“Yurtta sulh, cihanda sulh!”
„Öldüreceğiz diyenlere karşı
‘ölmeyeceğiz‘ diye harbe girebiliriz.
Ama millet hayatı tehlikeye maruz
kalmayınca, harp bir cinayettir.“
GAZİ MUSTAFA KEMAL1
İlk Çağdan bugünlere kadarki yüzyıllar içinde dünyada savaşsız geçen bir yüzyıl herhalde yok. Buna bakarak insanlık tarihinin savaşların tarihi olduğu düşünülebilir. Oysa barış, gereklidir, yararlıdır, dahası, insanlık barışa muhtaçtır, hatta mecburdur.
Savaş her zaman var, barış da savaş olmadığı zaman, savaşlar arasındaki dönemlerde var. Barışlar arasındaki dönemlere savaş dendiği hiç duyulmamıştır. Çünkü esas olan ve belirleyen savaştır.
“İnsanlık tarihi”nde savaş hiç eksik olmadığı için “barış” hayatın gerçeğine de uymamaktadır. Oysa hayatın gerçeği barış olmalıdır.
Savaşın, savaşların tarihi oluyor da barışın tarihi olmuyor, sanki hiç olmamış ve olmuyormuş gibi.
“Tarih” olan (daha doğrusu “tarih” sayılan ve yazılmış olan) geçmişte barış var mıydı? Vardı tabii, ama öğrenimdeki tarih kitaplarının savaşlar derlemesi gibi olduğunu düşünürsek, tarih kitaplarında barışların derlenmesi yoktur. Savaşların kitaplarda zamandizinine rastlarız, barışlarınkine rastlayamayız.
Savaş varsa barış gerekli olur ve istenir. Ama barış var diye savaş çıkmaz, savaş barışın nedenidir, dolayısıyla savaş “barışın anasıdır”, çünkü her savaş biter, bitmek zorundadır. Bitmeyi ara vermek olarak da düşünebiliriz, ama gene de “biter”, bittiği düşünülür. Bu yüzden her savaş bir “barış”la sonuçlanır, ama bu, savaşın bittiği anlamına gelmemektedir.
Savaşın bilimi, sanatı, estetiği, teorisi, stratejisi, taktiği, teknolojisi, üretimi, eğitimi, okulu, öğretmeni, eğitmeni, akademisi, kurumları, hatta bakanlıkları2 ve bakanları var. Barışın ise hiç böyle şeyleri yok. Edebiyatı bile yok, “savaş edebiyatı” sözünü herkes duymuştur, buna karşılık “barış edebiyatı”ndan söz edilmiş mi, ediliyor mu? Çok zengin bir savaş edebiyatı var. Ancak savaşın sözünü etmeyen, savaşı konu edinmeyen edebiyata “barış edebiyatı” denmiyor. “Harp ve Sulh” adlandırmasında da savaş öndedir. Tersi olamazdı.
Savaş teorileri vardır dedik, barışın ise “teorisi” yoktur, bunun yerine “barış özlemi” vardır. “Barış teorisi” olmaz, çünkü uygulanabilir değildir, uygulanabilen yalnız ve yalnız savaş teorisidir. Teorik ve tasarımsal olarak “barış”, ancak savaş teorisi ve uygulamasının içinde yer alabilir. Ebedi barışa gelirsek, o tam bir ütopyadır, bu yüzden öteki dünyaya havale edilmiştir, ona “cennet” diyoruz.
Askerlik bilimi savaş bilimidir. Askerlik sanatı savaş sanatıdır. “Barış bilimi” var mı? “Barış sanatı” sözünü hiç duydunuz mu?
Strateji ve taktik kavramları, savaş pratiğinin nesnel bir şekilde, bilimsel yöntemlerle yürütüldüğünü göstermektedir. Bu kavramlar barış için kullanılmazlar. Çünkü barış, savaşın parçasıdır, savaşa bağlı olarak bir işe yarar ve savaş için anlamlıdır. Savaşların strateji ve taktikleri arasında çeşitli şekillerde “barış” da yer alır.
Savaşı sevenler vardır, yüceltenler vardır, savaşa muhtaç olanlar vardır, mecbur olanlar vardır. Şimdi hatırlamıyorum kim ama biri demiş ki, savaş hayattır, savaş yararlıdır, savaş iyidir, savaş gelişmenin önünü açar, bu mealde. Belki bir başkası da, ben duymadım ama, “hayatta en hakiki mürşit savaştır” demiş bile olabilir.
Savaş üzerine yazılmış kitaplar, eğer bir anlam ve derinlik taşıyorlarsa mutlaka savaşın siyasetle ilişkisi üzerinde durmuşlardır. Tanımından türlerine kadar savaşla ilgili her şey siyaset temelinde açıklanmıştır, bir zorunluluktur. Savaşın haklı ve haksız olmasının ölçütü de yalnızca siyasal kavramlarda aranır. Siyasal kavramlar olarak saldırı ve savunma, savaş hukukunun temeli olmak yanı sıra savaşların niteliğini de belirler.
