Türkiye’de son dönemde dış politikaya ilişkin tartışmalarda ve saflaşmalarda öne çıkan konular arasında, ABD emperyalizmi geliyor. Kimileri, ABD emperyalizminin gücünü koruduğunu öne sürerken, kimileri de gerilemekte olduğunu savunuyorlar. Bu tartışma şüphesiz ideolojik bir cepheleşmeyi de yansıtıyor.
Tartışmayı daha sağlıklı zeminde yürütmek için, takım çantamızda siyasal iktisat var, tarih var, jeopolitik var. Tartışalım…
Malum, tarihsel olarak bakıldığında, dünyada güç dengesi, her 100 – 150 yılda bir değişir. Bu gelgit, bu sarkaç, bu tahterevalli batı ile doğu arasında gidip gelir.
Coğrafi olarak bakıldığında, bu gelgitte öne çıkan üç kıta vardır; Asya, Avrupa, Amerika. Coğrafya, biraz daha ayrıntılı olarak ele alınıp, ülkeler bazında incelenince, öne çıkan devlet sayısının fazla olmadığı görülür. Batıda İngiltere, Fransa, ABD öne çıkar, doğuda ise Çin ve Rusya.
Jeopolitik açıdan bakıldığında, güç dengesinin, kabaca son 15 – 20 yıldır, batıdan doğuya, Atlantik’ten Pasifik ve Avrasya’ya kaydığı dikkat çekmektedir.
Dünyanın 5 büyük ekonomisinden biri olan, sanayi toplumu, sanayi kültürü, sanayi disiplini denince akla gelen birkaç ülke arasında bulunan, teknolojik altyapısıyla dikkat çeken Almanya yoktur geçmişte bu listede öne çıkan devletler içinde. İki dünya savaşına da katılan, ikisini de kaybeden, buna karşın her iki yenilgisi sonrasında da hızla toparlanan, gelişen, kalkınan, sanayileşen Almanya, birliğini geç tamamladığı, sömürge kapma yarışında geciktiği, büyük, etkili bir deniz gücü olamadığından, geçmişte İngiltere ve Fransa gibi, geniş coğrafyalarda öne çıkamamıştır. Günümüzde de büyük askeri bir güç olmaması, nükleer silahının bulunmaması nedeniyle, ekonomik, teknolojik, bilimsel, endüstriyel gücüne koşut bir politik, diplomatik güç değildir. Olmak için çabalamaktadır. Avrupa Birliği’ni de (AB) bu amaçla kullanmaktadır. Fakat henüz tam olarak ABD’den bağımsızlaşabilmiş değildir.
Geçmişte denizlerde hayli başarılı olmuş, ticarette öne çıkmış, sömürge kapma yarışında dikkat çekmiş Hollanda, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin de, günümüzdeki bu keskin rekabette öne çıkamadıkları görülür. İmparatorluk deneyimi, uygarlık birikimi, devlet kurma kabiliyeti yüksek olan Türkiye ve İran da günümüzde doğunun lider güçleri arasında değildir. Her ne kadar batıda, Latin Amerika’da Brezilya gibi büyük bir güç, doğuda Asya’da Hindistan gibi büyük bir güç dikkat çekse de, küresel ölçekte iddia sahibi olmaları, bugün için olanaksızdır. Fakat Hindistan, nüfusuyla (dünyada Çin’in ardından ikinci sırada), ekonomik dinamizmiyle, büyüme hızıyla, teknolojik atılımıyla, ordusuyla, nükleer kapasitesiyle, ABD, İngiltere ve Rusya’yla yakın, dengeli ilişkileriyle, iddialı bir ülkedir. Destek verdiği taraf lehine, küresel dengeleri değiştirebilecek bir güçtür.
