Cagliari’den Nebida’ya
Sabah aracımızla, adanın güneybatısında Sulcis-İglesiente bölgesini dolaşmak üzere yola koyuluyoruz, ilk durağımız Nora antik kenti olacak.
Sulcis iglesiente bölgesi, güneyden kuzeye yüksek kayalıklar resifler, berrak denizli küçük plajlar barındıran 200 kilometrelik sahili kapsar. Porto Pino’nun kum tepeleri ve uzun beyaz plajlarından başlayarak Sant’ Antioco ve Saint Peter adaları, sahil boyu yüksek kayalıklar, 500 civarında mağara, vadilerle bezeli zengin manzaralar sunar. Gonnesa Körfezinden kuzeye ilerleyince Sa Punt’e, S’Arena, Mesu ve Fontanamare plajları sıralanır. Kuzeyde, milli anıt Pan di Zucchero’nun önünde Masua ve Cala fiyordunun arkasına saklanmış plajıyla Cala Domestica yer alır. Sonunda, üç kilometreden uzun altın kum plajı bulunan Portixeddu’ya ulaşılır. Sulcis iglesiente’deki madenler, İtalya’da son yüzyılın en önemli ve yoğun madenleridir; Unesco tarafından dünyada ilk tanınan Sardunya geomineral parkının kalbinde yatar. Sahilde 8-16. yüzyıllar arasına tarihlenen gözetleme kuleleri ve deniz fenerleri sıralanır. Sulcis carignano şarap yolu, Carbonia İglesias eyaletinde 16 belediyenin üzüm bağları boyunca 180 kilometreden uzun bir mesafeye yayılır.
Campidano adlı geniş bir ovanın başlangıcından geçerken, yol boyu zeytinlikler, meyve ağaçları görüyoruz, karşımızda adanın en yüksek dağları olan Sulcis sıradağları uzanıyor. Çevredeki ormanlık alanda, 1800’lerde başlayan ağaçlandırmanın devamı olarak evcil çam veya Halep çamı denen çamlar, ökaliptus, zakkum, begonvil gibi çeşitli bitkiler bulunuyor.
Cagliari’den çıktıktan 45 dakika sonra, anayoldan sahile inen 3 kilometrelik yolu izleyerek Nora’ya geliyoruz. Pula kentiyle bağlantılı olan Nora antik kenti, Cagliari Körfezinin güneybatı ucunda, deniz kıyısında yer alıyor. Aracımızdan iniyor ve deniz kıyısında yürümeye başlıyoruz. 1089 tarihli olup 18-19. yüzyıllarda yenilenen, Romanesk tarzdaki St Efisio Kilisesi sol tarafımızda kalıyor. St Efisio bu bölgede şehit edildiği için, her yıl 1-4 Mayıs tarihleri arasında Cagliari’den Pula’ya kadar fener alayı yapılır, yürüyüş esnasında gül yaprakları atarlarmış.
Kumsalda Posidonia oceanica adlı, görünümü kiviye benzeyen deniz bitkisiyle tanışıyoruz. Bu bitkinin, denizlerin temizliğini sağlayan önemli bir unsur olduğu anlatılıyor. Gerçekten de deniz pırıl pırıl, berrak. St Efisio Kilisesi arkamızda kalacak şekilde, antik Nora kalıntılarının yer aldığı Capo di Pula Yarımadasına doğu yürüyoruz. Burnun uç kısmında bir deniz feneri (Cortellazzo kulesi) yükseliyor. Roma dönemindeki en önemli kasaba ve Fenikelilerin uğrak limanı olan Nora kalıntılarını dolaşmaya başlıyoruz.
