sürdürebileceğini, aksi durumda uzun ömürlü olamayacağını da öngörmüştü.
Aynı öngörüyü Atatürk de yapmış ve şöyle demişti: ”Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır…”12
Bir Düşünür ve Siyaset Eylemcisi Mehmet Ali Aybar’ın Düşün Dünyası
Mehmet Ali Aybar, Türkiye’de sosyalist hareketin önde gelen kişilerindendir.1971’de kapatılan Türkiye İşçi Partisi liderliğini ve Sosyalist Devrim Partisi kurucu genel başkanlığını yapmıştır. Bilindiği üzere Türkiye tarihi içinde sosyalist hareketin bir kesimi, kuramsal düzeyde Sovyet, Çin, hatta Arnavutluk Komünist Partileri’nin öncülüğünde bir harekete bağımlı idiler. Ancak, Aybar 1968’de Sovyetlerin Çekoslovakya’yı işgaline, “Milli Demokratik Devrim” tezini savunanların bile kafası karışıkken en sert tepki gösteren olmuştu. Bu yaklaşım egemen güçlerin korkusu yanında ,Sovyet ve Çin yanlılarının tepkisini çekecekti. Bunun sonucunda Aybar,1969’da Sovyet yanlıları partiyi ele geçirince önce genel başkanlıktan, 1971’de de partiden istifa etmişti.
Mehmet Ali Aybar, reel sosyalist ülkelerde gözlemlenen sosyalizm uygulamaları, teori kapsamındaki açmazlıktan da kaynaklandığı yazdı. Bu kapsamda, tavandan tabana örgütlenme düzeninin, “Leninist Parti’nin Burjuva Modelinde Bir Örgüt Olması”ndan kaynaklandığı ifade etmekten hiç çekinmedi. Aybar’ın 1979 ve 1987’de yayımladığı, içerikleri itibarıyla bir bütün oluşturan iki kitabı “Neden Sosyalizm?13” ve “Marksizmde Örgüt Sorunu”’, sadece sosyalist bir örgütlenme modelinin “nasıl olmaması” gerektiğine değil, aynı zamanda “nasıl bir sosyalizm” sorusuna da odaklanmıştır14. Anılan kitaplarda Aybar, demokrasi, özgürlükler, sosyalizm ideali ve ilkeleri konusunda kuşağının büyük çoğunluğunun ilerisinde olabilmeyi başarmış ve insanı ön plana çıkaran ve bunları ana kaynak Marksla temellendirmiştir. Tavandan tabana düzen yerine “Yatay Örgütlenme” modelini savunmuştur. “Türkiye’ye Özgü Sosyalizm” ve “Özgürlükçü Sosyalizm” kavramlarıyla, “Sosyalizm insanlar içindir: insanlar sosyalizm için değil” yaklaşımını öne çıkarmıştır.
Bir Düşünür Olarak Attila İlhan ve Düşün Dünyası
Şairliği, romancılığı, gazeteci, senarist ve eleştirmen kimliği yanında düşünce dünyasına Attila İlhan’ın önemli katkıları olmuş bulunmaktadır.
Attila İlhan’ın düşün dünyasını irdelerken, iki sözcük öne çıkıyor. O, bir sosyalist ve bir Kemalist’ti.
Bir sosyalistti, ancak Türk sosyalisti idi. O, “Bir sosyalistin, Marksizm yöntemini kendi ulusal koşullarına uygulayarak çıkaracağı yorumlar önemlidir. Sağdan soldan alacağı bilgilerle bu iş olmaz. Halkının kabul edeceği formülü bulması lazım. Her ulus, kendi sosyalizmini üretmek zorunda. Sonra, sosyalizmler arasında bir anlaşmaya, belki uluslararası bir sosyalizme gidilebilir15” diyor. ve ekliyordu: “Üreticilerin özgür ve eşit ortaklığı esasına bağlı bir sosyalizm zorunludur. Bu sosyalizm insancıl ve özgürlükçü olacaktır16”.
Attila İlhan, öz olarak bunları yazdığı “Hangi Sol” kitabından sonra, Sovyet ve Çin yanlısı sosyalist yaklaşımlar tarafından yoğun eleştiriye uğradı. Ancak zaman, Attila İlhan’ı haklı çıkardı.
Attila İlhan bir Kemalist’ti. Ancak, Kemalizm’i algılaması ve de yorumlaması oldukça farklıydı. Burada, Atatürkçülüğü, Tanzimat ilericiliğinin bir devamı niteliğinde gören Batıcılara karşı çıktığı ve Atatürk’ün Batıcı değil, çağdaşlıktan yana olduğunu hep söyledi 17. Batılaşma yaklaşımını, Avrupa merkezli bir ırkçılık olarak gördü. Bu anlamda, Batıya bakış açısının nasıl olması gerektiğini sorguladı, Batıya akıl ile bakılmasını önerdi ve “… Batıda evrensel olan yöntemdir; Yöntem, bilim demektir, bilimsel düşünce demektir. Bilimin, doğulusu ve batılısı olmaz” diye yazmıştır.
