Cadı Bayramı Neyin Bayramı, Kimin Bayramı?

Ekim ayının son gününde bir bayram! Coşkulu, neşeli, maskeli-kıyafetli, keyifli, alabildiğine katılımlı, çocuklu büyüklü, kadınlı erkekli, ama bütün bayramlardan farklı. Coğrafyasız, sanılır ki her yerin bayramı. Adeta küresel! Bu durumda tabii hangi toplumun, hangi millletin, hangi ülkenin, hangi insan topluluğunun, hangi inanışın diye sormanın da gereği yok. Sanılır ki herkesin bayramı. Sanki evrensel! Çünkü bu bayramda tam bir boşluk var. Bu bayram milli değil, dinî değil, geleneksel değil, ticari değil, eski değil, eğer bir şeyin kalıntısıysa izine rastlamak katılıp eğlenenler için söz konusu değil!

İçinde bulunduğumuz 2022 yılında bu yeni bayram doruğa tırmandı. Yirmi-otuz yıldır her yıl biraz daha önemlileşmiş, en sonunda bu bayramdan azade bir yer kalmamış olmalıydı. O kadar çok haberi çıktı ki, bu bayrama katılmayanlar içinde haberi olmayan kimseler kalmadı. Şimdiye kadar bu bayramı duymayanlar, bu bayramla ilgilenmeyenler, bu bayrama önem vermeyenler dikkat kesildiler. Çarpıcı haber eşliğinde gazeteler ve görsel medya bayramı öne çıkardı. Uzaktaki bir Doğu ülkesinde kutlanırken 160 küsur kişi ölmüş, 200’den fazla insan yaralanmıştı.

İki yüz bin kişinin katıldığı bu kutlamanın olduğu bu Doğu ülkesi nereye uzaktı? Bayramın çıkış yeri olduğu bilinen coğrafyaya, kültüre, uygarlığa, gelişmişliğe uzaktı. Bu ülke bayramın özü olan söylem, inanış, tarih, din, yaşama tarzı, kutlanış biçimi ve ilgili olabilecek her şeye uzaktı. Bu ülke Güney Kore’ydi.

Başkent Seul’de yaşanan felaket o ülkede bir haftalık yas ilan edilmesine yol açtı. Her türlü kültürel, siyasal toplantılarla ve eğlence sektörü etkinlikleri iptal edildi. Kore tarihinde böylesine bir insan kaybına neden olan bir başka “kutlama” olayı yoktu!

Bayramın kurulabileceği ilk ilişki Hıristiyanlıktı, Hıristiyanlıktaki korkutucu Avrupa simgeleriydi. Oysa Kore’de nüfusun sadece dörtte biri Hıristiyandı, ve bunların da çoğunun Hıristiyanlığı ikinci büyük savaş sonrasındandı.

Güney Kore’deki bu bayram kutlamasının tarihi de çok öncelere gitmiyordu. Örneğin, 20. yüzyılda (yani o yüzyılın sonunda bile) kutlandığıyla ilgili bir bilgi yok.

AZİZLERDEN CADILARA, CADILARDAN KOMÜNİSTLERE!

Zaten “Azizler Günü” olarak bin yıl kadar önce Papalıkça ortaya çıkarıldığı söylenen “All hallow’s eve” (“Halloween” adı da buradan geliyor), azizleri kutsallaştırmayı amaçlamaktaymış. Ancak Avrupa Orta Çağının hurafeleri ve akıl dışı uygulamalarıyla dinsel niteliğinden sıyrılmış, “cadı”, “şeytan”, “büyücü” korkutmalarıyla Engizisyonun faaliyet alanı içinde yer almış.

Bugünkü bayramın kökü “Cadılar Günü”nde. Cadılar Günü, 19. yüzyılda Kuzey Amerika’ya göçen Anglikanlar aracılığıyla ve cadılar söyleminin lanetlenmesi maksadıyla ortaya çıkarılmış. Cadılar Günü ve şimdiki Cadı Bayramı, Protestanlar arasında bu yüzden fazla ilgi görmemekteymiş.1

Yeni dünya”da her yerin fethi tamamlanırken ve “huzur” tesis edilirken iktidar kurma yarışına Kilisenin de katıldığını önemli kaynaklar belirtiyor. ‘Ben de varım’ demenin yolu etkili olmaktı, etkili olmanın yolu korkutmaktı, korkutmanın yolu suçlamaktı, suçlamanın yolu Avrupa Orta Çağından yararlanmaktı…