Kazılara 19. yüzyılın ilk yarısında başlanmış olup, şu anda üç üniversitenin kazı çalışmalarını sürdürdüğü Nora şehri, M.Ö. 8. yüzyılda Fenikeliler tarafından Capo di Pula burnunda kurulmuş. Daha sonra Kartaca ve Roma yapılarıyla örtüldüğü için günümüzde Fenike şehrinden pek bir şey görünmüyor. Fenike şehri, şimdiki Roma forum kalıntılarının bulunduğu yerde kurulmuş ve aynı dönemde güneydoğu tarafında önemli bir tapınak yer alıyormuş. İlk kalıcı yapılar M.Ö. 6. yüzyıla Kartaca dönemine tarihleniyor, o dönemde önemli ve varlıklı bir kent olduğu düşünülüyor. 19. yüzyılda yapılan kazılarda nekropol keşfedildiğinde, hem yerel işçilik hem de Yunanistan’dan ithal edilen birçok seramik eser ve kişisel altın süsler içeren 40 mezar odası gün ışığına çıkarılmış. Ancak günümüzde deniz erozyonu nedeniyle bunlar görülemiyor. Romalılar bölgeye şehir kurduğu zaman meskenleri yıkıldığı için, Kartaca şehrinin kalıntılarının tam yeri belli değil. Kartaca izleri, Roma forumunun altında güneydoğu sahili boyunca ve Tanit boynunun özellikle batı yamaçlarında bulunmuş.
Roma döneminde şehir birkaç gelişim döneminden geçmiş. M.Ö. 1. ve 2.yüzyıllarda büyük evler görülmeye başlamış ve burnun en kuzey noktasında bir tapınak alanı yapılmış. Yılanın ucu olarak tanımlanan bu yer, muhtemelen önceki Kartaca tapınak alanıymış. M.Ö. 50’den sonra şehrin ilk dönüşümü gerçekleşmiş, binalar yıkılmış, forum ve tapınağın yapımı için taşlar döşenmiş. Kısa süre sonra tiyatro yapılmış. İkinci yüzyılda yoğun şehir gelişimi gerçekleşmiş; birkaç büyük ev, günümüzde hala görülebilen yolların yapımı için yıkılmış. Üçüncü yüzyıl boyunca Nora ihtişamının zirvesindeymiş. Şehrin tüm batı bölgesi yoğun gelişim göstermiş. Deniz hamamları yapılmış ve geniş bir alanda alt katında dükkanlar üzerinde yaşam alanı bulunan iki katlı binalar çoğalmış. Burnun güneyindeki harika mozaikleriyle anıtsal merkez hamamı ve dört sütunlu ev de bu döneme tarihlenir. Beşinci yüzyılın yarısında Vandalların gelişiyle Nora bir kez daha kapsamlı rekonstrüksüyonlar geçirmiş, fakat bu kez yıkılan binalardan kurtarılan materyaller kullanılmış. Bizans döneminde, 6. yüzyıl ortalarından itibaren 8.yüzyılda tamamen yıkılana dek şehir gerilemiş. Gün ışığına çıkarılan değirmen taşları, fırınlar ve tiyatronun altında bulunan, buğdayın depolanması için kullanılan büyük testilerden anlaşılacağı gibi, üretim faaliyetlerinin de yapıldığı dağınık yaşam noktalarına indirgeninceye dek, şehrin dokusu parça parça kaybolmuş. Bu dönemde bile halkın yaşam standardı oldukça yüksek devam etmiş. Bizans şehrinin kalıntıları içinde birçok Akdeniz bölgesinden gelen seramikler, şarap gibi mallar bulunmuş. Roma’nın en önemli buğday ambarlarından biri Sardunya’dır, koyun sütünden Pecorino Romano peyniri burada üretilir. Nora’daki son yaşam izleri, Arap korsanların saldırıları yüzünden kalan son nüfusun daha güvenli iç bölgelere göçtüğü 8. yüzyıl başlarına tarihleniyor.
