Türkiye’de on yıllardır herkesin diline pelesenk ettiği, biraz da bilmeden kullandığı, zaman zaman imla hatası da yaparak kullandığı bir kavramdır, “Seçim sath-ı maili.”
Yani, seçim için bir anlamda “geri sayım dönemi” anlamına gelen “eğik düzlemde, ülkenin seçime doğru kaymakta olduğu dönem”.
Oysa ki, durup düşündüğünüzde, yani Cumhuriyet tarihinde yaptığımız seçimlerin, erken seçimlerin, baskın seçimlerin ve referandumların sayısını gözönüne aldığınızda, ülkemiz zaten hiç o “eğik düzlem”den inip de normal bir “satıh”da devam edememiş ki yaşamına…
Yine öyle bir dönemden geçtiğimizi hatırlatmak amacıyla yaptım bu girizgahı. Zaten ekonomik gerçeklikler ve o gerçekliklerden hareketle insanların içine düştükleri ruh hali ile siyasetçilerin söylemleri, bize o düzlemin üzerinde sürekli bir “sörf” halinde olduğumuzu hatırlatmıyor mu?
Maaşallah necip milletimizin her bir ferdinin profesyonel siyasetçilere taş çıkartırcasına (biraz da mecburiyetten ve doğal olarak) olağanüstü yoğun bir siyasi ruh hali içinde bulunması da, bu “sath-ı mail”den hiç inmediğimizin de bir göstergesi sayılır.
İşin bu bilinen yanını bir yana bırakırsak, yaklaşan seçimin Türkiye’ye neler getireceği konusunda herkesin kafasının fena halde karışık olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Bu kafa karışıklığına, sokaktaki sıradan herhangi bir vatandaşı da, siyasetin bizzat içindeki tüm unsurları da, her biri (maaşallah) değme siyasi analistlere burnundan kıl aldırmayan yazar-çizer-düşünür tayfasını da, hatta siyasetin “dümenindeki” en güçlü insanları da katabilirim. Hattâ, bizzat siyasetin en güçlü “şahsı” bile buna dahildir. Bahse girerim.
Bırakınız seçimin ertesi sabahı nasıl bir Türkiye’ye uyanacağımızı, bundan bir ay hatta bir hafta sonra bile, ülkenin kritik ve hayati denklemlerinin nasıl şekilleneceğini tahmin edebilmek çok zor.
Ekonominin hızla daha da güçlü bir buhranın içine sürüklendiği erçeği ortada dururken, dünyanın ekonomik ve siyasi ikliminin belirsizliğini ve bunun, biz de dahil tek tek ülkelere doğrudan ve dolaylı etkilerini de düşündüğünüzde, “benim” diyen yorumcu veya analistin altından kalkamayacağı bir “puzzle”ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek yanlış olmaz.
Seçimin ertesi sabahı, “Cumhurbaşkanı’nın bir siyasi bloktan, meclis çoğunluğunun bir rakip siyasi bloktan olmayacağını” kim garanti edebilir? Ya da, seçime kadar siyasi blokların (kampların) belki bambaşka bir konfigürasyonu önümüze koyup koymayacağı yolunda bir tahmini, kim “yemin billah” yapabilir?
İktidarın kurnazca değiştirdiği yeni seçim yasası uyarınca, siyasi bloklardaki küçük (hattâ minik) partilerin birbirlerinin (daha doğrusu büyükçe partilerin) listelerine muhtaç oldukları gerçeğini de hatırlarsak, o partilerin kendi içlerinndeki depremlerin büyüklüğünü ve etkilerini bugünden kim öngörebilir?
Zaten ideolojik ve düşünsel temelde tam oturmamış (siyasetin en akut yaralarından biridir bu da) siyasi tabanlarda faaliyet gösteren partilerin, “seçim öncesi geleneksel lsbte depremcikleri”nin yaratacağı “tsunami”nin şiddetini kim doğru tahmin edebildiğini iddia edebilir.
İktidarın en iyi becerdiği şey diyebileceğimiz “şapkadan son anda yeni yeni tavşanlar çıkarma” huyunun bir tezahürü olan yeni ve kurnazca (sinsice?) hamlelerin neler olacağını bilen var mı?
Özetle…
Çok ilginç bir dönemece doğru hızla yol aldığımızı, girişte sözünü ettiğim “eğik düzlem”in eğrisinin (açısının) neredeyse 90 dereceye yaklaşmakta olduğunu düşünüyorum.
90 derece eğimde akan şeye ne denir?
Şelale tabii ki…