Arthur Miller’in 20. yüzyılda “Cadı Kazanı” (The Crusible, 1952) adıyla yazdığı sahne oyununda yeniden ünlenen cadı kavramı, 17. yüzyıldaki Amerikan dinsel gericiliğini hedef alıyordu. Massachusett’in Salem kasabasında yüzlerce insanın hapislere atılması ve 20 kadar insanın idam edilmesiyle sonuçlanan dehşet ve korku dönemi, unutulan ama derin olan izler bırakmıştı. Büyücülük ve şeytanla işbirliği suçlamalarıyla “yargılanan” insanlar (ve çocuklar) toplumun sindirilmesinin nedeni olmuşlardı. Orta Çağ boyunca Avrupa’da Kilisenin yürüttüğü “Cadı Avı” o yıllarda Amerika’ya taşınmış ve orada hortlatılmıştı.

İkinci büyük savaş sonrasında ABD’de cadı avı, komünizmle mücadele adı altında toplumun aydın ve ilerici kesimini hedef almış, Sovyetler Birliği ve sosyalizm düşmanlığı 1950’li yıllar boyunca yürütülmüştü. Soğuk Savaşın bir gereğiydi. Yazar Miller, Sovyetleri hedeflemiş bu “cadı avı”nın Amerikan tarihindeki olumsuz yerine işaret ediyor ve Avrupa tarihindeki dehşetli kaynağını gösteriyordu. Yapılan şey, “vatan hainliği”, “casusluk”, “komünistlik” suçlamalarıyla topluma korku salmaktı. Bu işin önderi Amerikalı Senatör McCarthy, hedef aldığı ve sorguya çekilen aydın kesimler içinde ihanetlerin ve birbirlerini suçlanmanın yaygınlaşmasını amaçlamıştı. Direnenler tecrit edilmekte ve işsiz kalmaları sağlanmaktaydı.

CADI BAYRAMI NERELERDE KUTLANMIYOR?

Güney Kore’deki bütün dünyaya yayılan çarpıcı olayın haberi, Cadı Bayramının dünyasal genişliğinin öğrenilmesini sağladı, önemli haber her yerdeki kutlamaların haberleşmesini tetiklemişti.

Oldukça tuhaf. Derken bu bayramın Suudi Arabistan’da, çeşitli Afrika ülkelerinde kutlandığının haber ve fotoğrafları basında yer aldı. Peki ülkemiz? Türkiye, İslam dünyasında bu bayramın en çok ilgi gördüğü ülke miydi? Böyle düşünmek, ya da en azından böyle bir soru sormak için herkes bir neden bulabilirdi. Çünkü kutlama haberleri yalnız en büyük kentlerimizden değil, her yönden, her yöreden geliyor, geniş toplumsal kesimlerin kutlamaların içinde olduğunu gösteriyordu.

Bu arada farkediyoruz ki, Cadılar Bayramının Müslüman ülkelerde kutlanmadığı yolunda bir kanaat da yayılmaya çalışılıyor. Oysa her yıl genişlemekte olan Cadı Bayramından kurtulmuş bir Müslüman ülke var mı, bilmiyoruz, ancak dünyadan gelen haberler bu konuda umutlanmak için bir olanak bırakmıyor.

Gazetecilik ilkeleri ve basın-habercilik değerleri açısından bu bayramın nerelerde kutlandığından çok nerelerde kutlanmadığı önemliyken, meslek ahlakının çiğnendiğini gördük, böyle haberlere rastlayamadık.

Batı’dan kaynaklandığı bilinen ya da sanılan her şey, modernleşme kapsamı arasına giriyor ve hemen olumlanıyor. Dolayısıyla basında ana akım, olumlu olarak modernleşmeye yönelik olduğundan, “iyi haberler”in kullanılmasını ve hatta daha da yayılmasını tercih ediyor olmalı!

TARİHTE CADI KAVRAMI İLE KADIN KORKUSU VE DÜŞMANLIĞI

Cadı kavramı, 1960’lı yıllarda ABD’de yeniden ortaya çıktı, bununla birlikte “bayram” da devreye sokuldu. Cadıların sevimlileştirilmesi ve zararsızlaştırılması anlamındaki modern sürece giden yol şöyle bir seyir izledi.

Cadı olan ve cadılarla ilişkide olan kadınlar, Orta Çağ kampanyalarında cadıların eğlencelerine katılmaktaydı! Bayram çağrışımı ve söylemi, cadıların sapıkça eğlenceleri uydurmalarından çıkmış olmalı. Cadı olup ölünüyordu, ama cadı diyerek yalan uydurmaktan ölen yoktu!