Emperyalizm döneminden önce de savaşın siyasetle bağı biliniyordu, üstelik bin yıllardır. Emperyalizm döneminde ise bunun ileri sürülmesi bile gereksizleşmiştir. Çünkü, ekonomik bir sistem olarak emperyalizm, siyasal yönüyle savaş demektir. Emperyalizm ilhak eğilimidir, ilhaklar ise savaşsız olmaz.
BARIŞ VE ATATÜRK
Örneğin, ekonomik ve siyasal temelleri olan bir savaş olarak Haçlı Seferleri, bir açıdan uygarlıklar savaşı olduğu gibi, kıtalar (ya da bölgeler) savaşıdır da. Genellikle öyle tanımlanır ve öyle bilinir. Bu da göstermektedir ki, böyle olmadığı yolunda düşünceler varsa da, savaş, siyasettir. Fakat barış da siyasettir. Bunu dünyaya gösteren, savunarak ve sloganlaştırarak barışı siyaset yapan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ünlü sözü “Yurtta sulh, cihanda sulh”ü 1931 yılı 20 Nisanında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın bir toplantısında söylemiştir.3 Üstelik Avrupa’nın, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük savaşının hazırlığını yaparak harıl harıl silah üretimi yaptığı günlerde. Bu sözü, sonra Cumhuriyet Halk Partisi programlarına geçirecektir.4
Atatürk’ü ve Cumhuriyet Türkiye’sini simge haline getiren bu söz „barış“ zamanında söylenmiştir. Yalnız milli, yerel ve bölgesel anlamda değil, evrensel anlamda bir barış siyasetidir. Atatürk, yurtta barışla dünyadaki barışı birleştirmekle kalmamış, bunların ayrılmazlığını da vurgulamıştır.
Barış, siyasetin silahsız yollarla yürütülmesidir, bu şekilde savaş, başvurulması gerekli ve seçeneksiz yol olmaktan çıkar. Bunu bilen Atatürk „Yurtta barış, dünyada barışı“ın aynı zamanda uygulamasını da yerine getirmiş, barışın uygulayıcısı olmuştur. Bu bağlamda yeni Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün sağlığında, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin bir gereği olarak 1923 ile 1937 arasında tam 26 dostluk antlaşması imzalamıştır.
“Sulhu korumak ve kurmak için de bizim gibi sulhu isteyenlerle, yani hürriyet ve istiklalleri esasında işbirliği taraflısı olanlarla gücümüzün yettiği kadar işbirliği yapmalıyız”5 diyen gene odur.
Türkiye Cumhuriyeti dış politikasının ulusal temellere dayanarak belirlediği günlerde Mustafa Kemal, “Yapacağımız çok şey var ve bütün bunlar ancak barış zamanında yapılabilir”6 diye düşündüğü için de barışın gerekli olduğunun bilincindeydi.
“’Yurtta sulh’, devlete, vatandaşını huzur ve güven içinde yaşatabilmeyi sağlayabilmesi için, yükümlülükler yükler. ‘Cihanda sulh’ ise, uluslararası ilişkilerde güce ve güç tehdidine başvurmamayı, uluslararası uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözülmesini öngörür.”7
“Yurtta sulh, cihanda sulh”un uygulanmasında dikkate alınan noktalar ve ilkeler şöyledir:
-
Bağımsızlık
-
Gerginlik yaratabilecek konulardan uzaklaşmak
-
Barış için laiklik; dinler ve inanışlar, toplumsal gruplar ve farkılıklar, kimlikler, kökenler
-
Anlaşmazlıktan kaçınmak
-
Tavizci olmamak, tavizden kaçınmak
-
Kendine güvenli davranmak
-
Uzun vadeli çıkarlar (geçmiş değil gelecek)
-
Saldırgan olmamak, saldırganlığa karşı çıkmak.
Mustafa Kemal’in barışçılığı daha savaşılan yıllarda kendini göstermişti. Kurtuluş Savaşı sırasında Sakarya zaferi ertesinde Yunan ordusunun dağılması sonucu insiyatif bize geçer (Mart 1922). İngilizler kendi aralarında bir ateşkes konuşur ve „Yunan ordusu bir soluk almalı“ diye düşünürken Mustafa Kemal’in girişimi üzerine Ankara hükümeti İngiltere’nin ateşkes önerisini ilke olarak kabul eder. Bu konudaki temaslar sonucunda her ne kadar ateşkesi Yunan tarafı kabul etmediğinden öneri gerçekleşmediyse de, „Kemalistlerin politikası bir artı puan daha sağlamayı başar“ır.8 Zafer kazananın ve üstün durumda olanın barış yapmak istemesi daha zordur ve az rastlanmıştır.
Üstün gelmek ve kazanılan bir zafer sonunda bunu kullanmamak barışçılık olmuştur.
