Geçen ayki yazımda zihin hakkındaki düşüncemizin zaman içerisinde nasıl değiştiğini incelemiştik. Çağdaş felsefeciler tarafından kabul edilen zihin anlayışlarından birinden, işlevselcilikten bahsederek yazıyı noktalamıştık. Bu düşünceye göre zihinsel durumları zihinsel yapan onların bilişsel bir işlev yerine getirmesi, bir girdiye uygun bir çıktı üretmeleriydi. Hangi fiziksel sistemde gerçekleştirildikleri, yerine getirdikleri işlev yanında önemli değildi. Bu noktada, işlevselci zihin anlayışını benimsersek makinelerin de zihinsel durumlara sahip olabileceğini kabul etmemiz gerektiği gözlemini yapmıştık. Ne de olsa bilgisayarlar tam da bu girdi-çıktı sistemine göre çalışıyordu; insanların bilişsel işlevlerini yapmaya programlı bir bilgisayar gerçekten de insanların zihinsel durumlarıyla aynı zihinsel durumlara sahip olabilirdi.
1932 doğumlu Amerikalı felsefeci John Searle’ün Çince Odası Argümanı tam da bu zihin anlayışına ve bilgisayarların zihinsel durumlara sahip olabileceği fikrine karşı geliştirilmiştir. Bu argüman çağdaş felsefede son derece ünlü olmuş bir düşünce deneyi içerir. Argümana geçmeden önce Searle’ün karşı çıktığı tezi daha belirli bir şekilde ifade etmek faydalı olacaktır. Searle kendi terimiyle Güçlü Yapay Zeka (ing. Strong Artificial Intelligence) tezine karşı çıkar. Bu tez, bilgisayarlar gerçek anlamda zihinsel durumlara sahip olacağından onları incelemenin insan zihnini incelemeye eş olduğu ileri sürer. Beyin donanım, zihin de onda gerçekleştirilen yazılımdır. Searle bu tezi Zayıf Yapay Zeka (ing. Weak Artificial Intelligence) teziyle karşılaştırır. Bu teze göre bilgisayarlar insan zihnini anlamada kullanılabilir ancak bu insan zihnini yalnızca simüle etmeleri sayesinde olur. Zayıf Yapay Zeka tezi bilgisayarların “hakiki” zihinsel durumlara sahip olduğunu öne sürmez. Çince Odası Argümanı yalnızca Güçlü Yapay Zeka tezine karşı çıkar.
Argüman bir düşünce deneyi içerir. Searle kendini bir odada hayal eder. Odanın içinde yalnızca kocaman bir kural kitabı ve Searle’ün yazması için kalem kağıt vardır. Searle’e odanın kapısının altından onun bilmediği bir dil olan Çince dilinde yazılmış çeşitli semboller verilir. Searle de kural kitabını inceleyerek hangi sembolü aldığında buna karşılık hangi sembolü kapının altından vermesi gerektiğini öğrenir ve kitapta yazılan kurallara göre hareket ederek doğru sembolü kağıtlara çizer ve kapının altından iter. Searle’ün bilgisinin dışında, aslında kapının altından ona sorular iletiliyor ve o da Çince biliyormuşçasına bunları yanıtlıyordur. Kural kitabını yeterince iyi yazarsak dışarıdaki birisi gerçekten Çince bilen biriyle konuştuğunu zannedebilir. Halbuki içerideki Searle’ün sorulara yanıt verdiğinden bile haberi yoktur.
Searle’e göre bilgisayarlar tam olarak bu prensiple çalışır. Bilgisayar temelde bir sembol manipülasyon makinesidir. Belli girdi sembollerine doğru çıktı sembolleri üretir, o kadar. Ancak nasıl hemen yukarıda bahsettiğimiz durumda Searle’ün gerçekten Çince anladığını iddia etmek saçma olacaksa, aynı prensipte çalışan bilgisayarların da anlayışa sahip olduğunu reddetmek durumundayız. Bilgisayarlar sentaksa sahiptir, yani sembollerin yapısını, sıralanışı inceleyebilirler. Ancak semantikten yoksundurlar: anlam kavramına sahip değildirler, dolayısıyla kelimeleri bizim gibi anlayamazlar. Bu durumda bilgisayarların yerine getirdiği girdi-çıktı işlevleri bizim sahip olduğumuz gerçek zihinsel durumlardan radikal bir biçimde farklıdır. İşte Çince Odası Argümanı budur.