Şeytan erkeklere de uygun görülüyor, ancak cadılık kadınlara ait, cadılar hep kadın. Ve cadı suçlaması, cadı avı, cadı yargılanması şeytan suçlaması, avı ve yargılanmasından önde ve genel kabul halinde.

Demek ki, saldırının merkezinde ve hedefinde erkek değil kadın var.

O halde kadının tarihteki statüsüne ve yerine bakmak gerekiyor.

KADIN-ERKEK EŞİTSİZLİĞİNİN TARİHİ

Uygarlıkların ilk yüksek gelişme gösterdiği yerler, dünyadaki neredeyse bütün uygarlık merkezlerinin erken dönemlerinde kadın-erkek eşitliğinin görece az bozulduğu yerlerdir. Kadınların toplumsal rolleri tam olarak kısıtlanmamış durumdadır, kadınlar söz ve yetki sahibidir, hatta hükümdar bile olabilmektedir. Bu duruma örnek gösterilebilecek ülkelerde (örneğin, Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Orta Asya, Hindistan, Çin vb. yerlerde), “kadın sorunu”nun henüz patlamadığı söylenebilir. Bunun belki de tek istisnası, antik Grek ve Roma Akdeniz uygarlıklarındadır. Bu uygarlıklar, köleci toplumlardır ve köleciliğin gereği olan eşitsizliği hayatın geniş alanlarına da yaymışlardır.

Kölecilikte görülen bu eşitsizlik, özel bir eşitsizlik türüdür ve dalga dalga başka toplumlara yayılmış, bulaşmıştır. Ancak hiç bir yerde Greko-Romen dünyanın köleci üretim biçimi görülmemiştir.

Greklerde kadın, bırakalım eşitliği, bırakalım eşitliğin biraz bozulmuş olmasını, eşitlik hiç yoktur. Kadın aşağılanmış, haklardan mahrum edilmiş, değersizleştirilmiştir. Her zaman tâbidir, belirlenendir, istismar edilendir ve yok sayılandır. Roma’da kadın, bırakalım toplumsal bir rol üstlenmeyi, bırakalım yönetici olmayı, bırakalım imparator, senatör olabilmeyi, varlığı yok sayılır bir haldedir. Roma İmparatorluğu’nda kadın, üst sınıflardakiler ve saraylardakiler dışında tutulacak olursa, kölelerle aynı durumunda ve aynı statüdedir.

SEMAVİ DİNLERDE KADIN

Tek tanrılı dinlerde kadının durumuna bakıldığında erkek baskınlığı gene öne çıkar.

Musevilik erkeklik üzerine kurulmuştur. Dinsel söylem, kadının, sonradan ve “erkek”ten (erkeğin kaburga kemiğinden) ve erkek için ortaya çıkarıldığıdır. Bunun yanı sıra, Musevilik kadının erkeğe tâbiyeti üzerine inşa edilmiştir. Onu takip eden İsevilik (İsa yandaşlığı hareketi) düzen karşıtı ve yönetimlere direnen devrimci bir hareket olarak kadını korumuş, kadın ve erkeği eşitlemeye yönelmişti. Başlarda ilk Hıristiyanlık da aynı özellikleri devralmıştı. Ancak yaygınlaşmakta olan bir din haline dönüşmesi, temel ilke ve çıkış nedenlerinden taviz vermesiyle yürüdü. Yöneticilere karşı çıkış, yöneticilere itaat vaazlarıyla U dönüşü yaparken (Paulus’un Romalılara ve Efeslilere Mektupları, İncil2), kadının yöneticilikten ayrılmasını, eşitlikten uzaklaştırılmasını, öngörülen ileri toplumsal rolden koparılmasını getirmekteydi. Böylece Hıristiyanlık her konuda eşitsizlikle Roma İmparatorluğu tarafından kabul edilir ve benimsenir hale getirilmiştir. Yeni dinin Avrupa’ya taşınması ise, bambaşka ve yepyeni bir din olması yanı sıra, Greko-Romen köleci-eşitsizlikçiliğin kadınlarla ilgili yönünün de Hıristiyanlığa geçmesine yol açtı. Hıristiyanlık Avrupa’da, kadına dünyada en uzak ve en karşıtça bakan olumsuz, sağlıksız, kötü ve ters bir kültürün yörüngesine girmişti.