Cortellazzo kulesi, tepede akropol kalıntılarının üzerinde, savunma ve balıkçılık amacıyla yapılmış, 11m yüksekliğinde, 12m çapında, kesik koni şeklinde bir kule. 19. yüzyıldan itibaren sayısız değişimden geçmiş ve üzerine fener eklenmiş. Terme di Levante, 4. yüzyıla tarihlenen, Nora’daki dört hamamdan biri. Mozaikle süslenmiş dikdörtgen zemin kalıntıları boyunca kare planlı odalar yer alıyor. Nora’nın kuzey kısmına bakan tepenin üzerinde M.Ö. 5. yüzyıl-M.S.1.yüzyıl arasına tarihlenen büyük granit bloklardan yapılmış dikdörtgen şeklinde, Tanrıça Tanit’e adanan Tanit Tapınağı kalıntıları görülüyor. Birinci yüzyıla tarihlenen, Tiberius dönemine ait 1200 kişilik Roma Tiyatro’sunun tadilatı devam ediyor. Günümüze kadar tiyatronun yedi sırası yok olmuş. Forum, tiyatronun ön tarafında yer alıyor. Kalıntılar arasında yürümeye devam ediyoruz, Roma ve Pön döneminden kalan ana yolları ve limandan buraya gelen malların stoklandığı 2. yüzyıla tarihlenen depo alanı Macellum bölümünü görüyoruz. Üçüncü yüzyıla tarihlenen hamam Terme a mare, Nora’daki en büyük ve görkemli bina. Odaları tipik Roma banyolarındaki gibi; mozaik döşeli oda apodyterium, mermer zeminli frigidarium, iki calidaria ve güneş banyosu için açık hava odasının kalıntıları görülüyor. Yapılan değişikliklerle termal banyo, 8. yüzyılda bir yangınla yıkılıncaya dek şehrin ve limanın savunması için küçük bir askeri kale haline gelmiş.
İkinci yüzyılın sonu-üçüncü yüzyılın başında, eski binaların kalıntıların üzerine yapılmış dörtlü avlusu bulunan, Nora’nın en ünlü evini (Domus) görüyoruz. Bu şık, Roma imparatorluğu konutu, yarımadanın güney bölgesinde yer alıyor. Sahibinin zengin olduğunu gösteren, dört sütunu ve mozaik döşemeleri bulunuyor. Şehrin en parlak döneminde yapılmış olan, 230 yılı civarına tarihlenen Roma Tapınağı, Nora’daki en iyi korunmuş kutsal binalardan biridir. Forum, M.Ö. 1. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Deniz tarafı erozyona uğramış, doğu ve batı kenarları onursal heykeller boyunca kemerlerle sınırlanmış. Ancak, bunlardan tek kalan unsur, şanlı şehir Favonia’ya adanmış heykelin kaidesidir.
Nora antik kentini dolaştıktan sonra, Teulada yönünde yolumuza devam ediyoruz. Bu bölgede agroturizmo adı verilen, kendi meyvesini, sebzesini, hayvanlarını yetiştiren ve sunan aile restoranları ve bazen birkaç odası olan işletmeler bulunuyor. Yarım saat sonra Teulada komününe geliyoruz. Teulada, Cagliari’ye 62 km mesafede yer alıyor. Ana yol üzerinde Perda Longa yakınında, adanın güney sahillerindeki en iyi plajlardan Tuerreda plajını, İsola de Tuarredda’yı, uzaktan Capo Malfatano burnunu ve üzerindeki 16. yüzyıl tarihli gözetleme kulesi Torre di Capo Maltafano’yu aynı karede görüntüleyebileceğimiz manzara noktasında kısa bir fotoğraf molası veriyoruz. Mavinin en güzel tonlarıyla deniz, ortasında yeşil ada, ileride uzanan kumsal plaj, uzaktaki burnun üzerinde silindirik gözetleme kulesiyle, sahil bölgesinin bu şahane manzarasını fotoğraflıyoruz.