ABD ve NATO
Terminolojik, kavramsal düzlemde ele alındığında tipik bir emperyalist devlet olan, Atlantik ittifakının liderliğini elinde bulunduran ABD; NATO’yu da saldırı ve işgal aygıtı olarak kullanmaktadır. AB ise ABD’nin güvenlik şemsiyesinden yararlanan, büyük ve güçlü bir ordusu olmayan, emperyalist karakterini birliğin lideri olan ülkelerden alan bir güçtür. Öncelikle Almanya, hemen ardından da Fransa dışarıda tutulursa, AB etkili bir uluslararası aktör olmaktan uzaktır. Hatta Almanya ve Fransa’nın olmadığı bir AB’nin, güçlü, etkili, çekici bir ittifak olmaktan uzaklaşacağı da söylenebilir. AB’nin bu güçsüzlüğü ve etkisizliği, Atlantik ittifakı için ciddi bir sorundur. Bu yüzden, dış politikada ABD yörüngesi, savunma ve güvenlik politikasında NATO şemsiyesi, AB içinde özellikle Berlin ve Paris tarafından sıklıkla sorgulanmaktadır.
ABD’nin, Almanya, Hindistan, Türkiye (gerekçesi farklı da olsa), İsrail (belli konularda), Suudi Arabistan (belli konularda) gibi önemli müttefikleri üzerinde etkisi bir ölçüde aşınmaktadır. Bu durum, ABD’nin etkili düşünce kuruluşlarının raporlarına da yansımaktadır. ABD’nin iki stratejik ortağı olan İngiltere ve İsrail’in güçleri de ABD’yi liderlik koltuğunda tutmaktan uzaktır. O nedenle ABD; belli sorunlar söz konusu olduğunda, belli bölgelerde, geçmişe oranla daha fazla yeni müttefik arayışına girmektedir. Son yıllarda vekil güçleri, terör örgütlerini, bölgesel aktörleri daha fazla cepheye sürmektedir. İşgal ettiği, saldırdığı pek çok ülkeden askerlerini tamamen veya kısmen çekmektedir. Eskiye oranla diplomasiyi ve yumuşak gücü daha fazla devreye sokmaktadır. Tüm bunlar bir tercih olmaktan öte, bir zorunluluktur ABD açısından. Ayrıca, ABD’nin saldırı ve işgalleri, Ortadoğu başta olmak üzere, dünya genelinde ABD karşıtlığını da artırmaktadır.
ABD; hem kendi ulusal savunma ve strateji belgelerinde hem de NATO belgelerinde, sonuç bildirilerinde vurgulandığı üzere, Çin ve Rusya’yı hasım güçler, rakip devletler, ABD hegemonyasına karşı çıkan, meydan okuyan ülkeler olarak tanımlamaktadır. Çünkü hem Çin hem Rusya, ABD’nin öncülük ettiği, örgütlerini kurduğu, kurallarını koyduğu sisteme karşı çıkmakta, ABD’nin liderliğini, öncülüğünü, kendi önceliklerini dünyaya dayatmasını kabul etmemektedir. Çin ve Rusya’nın kendi aralarında yakınlaşmaları, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde, BRICS beşlisindeki ittifakları, ABD’yi endişelendirmektedir. Rusya’yı Avrupa’ya coğrafi olarak yakın, açık askeri tehdit; Çin’i ise büyük ekonomik güç, asıl büyük tehdit olarak tanımlayan ABD; Çin’in öncülük ettiği Kuşak ve Yol projesinin gelişmesinden de kaygı duymakta, bunu engellemek için elinden geleni yapmaktadır. Çin ve Rusya’yı yakın çevrelerinden kuşatmaya çabalayan ABD’nin, Karadeniz’e çıkma çabasını, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Ukrayna’ya verdiği desteği, İsveç ve Finlandiya’yı NATO’ya alma çabasını, Doğu Avrupa’daki askeri yığınağını, Çin’e karşı Pasifik’te kurduğu ittifakları (QUAD ve AUKUS gibi) ve yaptığı askeri yığınağı bu kapsamda yorumlamak gerekir.
ABD Ekonomisi Geriliyor
Ekonomik açıdan bakıldığında, ABD’nin ekonomik büyüklüğü 24.8 trilyon dolar, borcu 31.1 trilyon dolardır (kaynak: www.usdebtclock.org, erişim tarihi 19.10.2022). Bu yüksek borç, sürdürülebilir değildir. ABD ekonomik olarak ayakta durmak için de savaşmak, savaş çıkarmak, silahlanmak, başka ülkeleri silahlanmaya zorlamak, ülkenin lokomotif sektörlerinden olan askeri endüstriyel yapının gelirini artırmak zorundadır. Dahası ABD; son yıllarda sanayi ve teknolojideki açık üstünlüğünü ve belli sektörlerdeki tekel konumunu kaybetmektedir.