Bunun sonucu, Avrupa’da Hıristiyan kadının, aynı Greko-Romen dünyada olduğu gibi, insan bile sayılmayan bir statüye sokulmasıdır. Ancak bununla da kalınmamış, değersizleştirmenin de ötesine geçilmiş, kadın zararlı, kuşkulu ve tehlikeli yapılmıştır. Musevilikten gelen, kadının erkek için günah nedeni olan varlığı (cennetten kovulmaya yol açan “yasak elma” öyküsü), kendisinin doğuştan günahkarlığına evrilmiştir. Bu günahkar varlıktan her türlü kötülük gelebilir, kendisinden hem korkulur ve hem de vereceği zararının sınırları bilinemez, öngörülemez. Kadın baştan çıkarandır, kötü ruhtur, şeytandır; cinselliğinin olması ise onun en korkulur özelliğidir. Cinsellikten vazgeçilemez oluşu, onun kötülüğünün kaynaklarından biridir. Ama Avrupa Hıristiyanlığı bunun “çözümünü” de arar, cinsellik baskı altına alınacak ve suçlanacaktır. Cinselliğin kendisi günahkarlık olduğuna göre cinsellik de yasaklanmalıdır. Böylece (öğrenmek, sormak, gülmek vb.) yasaklar arasına cinsellik, kadın-erkek birleşmesi de girer.

Kadın zaten Kiliseden kovulmuştur. Kilise görevlerinden alınması yanında kiliselerde konuşması da, hatta ses çıkarması da önlenmiştir. Kadının sesi de yasaktır, kadın kilisede dinsel müziklerin icrasında bile yer alamaz.3

Hıristiyanlıkta din adamlarının ve din görevlilerinin kadınlarla birlikteliği, ilişkisi, cinselliği, evliliği yasaklanmıştır. Cinsellikten zevk alma, cinselliği gerekli görme, yararlı bulma, bütün bunlar günahkar ve sapkın olmaya yetmektedir. Hıristiyanlık Avrupa’ya tek-eşliliği getirmiştir ya, aile vardır, ama aile içinde de cinsellik kısıtlanmış, yakınlık ve güven kaybolmuştur. Çünkü kadın hem şüphelidir, hem de cinsellik günahtır, yasaktır, suçtur! Aile içinde cinsellik, yalnızca çocuk yapmak, çoğalmak ve neslini sürdürmek içindir, onun dışında insanlar cinselliklerini bastırmak, yok saymak zorundadır.

Avrupa’nın bu akıl dışı günlük hayat şartlarında Avrupalı her erkek, cinsel ilişkiyi kendi evi ve kendi karısı dışında, yani dışarıda aramak durumundadır! Evde ve karısıyla cinsel ilişki Avrupa’da yüzyıllar boyunca yaygın olarak yalnızca çoğalmak, çocuk yapmak amacıyla yürütülmüştür. Kadınlar sevilemez. Kadın sevgi, dostluk ve yakınlık öznesi değildir.

Bütün bu dönem boyunca Avrupa’da cinsel suçlar olağanüstü artış göstermiş, hiç bir toplumda ve hiç bir kıtada yaşanmayan bir durum ortaya çıkmıştır. Ticaretin yürütüldüğü deniz yollarında bütün Avrupa liman kentleri genelevlerin merkezi ve fuhşun güzergah noktaları olmuştur. Fuhuş ve genelevler, bu “karanlık” dönemde bütün kıtaya çok yüksek ölçülerde yayılmıştır.

Erkekler “aziz” olabilmektedir, ama kadınların “azize” olması yolu kapalıdır.

Kilisenin cinselliği hedef alarak kişilere yönelttiği nefret, din adamlarından ve dincilerden çok, “en ateşli taraftarlarını laik kalabalıklar arasında bulacaktır. “… bu olay Latin Katolikliğinin oluşma tarihini ve hiç de rastlantısal olmayan bir biçimde, Doğu Hıristiyanlığından kopuşunu belirlemektedir”.4

ROMA VE HIRİSTİYANLIK SONRASI AVRUPA

Büyük Roma İmparatorluğu “Doğu” ve “Batı” olarak ikiye bölünür (395), Batı’daki parça Avrupa’dadır ve Avrupa’yla sınırlıdır. Roma’nın Avrupa parçası olan Batı Roma İmparatorluğu varlığını sürdüremez, tarih sahnesinden silinir (476). Doğu Roma, daha bin yıl yaşayacaktır (1453’e kadar).

Roma’nın boşluğunu doldurmaya çalışan Cermen devletleri kurulur.

Avrupa’da olan Hıristiyanlık Roma sonrasında zorla, baskıyla, öldürümlerle yayılmaya çalışılır ve Avrupa’ya önemli ölçüde yerleşir. Avrupa bütün olarak Hıristiyanlaştırılmak istenmektedir, ama aynı zamanda tek-dinli, tek-inanışlı yapılarak. Devletleşen Cermen kabileleri di Hıristiyanlığı benimser ve dini yayma işini onlar üstlenir.