Karşısında yenilen bulan onu ezmemeli, saygı göstermeli, hatta gönlünü almaya çalışmalıdır. Bunları her zaman yapan Mustafa Kemal’dir. Büyük Taarruz’dan sonra huzuruna getirilen General Trikupis’e dostça ve misafir gibi davranmıştır.
1930’da Yunanistan’la ilişkiler kuruldu, Başbakan Venizelos davet edildi, olumlu bir ziyaret yaptı. Ertesi yıl da Başbakan İnönü buna karşılık vererek dostluk dahada geliştirildi.
1932 yılında Amerikan Büyükelçisi Charles H. Sherrill, Anadolu’daki meydan savaşı bölgelerini kendisiyle birlikte gezmek istediğini açıklayınca, Kemal, ona, Türkiye’nin Yunanistan’la ilişkilerinin içtenlikli bir dostluk niteliği almasından sonra eski zaferlerini anımsamak istemediğini” söyleyecekti.9
Kendini bildi bileli asker olan Mustafa Kemal‘in, „savaşın bitiminden sonra bir daha üniforma giymemesi de“, barışın görüntüsüne bile ne kadar önem verdiğinin göstergesidir.
Barışı, karşıtı olan savaşla birlikte ele almak yararlıdır, ayrıca barışı istemek ve anlamak için bu şarttır.
EMPERYALİZMLE SAVAŞ VE ATATÜRK
Emperyalizm savaş demektir. Bu yüzden çağımızda barışı savunmak emperyalizme karşı çıkarak yapılır. Ayrıca barış için savaşı göze almak da gerekir. Hatta barış için savaşmak da gerekir. İşte büyük önder, hem emperyalizmle savaşmıştır, hem de barış için savaşmıştır. Bu savaşta, savaşı olduğu gibi, ölümü de göze almıştır.
Çağımızda barış, emperyalizme karşı bir slogandır, çünkü emperyalizm savaş demektir. Ama burada püf nokta, barışın emperyalizmin barışı olmamasıdır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” sloganı slogan olsun diye söylenmemiştir, bir özlemi dile getirmek için ileri sürülmemiştir; uygulanması içindir ve uygulanmıştır. Ve bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlık nedenlerinden biridir.
Büyük devlet adamının, barışçı bir devrimcinin barış siyaseti, ülke için bir ilkedir, bölge için bir vazgeçilmez bir yönelimdir, dünya için ise önemli bir mesajdır.
Savaşların kahramanları olur, barışların ise olmaz. Ama Atatürk, savaşlarının kahramanı olmakla birlikte, tarihte, aynı zamanda barışın da kahramanıdır. Bu bakımdan tarihte benzeri yoktur, barış politikacısı olarak tarihte tektir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, İstanbul 2003.
Edip Çelik, 100 Soruda / Türkiye’nin Dış Politika Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1968.
Johannes Glasneck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur Yayınları, Ankara 1976.
Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, İmge Yayınları, Ankara 2006.
Hüner Tuncer, Atatürkçü Dış Politika, Kaynak Yayınları, İstanbul 2008.
Hüner Tuncer, İsmet İnönü’nün Dış Politikası (1938-1950) / İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye, Kaynak Yayınları, İstanbul 2012.
NOTLAR
1“Adana Çiftçileriyle Söyleşi”, 16 Mart 1923, Atatürk’ün Bütün Eserleri (1923), Cilt: 15, Kaynak Yayınları, İstanbul 2005, s. 211.
2 Birinci Dünya Savaşından sonra “Savaş Bakanlığı” kullanımı (War Ministerium, Harbiye Nezareti vb.) değiştirildi ve herkes “Savunma Bakanlığı” tamlamasını kullanmaya başladı. 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar neredeyse bütün dünyada askerlikle ilgili bakanlıklar “savaş bakanlığı” şeklinde adlandırılmaktaydı. Dolayısıyla (asker olmasalar da) “savaş bakanları” vardı.
3 „Cumhuriyet Halk Fırkası’nın müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.“ Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, 1917-1938, cilt IV, s. 549-552. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İstanbul.
4 Cumhuriyet Halk Fırkası Programı (13-14 Mayıs 1931), Yedinci Kısım, „Madde 3. Yurtta ve dünyada barış, başlıca prensiplerimizdendir“ ve Cumhuriyet Halk Partisi Programı (4 Mayıs 1935), Yedinci Kısım, „Madde 64. „Yurtta barış ve dünya barış başlıca prensibimizdir“; bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim – 6 / Atatürk’ün CHP Program ve Tüzükleri, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014, s. 138 ve 181.
5 Akt. Özcan Buze, „Önsöz“, Aras, Atatürk‘ün Dış Politikası, s. 9.
6 Atatyurt, İzbrannye reçi, s. 283; akt. Glasneck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, s. 281.
7 Tuncer, Atatürkçü Dış Politika, s. 26.
8 Glasneck, s. 191-92.
9 H. Melzig, Kamal Atatürk, Frankfurt am Main 1937, s. 290; akt. Glasneck, s. 290.