Attila İlhan’ın, emperyalizme karşı tavrının ideolojik temelinin; Mustafa Kemal Atatürk ile Mir Seyit Sultan Galiyev’den beslendiğini biliyoruz. Bu anlamda, Anadolu ihtilali tezleri ile Galiyev tezleri arasındaki benzerliğe ilk dikkati çeken fikir adamı, Türkiye’de Attila İlhan olmuştur. Sultan Galiyev hakkında Attila İlhan “Galiyev, Marksizm ile ulusallığı bağdaştıran Türk asıllı bir Sovyet devrimcisi idi18” diye not düşmüştür.
Attila İlhan, aydın kimliğini de sorgulamıştır. Ona göre, “…Çağdaş aydının birinci görevi, sağdaki soldaki müminlere karşı sağlıklı kuşkunun, yani aklın soru işaretlerini sorgulamak! Bunu yapmadı mı, ister solun en ileri ucunda olduğunu söylesin, az gelişmişlikte patinaj yapıyor demektir. Çünkü ilericilik, bir inanç işi değil, bilinç işidir. Yani yöntemdir19”.
Sonuç
“Cumhuriyetin 100.Yılında Geleceği Yeniden Tasarlamak: Ütopya ve Devrim” için düşün dünyamıza yön vereceğini varsaydığım dört düşünürün birleştiği temel ilkelerin şunlar olduğu gözlemlenmektedir:
Birincisi;anılan düşünürler ister sol,isterse sağ görünümlü okumuşlardan farklı olarak ,hiçbirisi oryantalist ya da oksidentalist değillerdir.
İkincisi ise,birincisine bağlı olarak ütopya ve devrimleri için çözüm yollarını,kendi ülkelerinin halkı ya da aidiyet duydukları halklar için özgün koşullarından yaratılacağı konusunda görüş birliğine sahiptirler.
Üçüncüsü,tümü de antiemperyalistirler.
Dördüncüsü,antiemperyalist olmaları gereği ekonomi-politik açıdan kamucudurlar.
Beşincisi; laik dünya görüşlüdürler.
Altıncısı; insancıl ve özgürlükçüdürler.
Bu dört düşünürün birleştiği temel ilkeleri ışığında çözümleme ve önerilerimizi dünya ve Türkiye özelinde şöyle yapabiliriz:
Dünya genelinde sosyalist bloğun çöküşüyle, başat hale gelen tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni ve küreselleş(tir)me sürecinin başlarında vaat ettiği daha iyi bir dünya iddiasının gerçekçi olmadığı kısa süre içerisinde anlaşılmış bulunmaktadır. Bu kapsamda sınıflar ve uluslar arasındaki eşitsizliğin hızla büyümeye devam ettiği, emperyalizmin ve uluslar arasındaki sömürünün yeni biçimlerde sürdürüldüğü gözlemlenmektedir. Batı ve Doğu arasındaki gelir farklılıkları olağanüstü artmıştır. Bununla birlikte günümüzde kapitalist üretim biçimine seçenek olabilecek bir üretim biçimi ve ilişkilerin yükselişi henüz ufukta görünmemektedir. Ancak küresel ölçekte Batı hegemonyası ve emperyalizmine karşı, dengeleyici çeşitli uluslararası işbirliği girişimleri de filizlenmektedir. Sözgelişi Amerika Birleşik Devletleri’nin arka bahçesi olarak nitelendirilen Latin Amerika’nın kimi ülkelerinde, hem sosyalist, hem de ulusalcı hareketlerin yükselişe geçtiği ve iktidara geldiği gözlenmektedir. Diğer yandan kapitalist Batı ülkelerinde doğunun sömürülmesi ile gerçekleştirilen refah toplumunun giderek sorunlarla karşı karşıya kaldığı da görülmektedir.
Türkiye özelinde ise ütopya ve devrim anlayışımızı, yukarıda değindiğimiz altı temel ilke doğrultusunda bir düşünür ve siyaset eylemcisi olarak “Atatürk ve Düşün Dünyası’”nda odaklayabiliriz.
Bu düşün dünyası, gerek sosyal ,gerekse ekonomi-politik açıdan “Atatürk İdeolojisi” olarak adlandığımız yaklaşımdır.
Ütopyamızı ve devrimlerimizi andığımız bu yaklaşıma göre inşa edebiliriz.Umutlu olmak için olanağımız ve şansımız vardır.
Ancak bu umudu örgütlemek gerekliliği zorunludur.
Umudun örgütlenmesi için bütün millici toplumsal sınıf ve katmanların bir araya gelmesiyle şekillenecek bir program gereksinim söz konusudur.