Batı Roma’nın yıkılmasından sonra Avrupa’dan “Roma” kaybolur, yüksek bir uygarlık, kültür ve teknolojik ilerilik olan Roma Avrupa için bir anlam taşımaz ve içselleşemez hale gelir. Kurumları ve yaşama tarzı sürdürülemez. Yollar ve yapılar da bozulur, alışkanlıklar da.

Avrupa’dan silinen Roma’nın dili olan Latince de “ölür”. Latincenin tek yaşadığı yer Kilisedir. Hıristiyanlık, çok farklı toplumları din temelinde “birleştirirken”, Kilise ortak dili Latince yapmaya yönelmiştir. Bundan bir kazanç da umulmuştur, bu dili bilmeyen halkların, toplumların, yani yeni “Hıristiyanların” (daha doğrusuyla Hıristiyanlaştırılanların), dinlerinin ne olduğunu anlamamaları ve öğrenememeleri amaçlanmıştır. Bilinmeyen ve öğrenilemeyen şeylerle hakimiyet kurmak daha kolay olmalıdır ki, korku ve saygınlığın böyle etkili olacağı düşünülmüştür.

Bin yıl kadar sonra, Reformasyon’dan sonra, bütün Avrupa dillerine çevrilmeye başlayan İncil’le Avrupalı Hıristiyanlar dinlerine ancak o zaman kavuşacaklardır!

Avrupa, kendi toplumlarının anlayış ve geleneklerine yabancılaşmış; uygarlık, Roma kültür ve teknolojisinden uzaklaşmış; Hıristiyanlık, bir Doğu dini olmaktan çıkmış; Kıta, Doğu mirasından kopmuştur.

Giderek gerileyen, yoksullaşan, kaynaklarını ve doğal imkanlarını, topraklarını değerlendiremeyen Avrupa karanlık bir döneme girer. Avrupa’nın Orta Çağı, “Karanlık Çağ” başlamıştır.5 Eğitim yoktur, sağlık yoktur, gelişme yoktur, bilim yoktur, toplumsal hayat geridir, üretim yetersizdir, ticaret zayıftır, yaşam kalitesi düşüktür, ve bunların yanında, sefalet yaygındır.

Peki olması gerektiği halde olmayan şeylerin yanında ne vardır? Avrupa Hıristiyanlığının merkezinin iktidarı, sömürüsü, istismarı, yobazlığı, baskısı, yasakları, yalanları, hurafeleri vardır.

Doğa olayları, Kilisenin bilim dışı fantezileriyle açıklanır. Örneğin, fırtınalar, hayalet ordularının bir yerden geçişidir. Örneğin, salgın hastalıklar Tanrının gazabıdır. Örneğin, doğaüstü güçler, dünyevi düşmanların hizmetindedir. Örneğin, doğal afetler Hıristiyanların suçlarının cezasıdır.

Hukuk, kutsallıkların eline verilmiştir. Bedensel tutkulara savaş açmış “Tanrı Devleti”, yeryüzü devletinin yerini alırken, dinin öne çıkmasından çok, dinsel kurumun etkili olmasına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak Avrupalılar Hıristiyanlaşmıyor, bununla birlikte Hıristiyanlığın Avrupa merkezinin uydurduğu “yasalara” tâbi oluyordu. Simgesinin Papalık olduğu ruhban kesim (clericus) “kamu düzeni”ni kuruyor ve ona hakim oluyordu.

Hıristiyan yazınında zaten var olan şeytan, dünyevi bir yaratık olarak yararlanılmak istenen kötü figürden başka bir şey değildir. Şeytani varlıklara ve hayaletlere inanç duyulması sağlanacaktır.

Bu gerileyiş ve çözümsüzlükte insanlar isyan içinde olmakla birlikte cehalet çukurunda debelenmektedir. İnançlar çeşitlenir, Hıristiyanlık “başkalaşır”, toplumlar geriler ve gericileşir. Kan ilişkisine dayanan topluluklar kendileri dışındakilere karşıtlıklarını ve düşmanlıklarını kötü motifler aracılığıyla her yere ve herkese yöneltebilme durumuna sokulmuşlardır.