Searle argümana gelebilecek bazı karşı çıkışlardan bahseder ve bunları değerlendirir. Bunların ilki Sistemler Yanıtı’dır. Bu yanıta göre, bahsedilen durumda Searle’ün Çince anlamadığı doğrudur, ancak odanın bütün olarak değerlendirildiğinde Çince’yi anladığını kabul edebiliriz. Belki de analoji yanlış kurulmuştur, Searle bilgisayarı değil de yalnızca bilgisayarın merkezi işlem birimini (ing. central processing unit veya CPU) temsil etmektedir. Bilgisayarsa odanın tamamına denk gelmektedir. Ancak Searle bu yanıtı kabul etmeyecektir. Ona göre argümanı bu yeni analojiye uygun olacak biçimde değiştirebiliriz. Searle’ün bütün kural kitabını ezberlediğini farz edelim. Yine anlamlardan haberi olmayacaktır ama ona verilen sembollere uygun yanıtları üretmek için bir kitaba veya odaya ihtiyaç duymayacaktır. Ancak Searle’e göre kendisinin bu durumda da Çince bilmediği açıktır. Sistemler yanıtının bahsettiği sistemi tamamen kendi kafasının içinde olacak şekilde yeniden kurarak, doğru analojiyi kurduğumuzda bile sembol manipülasyonundan anlam bilgisi ve anlayış elde edemediğimizi göstermiştir.
Searle’e yöneltilebilecek başka bir karşı çıkış da Robot Yanıtı’dır. Bu yanıt, bizim bilgi ve anlama becerisi edinmek için dünyayla nedensel bağlantılar kurduğumuz gözleminden hareket eder. “Hamburger” kelimesinin ne anlama geldiğini anlarız çünkü daha önce bir hamburger görmüş, ona dokunmuş ve onu tatmışızdır. Öyleyse, Searle’ün tarif ettiği sistemi dünyayla bu şekilde nedensel bağlantılar kuran bir robotun içinde kurarsak Çince anlayan bir sistem yaratabiliriz. Örneğin bu robota görüntü ve ses sensörleri takabiliriz, böylece bizim gibi dünyayla bir iletişim halinde olur. Searle bu yanıtı da tatmin edici bulmaz. Ona göre görüntü ve ses sensörlerinden sisteme iletilecek bilgi hala yalnızca sentaktik olacaktır çünkü bilgisayarlar için görüntü ve ses yalnızca 1’ler ve 0’lardan oluşan uzun dizilerdir. Çince Odası’nın kapısının altından istediğiniz kadar 1 ve 0 verebilirsiniz, içerideki kimse bizim bir şey gördüğümüzde anladıklarımızı anlayamayacaktır.
Son olarak, dikkat çekmek istediğim bir nokta argümanın “anlama” hakkında sezgisel olarak kabul ettiğimiz inançlara dayanıyor oluşu. Kendimize “Bu durumda Searle’ün yerinde ben olsam Çince anlar mıydım?” diye sorduğumuzda aldığımız cevabın negatif olması, gerçekten de bu durumda bulunsak anlayışa sahip olmayacağımızı göstermeyebilir. Örneğin, bilinçdışı bir şekilde anladığımız söylenebilir. Anlamanın yalnızca bizim alışık olduğumuz şekilde gerçekleştiğini iddia etmeye ne kadar hakkımız var?
Searle’ün Çince Odası argümanı hâlen en sık tartışılan argümanlardan biri. Zihin felsefesinin köşe taşlarından biri haline gelmiş bu argümana karşı çıkan sayısız felsefeci var. Searle ise bu konudaki fikrini değiştirecekmiş gibi görünmüyor. Bu noktada soruyu hepimiz kendimiz adına yanıtlamak durumunda kalıyoruz. Sizce bilgisayarlar zihne sahip olabilir mi?