Bu program:
“Ulus Devlet, Devletçilik ve Halkçılık Temelinde Planlı Karma Ekonomi, Tarım-Sanayi Dengesinin Kurulduğu Sanayileşme, Tarımın Korunması ve Türkiye Çıkarlarına Yönelik Dış Politika“ile özetlenebilecek Ekonomik ve Siyasal Tam Bağımsızlıkçı Olmalı”.Bu program,aslında yukarıda değinildiği üzere Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş ideolojisi olan “Atatürk İdeolojisi”değil mi?
Elbette bunu uygulayacak bir kadroda önemli. Program ile kadrolar da şekillenecektir.
Yazımı “Mustafa Kemal Atatürk’ün Hümanizması” ile bitireceğim, çünkü bu hümanizma “Atatürk İdeolojisi”’nin evrenselliği temelinde, salt Türkiye için değil, beşeriyet(insanlık) için de geçerlidir ve içimizdeki umudun sönmemesini sağlayacak niteliktedir:
“Milletler işgal ettikleri toprağın gerçek sahibi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak da o toprakta bulunurlar. O toprağın servet ve kaynaklarından kendileri istifade eder ve dolaysıyla bütün beşeriyeti istifade ettirmekle yükümlüdürler.”
Bana göre; insanlar ya ekonomik ve kültürel eşitliğe dayanan yeni bir dünya düzeni kurmada başarılı olacaklar, ya da eşitsizliğin doruk noktası olacak kaotik bir evrende yaşayacaklar.
“Mustafa Kemal Atatürk’ün Hümanizması”nın gerçekleştirilmesini umut ediyorum.
1 Samir Amin,2018.Avrupa-Merkezcilik-Bir İdeolojinin Eleştirisi( L’eurocentrisme Critique d’une idéologie) Çevirmen:Mehmet Sert. Yordam Kitap
2 Mustafa Kaymakçı,http://dagarcikturkiye.com/2021/05/01/oryantalizm-filhellenizm-ve-turkokratia-1/
3 Edward W.Said, 2010. Şarkiyatçılık. Batı’nın Şark Anlayışları. Beşinci Baskı (Çeviri: Ülner, B.) Metis/Kültür Yayınları
4 H.Hanefi,2006.Oryantalizmden Oksidentalizme “Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu Bildirileri” 9-10 Aralık 2006(Ed.,)L.Sunar.Çeviri:H.Çomak.İstanbul.s.81
5 Ö.Hıdır, 2007. Oryantalizme Karşı Oksidentalizm:Hadis Oksidentalizmi.-M. Fuad Sezgin ve M. Mustafa el-A‘zamî Örneği–”, (in Turkish), Hadis Tetkikleri Dergisi (HTD),V/1, 2007, pp. 7- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/605697
6 Niyazi Berkes,2003. Türkiye’de Çağdaşlaşma. 4. Baskı, Yapı Kredi Yayınları. İstanbul.s. 20.
7 Attila İlhan,2012.Hangi Batı. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
8 Meclis konuşmasından./ İş Bankası Kültür Yayınları./
TBMM Gizli celse zabıtları cilt3. /.6 Mart 1922.- Mustafa Kemal.
9Demirhan Fahri Erdem,Mazlumların Kuramcısı ve Stratejisti:Sultan Galiyev,https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/105922s.85
10 Mir Seyid Sultan Galiyev, (1 998c), ‘Asya ve Avrupa Türk Halklarının Sosyopolitik, Ekonomik ve Kültürel
Gelişmelerinin Esaslarına ilişkin Bazı Görüşlerimiz ,’ Toplumsal Tarih, 50: 39.42; Mir Seyid Sultan Galiyev,(1998d), ‘Asya ve Avrupa Türk halklarının Sosyopolitik, Ekonomik ve Kültürel
Gelişmelerinin Esaslarına Ilişkin Bazı Görüşlerimiz II,’ Toplumsal Tarih, 51: 50.55.
11 Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966, s.134–135
12 https://www5.tbmm.gov.tr//develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?
İsmet Bozdağ,Atatürk’ün Evrensel Boyutları (kitap). Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. s. 114.
13 Mehmet Ali Aybar,1995.Neden Sosyalizm? BDS Yayınları ,İstanbul
14Mehmet Ali Aybar,1979 Marksizmde Örgüt Sorunu: Leninist Parti Burjuva Modelinde Bir Örgüttür.Yaylacık Mat.,İstanbul,
15 Attila İlhan, 2001. Vatan Ve Namus, İleri, Sayı 2, Ocak-Şubat.
16 Attila İlhan, 1970. Hangi Sol (Anılar ve Acılar) Varlık Yayınları.
17 Attila İlhan, 1995. Hangi Atatürk (Anılar ve Acılar) Bilgi Yayınevi.
18 Attila İlhan, 2000. Sultan Galiyev Avrasya’da Dolaşan Hayalet, Cumhuriyet Söyleşileri, Bilgi Yayınevi.
19 Attila İlhan, 2002. Dönek Bereketi, Cumhuriyet Söyleşileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.