Bu şartlarda, Kilise tarafından falcılık, büyücülük, sapkınlık vb. günahkarlıkla mücadele kapsamında ve dinsel amaçlarla öne çıkarılır. Cadılık keşfedilir (!), şeytanla cinsel ilişkiye giren kadınların varlığı ortaya çıkar, çıkarılır (!), istediği hayvanların kılığına giren kadınlar yakalanır (!). Bunların kötülüğünün ve tehlikelerinin propagandası yapılır. Kilise hukukunun temeli olan Canon Episcopi, cadıların gece uçuşlarını, sabbatlarını, eğlence ve ayinlerini “belirler”, cadıcılığın ve büyücülüğün yapabilecekleri kötülükleri sıralar, bunlara karşı alınması gereken önlemler üzerinde durur. Artık kadının cadılaştırılması ve düşmanlaştırılması süreci yaşanmaktadır. Ve doğaüstü güçlere yaslanmadan kadınların ve kadınlığın suçlanmasının başka bir yolu da yoktur, çünkü doğaüstü güçlerden yararlanmadan kadınların suçlanabilmesi ancak tekil olaylarda mümkün olabilmektedir.

AVRUPA’DA “DİNSEL MÜCADELE”!

Papalık kurumlaşmış, siyasallaşmış ve iyice güçlenmiştir. 1000 yılında büyücü ve cadı olan kadınların yargılanmaları başlar. Cezalar, orta Avrupa’da yakılma, İngiltere’de asılma şeklinde infaz edilir. 1184 yılında sapkınlıkla mücadelede şeytan-cadı kadınlar için Engizisyon mahkemeleri kurulur. Papalığın amacı, kitleleri yıldırmaya çalışma, otoritesini sağlamlaştırma ve merkez olmayı sürdürmektir. İşkence ile itiraf ettirmek muhakeme sürecinin içindedir ve zaman sınırı yoktur. Engizisyon mahkemeleri yanında piskoposluk mahkemeleri de her yerde (çok yüksek sayıdaki cadılar için) aynı şekilde ve aynı yöntemlerle çalışmaktadır. Papalığın Ad extirpanda’sı, işkencenin büyü, şeytan, cadı, dilencilik ve sapkınlık davalarında “gerçeğe ulaşmayı” sağlayan yararlı ve gerekli bir “araç” olarak kullanılmasını önermektedir (1252).

13. yüzyıl, kafirlik ve sapkınlığın büyücülük ve cadılıkla özdeşleştirilmesinin yüzyılıdır. Sapkınlara karşı yürütülen Avrupa-içi Haçlı Seferlerinde6 yüz yıl içinde bir milyon kadar Fransızın Albingser tarikatı mensubu olduğundan katledildiği sanılmaktadır. Sırada, sürekli hem başka tarikatlar, hem ayaklananlar, hem de dini sorgulayanlar vardır.

Jeanne d’Arc (1412-1431) cadı olarak suçlanır, mahkum edilir ve yakılır. Çünkü o bir kadın kahramandır, gereksiz ve istenmeyen bir şekilde öne çıkmış, önemli olması önlenememiştir.

15. yüzyıl, bütün Avrupa’da yaygın bir şekilde cadı avının başlatıldığı, kadın nüfusunun büyük saldırıya uğrayarak azaltıldığı yüzyıldır. “Modern Cadı” kavramı bu yüzyılın eseridir.7

1450’de cadıların uzun gece uçuşlarının “gerçekliği” Kilise tarafından resmen kabul edilir.

1456’da ilk kullanıma giren Gutenberg’in matbaasında 1485 yılında basılan “Cadılık Fermanı”, matbaada yayınlanan ilk Papalık fermanıdır. Ancak cadı olarak kadın düşmanlığını konu alan yazın anlamındaki demonoloji, basım yoluyla bütün Avrupa’ya yayıldı.

16. yüzyıl, aşağı yukarı her Avrupa ülkesinde Engizitör, hakim, piskopos, papaz, hekim olarak çok sayıda “cadı avcısı” ünlendi.

1560-1660 arası cadı avının doruk noktasıydı.

17. yüzyıl; rekor düzeyde cadı yakılmaları özellikle Akdeniz şeridi dışında bütün Avrupa’da birbirini izler, işkence gören, cezalandırılan, yakılan ve çeşitli şekillerde öldürülenler sürekli artmaktadır.