Toplumsal açıdan bakıldığında, ABD’de derin çatlaklar, kültürel fay hatları söz konusudur. Sınıfsal uçurum çok derindir. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki gerilim artmaktadır.
ABD’nin, hasım – rakip güçler, ABD hegemonyasına meydan okuyan devletler olarak gördüğü ülkeleri caydırma, ürkütme, korkutma kabiliyetini yitirmesine, hegemonya kapasitesinin aşınmasına koşut olarak, küresel ölçekte liderliği de tartışılmaktadır. ABD’nin halen lider konumda olduğu NATO, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü gibi örgütlerin itibarı ve meşruiyeti sorgulanmaktadır.
Evet, ABD; halen dünyanın en büyük ekonomisidir. Fakat satın alma gücü paritesi üzerinden yapılan hesaplarda, birinciliği Çin’e kaptırmıştır. 2. Dünya Savaşı bittiğinde, dünya hasılasının yaklaşık yarıya yakınını yapan ABD’nin günümüzdeki payı, dörtte bire gerilemiştir. Sanayi ve teknolojideki açık ara, rakipsiz üstünlüğü, tekel konumu sona ermiştir. ABD’nin en büyük ekonomik rakibi olan Çin, ABD’nin en büyük 3 dış ticaret ortağından biridir Meksika ve Kanada’yla birlikte. ABD – Çin arasındaki ticarette denge, açık ara Çin lehinedir. Çin, AB’nin de en büyük dış ticaret ortağıdır ve ticaret, yatırım, dış yardım kapasitesinin büyüklüğü sayesinde Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Orta Asya’ya dek geniş bir alanda etkisini artırmaktadır. Çin bu bölgelerde pek çok ülkenin en büyük dış ticaret ortağı olarak dikkat çekmektedir.
Rusya; Çin gibi büyük bir ekonomik güç değildir. Dünyanın 5 büyük ekonomisi arasında bulunmamaktadır. Fakat enerji ihracatıyla, silah satışıyla, nükleer santral yapabilme kabiliyetiyle dikkat çekmektedir. 2000 yılından beri Putin liderliğiyle birlikte Rusya; ekonomik, endüstriyel ve teknolojik gücünün çok üzerinde bir etki alanına, diplomatik ve politik nüfuza ulaşmıştır.
ABD’nin günümüzde elinde tuttuğu en büyük 3 kozu şunlardır: Birincisi, ABD dolarının halen, küresel ölçekte rezerv para birimi olarak egemenliği. İkincisi, 800 milyar doları geçen savunma bütçesi ve dünyada 150 kadar ülkede, sayıları 800’ü bulan askeri üsleri. Üçüncüsü, İngilizcenin yaygın kullanımından film endüstrisine, müzikten eğlenceye, yaşam tarzından tüketim alışkanlıklarına, basketboldan üniversiteye dek ABD’nin yumuşak gücü, kamu diplomasisi araçları.
Sonuç olarak ABD; stratejik düzlemde gerileyişini önleyemediği gibi, rakiplerinin güçlenmesini ve kendi aralarında ittifak yapmasını da engelleyememektedir. Hatta ABD’nin müttefiki olan bazı ülkeler bile ABD nüfuzunu sorgulamakta, ABD’nin hasımlarıyla işbirliğini artırmaktadır. ABD’nin durumu, tarihin şu tunç yasasını hatırlatmaktadır: Büyük güçler sahneden centilmence çekilmezler. Bazen yakıp yıkarak çekilirler, bazen sonradan tekrar gelmelerine sebep oluşturacak, zemin yaratacak sorunlar ekerek çekilirler, bazen de yeni ittifaklar kurarak çekilirler. Fakat şunu da unutmamak gerekir, ihtiyaçlar değişince ittifaklar da değişir ve her ittifak karşısında bir başka ittifak kurulur.