Küskün Kahvenin Türküsü

Edebi bir eserde, varlık ve varoluş biçimleriyle değişimlerin gerekçelendirilmesinin olabileceği belirgin biçimler olabilir mi? Eğer olabilirse bunların mantıksal bir yapısı var mıdır? Ya da bunlar okuru ikna etmek için yeterli midir? İkna süreçleri yazar tarafından nasıl kurulur?

Doğaldır bu yazarların bir cevap kaygıları olacaktır ancak şimdi asıl konumuz olan Carson McCullers’ın Küskün Kahvenin Türküsü adlı hikayesinin anlatım süreci, anlatı ve anlatılan arasında kurduğu ilişki aracılığı ile ortaya çıkardığı edebi ürüne yaklaşmayı deneyelim.

Anlatıcı-yazar hikâyeye mekânın belirgin özelliğinin “iç sıkıcılık” olduğu bilgisini vererek başlayınca, okur olarak bizlere düşen olacaklara hazır olmaktır. Bu da hikâyenin kabullere dayanan yapısını ifşa eder: Durumlarla karşı karşıyasınız, süreçler sonra geliyor. Karikatürleştirmekten kaçınmazsak diyebiliriz ki ana eksen “kamburun birinin” bir gün kasabaya gelerek her şeyin değişmesidir. Kamburun varlığının bir topluluğu temelden sarsarak değiştireceği varsayımının, hem de sevgi aracılığıyla, imkanlılığı sorusunu sorduğumuzda, Amerikan kurmacasının temel zayıflıklarından birisiyle yüzleşiyoruz demektir. Mekân Amerika’dır ve her şey mümkündür. Sevgi aracılığıyla mı? Evet. Yetkenin keyfi ve yok edici gücünün sahnelenmesiyle mi? Ona da evet.

Burada McCullers’ın temel kabulüyle karşılaşıyoruz. Sevgi her şeye kadirdir. İnsanlar arasındaki insani ilişkinin dönüşebileceği güç çatışmasında nihai sonuçların alınmasına yol açar. Gerçekte bu sevgi fetişleştirmesi McCullers’ın değil, neredeyse bütün edebiyatın sorunudur. Hem gündelik hayatın akışıyla hem de tarihsel gerçeklikle çelişen bu varsayımın aşık olma biçiminde de görülen saçmalığını ele almak başlı başına bir incelemenin konusu olabilir ve olmalıdır da.

Hikâyeye bu açıdan bakıldığında karikatürleştirme haklı çıkabilir ama gerçekleşen bu değildir. Yazarın esas sorunu, hikâye ilerledikçe güçlerin çatışmasında dönen rekabetin yıkıcılığı sorununa dönmektir.

Tek özelliği alçaklığı ve iğrençliği olan Lymon Willis (kambur) kendine sağlam prensipleri olan kadın kahramanımızı kendine sonunda bağlar. Daha sonra kendisiyle ölümüne bir kavgaya tutuşacağı yakışıklı kocasına ancak on gün tahammül edebilen bu dev kadın ancak beline gelebilen kambur karşısında feleğini şaşırır. Kasabadaki hiç kimseye zerre kadar değer vermeyen Miss Amelia (kahramanın adı bu) Kambur’un kölesi olur. Üstelik Miss Amelia kol pazusunu bilinçsizce her yemekten sonra yoklayacak kadar da güç için yaratılmış olduğu halde. Kuzen olduğu iddiasıyla ortaya çıkan kamburla karşılaşma yaşının otuz olduğunu da belirtelim. Kendine hâkim olma özelliklerine Miss Amelia’nın başarılı doktorluğunu da ekleyelim.

Kamburun ucubeliği dışındaki özelliğini “kendilerini başkalarından, daha sıradan kişilerden ayrı kılan bir niteliği sahip kimseler vardır. Böyleleri çoğu zaman yalnızca küçük çocuklara özgü bir içgüdüye, kendileriyle dünyadaki her şey arasında yakın ve yaşamsal bir ilişki kurma içgüdüsüne sahiptir” diye tanıtmaktadır yazar. Miss Amelia’nın varlığı, Kambur’un yeniliği, “içlerinden gelen eylem dürtüsüne kapılmış” kalabalık sayesinde de dükkân ev bir anda kahveye dönüşür. Bu dönüşümde Miss Amelia’nın yörenin en iyi içki imalatçısı olduğunun payını da eklemek gerekir.

Kamburun yarattığı değişikliğin Miss Amelia üzerindeki etkisini şöyle tasvir eder “Kendi ruhuna bakıyordu sanki. Yüzündeki ifadede acı, şaşkınlık, karasız bir sevinç vardı. Dudakları her zamanki gibi birleşmemişti, sık sık da yutkunuyordu. Derisi solgundu, iri, boş elleri terliyordu. Demek ki, o geceki görünüşü seven birisinin yapayalnız görünüşüydü.” Bu tanımlamada seven birisinin yalnızlaşma nitelemesine yapılacak gönderme dikkate değerdir. Buradaki yoğun psikolojizmi ve iddiaların doğruluğunu bir tarafa koyarsak, geriye McCullers’ın hikayesine nasıl temellendirdiği gerçeğine ulaşırız. Tezli bir hikayeyle karşı karşıya olduğumuz gerçeği bize ayrıca anlatıcı yazar tarafından da hatırlatılır.

Hikâyenin zayıflıklarından birini oluşturan bu teleolojik yapı aynı zamanda hikâyeyi gererek kurtaran özelliğe dönüşmektedir. Okur kesin bir hesaplaşmanın kaçınılmazlığına hazırlanarak sayfalara tutunur. Yazarın bu tavrı aynı zamanda hikâyeyi sevgi ve acayiplik üzerine sıradan bir denence olmaktan çıkarıp edebiyatın alemine sokmayı başarır. Sorun artık sevginin değiştirdiği insanlar alanından şiddetin belirlediği kişiliklere dönüşmektedir. Zaman şiddetin hükmü altında mekânın bir yıkımıdır: Kahve etrafında örgütlenen toplumsal ilişkiler darmadağın olmuştur.

Carson McCullers, Küskün Kahvenin Türküsü, çev. İpek Babacan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul.

 

Bunları da sevebilirsiniz