Cadılık ve şeytanlık dinsel fanteziler olarak Avrupa’yı öyle sarmış ve kaplamıştır ki, resim sanatı, oymacılık, freskler, kabartmalar, edebiyat, şiirler, masallar, risaleler, rüyalar konu olarak artık hep cadılar ve şeytanlarla doludur. Kilisenin işi, yıldırma yapmak ve otoritesini sağlamlaştırmak olan amaçları için bunları değerlendirmek yanında ve bunlarla uğraşmak olduğu kadar, bunları çoğaltmaya, yaymaya çalışmaktır. Böylece insan bilinci, bunlarla doldurulmuştur, insanlar güvensizlik içindedir, cadı-şeytan korkuları toplumsal nevrozlar halini almıştır.

CADI AVI, “KADIN AVI”, CADILARIN YAKILMA “EĞLENCELERİ”!

Bu bilgilerden sonra bir döküm yapılacak olursa, yalnızca 1430 ile 1780 yılları arasında Avrupa’da “Cadı Avı Çağı” olarak nitelendirilmekte olan 350 yıllık dönemin insan kaybı milyondan fazladır, bununla birlikte birden fazla kaynak 5 milyon civarında anlaşmış durumdadır (18. yüzyıldaki bir araştırıcı bu rakamın 9 milyonu geçtiğini belirlemiştir,8 ancak bu rakam birçok araştırmacı ve tarihçi tarafından fazla yüksek ve abartılı bulunmaktadır).

Dinsel taassub, yasaklar, baskılar, işkenceler, öldürümler, cezalandırmalar, sağlıksızlaşma vb. her zaman vardı, ama “Cadı Avı Dönemi” bunların zirvesi, en uç noktası olmuştu.

Öldürülenlerin çok büyük bir yüzdesi kadındır (bu, oran şeklinde yüzde olarak birçok yerde 90’ın üzerindedir, Avrupa ortalamasının da yüzde 90’ın üzerinde olduğu sanılmaktadır). Cadı olan, uçan, şeytanla cinsel ilişkiye girdiği, demonlarla işbirliği yürüttüğü ve büyücülük yaptığı için zaten doğuştan şeytan olan kadındır.

Yani bütün bu suçlar, esasta kadına özgü suçlardır ve yüzyıllar boyunca kadın katliamı yapıldığı ortadadır.

İnsan aklının ortadan çekildiği bu dönemde gerek cadı avları, gerek “cadıların” yargılanma süreçleri ve işkenceler, gerekse cadı yakılmaları, Avrupa’da itiraz ve karşı çıkmalarla hiç bir zaman önlenebilir olmadığı gibi, Avrupa toplumları bunları benimsemiş, içselleştirmiş, hayatın bir parçası ve vazgeçilmezi haline getirmiştir. Daha ötesi, Avrupalılar inanılmaz işkence, akıl almaz yöntemler, kabul edilemez yargılamalar, cayır cayır yakılma sahnelerini eğlence durumunda izlemiştir.

Kişilik parçalanmaları o derecededir ki, karısını cadı olarak ihbar eden kocalardan, eşinin suçlu bulunması için tanıklık etme isteği duyanlara kadar her yerde sayısız örnek vardır.

CADI BAYRAMI VE KÜRESELLEŞME

Cadı kimliğinin 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, hem yapılan çok sayıdaki araştırmalar, hem de “bayramlaştırma”lar (Cadı Bayramı) sayesinde tamamen değiştiğini söylemek mümkündür. Bu konuda esas itici çabanın ABD’den gelmesi oradaki feminist hareketi daha etkili kıldığı gibi, çok sayıdaki çalışmada “kadınların Yahudi soykırımına benzer bir jenosite uğradıkları sıklıkla dile getiril”diği için dönemin değerlendirilmesinin özü açığa çıkmıştır.

Cadı Bayramı, olabilecek en iyimser yorumla, cadı olarak saldırıya uğrayan kadın cinsinin, saldırı hedefi yapılmasından vazgeçilmesinin bir adımı olduğudur.

Bununla birlikte, Cadı Bayramının, Batı uygarlığı olarak anılacak Avrupa’nın kadın cinsine yaptığı öldürüm ve vahşetin, Batı uygarlığının temelinde olduğunun ısrarlı söylenilmesinde karşılaştığımız Hıristiyanlığın inanılmaz ve akıl almaz kıyımcılığının üstünün örtülmesinde, hatta adeta gizlenmesinde bir işlev gördüğü de ortadadır. Mesaj, Batı uygarlığı ve dininde cadı adı altında ilkellik, vahşet, kıyım değil, cadılarla alay, cadılarla eğlenme, onlarla oyun oynama vardır. Vaktiyle günlük hayatın içine sokulmuş cadılar, sanki öyle değilmiş gibi, sanki öyle olmamış gibi, adeta onlara hiç inanılmamış gibi, olmayan figürlerdir.