Malfatano bölgesinden geçiyoruz. Solumuzda kalan deniz tarafında sakin doğal plajlar uzanıyor, kayalıklar, gözetleme kuleleri sıralanıyor. Gözetleme kulelerinin bir kısmı 7. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanmış, Ortaçağda yapılmaya devam edilmiş. Sağ tarafımızda hem granit hem kuvars içeren parlak kayalar görüyoruz. NewYork’daki Özgürlük Anıtının zeminindeki granitin de Sardunya’dan sağlandığı anlatılıyor. Bu bölgede, yabani çileğe benzeyen meyveleri olan Arbutus unedo (Çilek ağacı) bitkisi boldur, ayrıca arıcılık yaparlar. Bu özlerle arıların yaptıkları bala Corbezzolo balı denir. Hafif acımsı olan bu balın, Cicero tarafından “Kendileri gibi kara renkli bal “ olarak tanımlandığı anlatılıyor.
Nora’dan yola çıktıktan yaklaşık 1.5 saat sonra Sant Anna Arresi’den geçiyoruz. Buralarda şarapçılık yapılır, Nurajik dönemden silindirik Nuraghe kalıntıları görülür. Sol tarafımızda, kum tepecikleriyle meşhur Porto Pino uzanıyor. Upuzun sahil, 60 metreye ulaşabilen beyaz kum tepeciklerinden meydana geliyor. Biz iç kısma doğru sapıyoruz, önceden linyit-kömür madenlerinin bol olduğu yerlerden biri olan Carbonia bölgesinden geçiyoruz. Çevrede bağlar uzanıyor. Denize doğru San Giovanni Suergiu yönüne dönüyoruz. Sol taraftaki yol Sant’Antioco Adası yönüne gidiyor.
Küçük adaların içinde en büyüğü, 3-4. yüzyılda gelen keşişlerden adını alan Sant’Antioco ve Saint Peter (Pietro) Adaları. Sant’Antioco kasabası Fenikeliler zamanında kurulmuş ve adı Sulky imiş. Kartaca döneminden kalıntılar bulunan adada Pinna nobilis adı verilen dev midyelerin iplik iplik pamukçuk gibi salgılarından geleneksel el işi yapan Chiara Vigo adlı kadından söz ediliyor. Senede 3-4 defa dalıp, bu deniz canlılarının salgısından ürettiği pamukçukları toplayıp keserek su yüzüne çıkarır, limon suyuyla rengini ağartır, 1000 civarında bitkiden elde ettiği kök boyalarla yumuşatıp boyar ve el tezgahında örermiş. Bisso adı verilen bu dokuma, dünyada başka yerde yoktur. Bu tekniği öğretsin diye Japonlar kendisine çok para önermiş, ama kabul etmemiş. Bu sanatı annesinden öğrenmiş, kızı Magdalena’ya öğretmiş. Bütün dileği bu yaptıklarını kuşaktan kuşağa aktarmak ve müze oluşturmakmış. Bu gezimizde programımızda olmadığı için, Chiara Vigo’nun Bisso Müzesini göremiyoruz maalesef.
Yol kenarında çekmeceler veya odacık şeklindeki aile mezarları dikkati çekiyor. Masua sahili açığındaki Pan di Zucchero adlı adacığın bulunduğu burun gözükmeye başlıyor ve sahil boyu kayalıklar, adacıklar nefis bir manzara oluşturuyor. Nora’dan yola çıktıktan iki saat sonra Nebida’ya geliyoruz. Güçlü rüzgarların şekillendirdiği Nebida ve Masua sahili, sarp kayalıklar ve Pan di Zucchero gibi etkileyici kireçtaşı yığınları ile karakterizedir.
Bir ucunda İglesias sahilinin simgesi olan Pan di Zucchero ile nefis bir deniz manzarasına hakim olan yürüme yolunda (Belvedere Nebida) yürüyerek ve oradaki kafede mola vererek manzaranın tadını çıkarıyorum. Nebida’dan 72 km mesafedeki Cagliari’ye dönüşümüz yaklaşık 1.5 saat sürüyor.