Cadılar buna göre gerçek dışıdır. Cadılar artık avlanmamakta, onlardan da artık korkulmamaktadır.

Peki öyledir de, kadınların cadı olduğu aşamadan geçmemiş, kadınların cadı olarak yakılmamış olduğu toplumlarda, ülkelerde bu şekilde cadı “aklanmaları” nedendir? Cadıların her zaman masallarda rastlandığı ülkelerde ne demeye cadılardan korkmuyoruz, onlarla eğleniyoruz havasına girilmektedir?

Bunların yanıtında, merkezinde Amerikan emperyalizminin bulunduğu küreselleşme olgusu yatmaktadır. Küreselleşme, insanın, teknolojinin, bilginin ve bu anlamda başka bir şeyin değil, ABD’nin küreselleşmesidir. Bütün dünyaya her bakımdan hakim olmak hevesi peşindeki Amerika bunu gerçekleştirememekte, ancak bunu bilurlu ölçülerde kültürel etkisiyle yapabilmektedir. Küreselleşme dediğimiz süreçte bütün dünya, giyimde, modada, davranışta, vakit geçirmede, eğlenmede birörnekleşme ve aynılaşma yoluna girmiştir. Bu kültürel etkileşimle ABD’nin, bütün toplumları kendisine benzetme yolunda önemli bir mesafe kaydettiği de söylenebilir.

İşte Cadı Bayramı da bu nedenle dünyanın her tarafına yayılmaktadır. Cadı Bayramı kutlamaları eğlenme değil, Amerikanizmdir. Cadı Bayramı, her yerde, bir Amerikanlaşma olan kültürel küresellemenin bir şeklidir.

KAYNAKLAR

Haydar Akın, Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı, Dost Kitabevi, Ankara 2001.

Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayınları, İstanbul 1996.

Umberto Eco, Gülün Adı, Can Yayınları, İstanbul 1987.

Robert Muchembled, İşkenceler Zamanı – Mutlak Krallar Devrinde İtaat (XV-XVIII. Yüzyıllar), tümzamanlaryayıncılık, İstanbul 1998.

Daniela Müller, Frauen vor der Inquisition – Lebensform, Glaubenszeugnis und Aburteilung der deutschen und französischen Katharerinnen, Verlag Philipp von Zabern – Mainz, Mainz am Rhein 1996).

Hubertus Mynarek, Die Neue Inquisition / Sektenjagd in Deutschland, Verlag Das Weisse Pferd, Marktheidenfeld 1999.

Guy Testas & Jean Testas, Orta Çağ Hıristiyan Dünyasında Dinsel Şiddet / Engizisyon, İnsan Yayınları, İstanbul 2003.

Hans-Jürgen Wolf, Hexenwahn – Hexen in Geschichte und Gegenwart, Gondrom Verlag, Bindlach 1994.

NOTLAR

1 Burada “Protestanlar”, muhafazakar olanlardır. Çünkü Cadı Bayramının kökleri, esas olarak Birleşik Krallık ve ABD gibi Protestanlığın çoğunluk ve etkinlik gösterdiği yerlerde yatıyor. Bu durum, kültürel küreselleşme dalgasında kimliklerin de bulanıklaşması gerçeği ile ilgilidir.

2 Kutsal Kitap / Yeni Dünya Çevirisi, Watch Tower Bible and Tract Society of Pennsylvania, New York 2008, s. 1511 (6) ve 1458 (13).

3 Kilise yasağı, kadın sesinin dinsel kilise müziğinden de uzaklaştırılmasına yol açmıştı. Bu “eksiklik”, önceleri çocuklarla, sonraları kastratolarla (ergenlik çağından önce hadım edilen çocuklarla) giderilmeye çalışılmıştır.

4 Marc Bloch, Feodal Toplum, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2005, s. 159.

5 Avrupa’nın Orta Çağının “Karanlık Çağ” olarak nitelendirilmesi Avrupalılara aittir.

6 Önceleri Hıristiyanlaştırma amacıyla başlayan Avrupa-içi Haçlı Seferleri, sonraları sapkınlığa karşı Hıristiyanlığı ve onun bütünlüğünü (merkeziyetçiliğini) korumak amacıyla yürütülmüştür. Bu seferler, Doğu’ya yönelik olarak yapılan esas Haçlı Seferlerinden öncedir, başkadır ve farklıdır.

7 Akın, s. 297.

8 Quedlinburglu Alman Hukukçu Gottfried Christian Voigt’in (1740-1791) belirlediği rakam 9.442.944’tür.

Bunları da sevebilirsiniz