Çatışmanın ve karmaşanın eksik olmadığı bölgemiz Ekim ayından beri yine sıcak günler geçiriyor. Ortadoğu’daki ve Doğu Akdeniz’deki gerilimlere ek olarak bu sefer de Kafkaslar’daki savaş hem dünya hem de Türkiye gündemini hayli meşgul etti. İran’ın çatışmaya yaklaşımı ve gerilimdeki rolü hayli önemli olduğu halde Türkiye’de yeterince detaylı incelenmiyor. Ben de bu ayki yazımda Azerbaycan-Ermenistan’ın Dağlık-Karabağ’daki savaşını, çok sık ele alınmayan bu boyutuyla değerlendireceğim.
Çatışmalar alevlendikten sonra Türkiye basınında İran’ın Ermenistan’a silah nakliyesi yaptığı yönünde pek çok haber yer aldı. İran resmi kaynakları bu haberleri reddettiği ve Ermenistan’ı işgalci gördüğünü açıkladığı halde Türkiye basınındaki İran’ın çatışmada Ermenistan’ı desteklediği ve İran’daki Türk nüfusa yönelik baskıcı tutum aldığı yönündeki haberler gündemi meşgul etmeye devam etti.
Ermenistan, Dağlık Karabağ’ı işgal ettikten sonra, iki devlet arasında çatışma olduğunda İran’ın Azerbeycan’dansa Ermenistan’ı desteklediği iddia edilegelmiştir. Hatta İran’ın Şii Azerbeycan yerine Ermenistan’ı desteklemesi İran dış politikasının görüldüğü kadar ‘ideolojik’ olmadığının göstergesi olarak ele alınmıştır. Aslına bakılırsa, Dağlık Karabağ işgal edildikten sonra İran resmi olarak tarafsızlık ilan etmiş ve hatta arabulucuk yapmaya bile çalışmıştır. Bununla birlikte o dönemde de Türkiye basınında İran’ın Ermenistan’a silah gönderdiği haberleri gündemde yer bulmuştu. İran ise Türkiye’yi pan-Türkçü olmakla itham etmişti. İran’ın iki komşusu arasındaki bu çatışmaya yaklaşımını anlamak açısından birisi İran iç işleri diğeri de dış politikasıyla ilgili iki önemli noktayı kavramak gerekiyor.
Konunun İran iç işleriyle ilgili olan kısmı, İran Türkleri ve olası bir Azerbeycan yayılmacılığı meselesidir. İran, kuzey bölgesinde yaşayan milliyetçi Türk nüfusunun ayrılıkçı girişimlerinin başarıyla ulaşmasından kaygılanmaktadır. İran’ın bu kaygısının Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde özellikle de Azerbeycan’daki iç karışıklıklara paralel olarak arttığını belirtmekte yarar var. Haziran 1992-1993 arasında Azerbeycan cumhurbaşkanı olan Ebulfeyz Elçibey, milliyetçi yönelimleri fazla olan hatta dış politika hedefleri arasında İran’ın kuzeyiyle birleşme bulunan bir politikacıydı. Bu durum hiç kuşkusuz İran’ın kaygılarını artırıyordu. Elçibey’in bir darbeyle indirilmesi ve yerine daha itidalli dış politika hedefleri olan Haydar Aliyev’in gelmesi ise İran’ın çekincelerini biraz da olsa hafifletmiştir. Öte yandan, İran Türkleri’nin zaman zaman alevlenen milliyetçi eğilimleri varlığını korudukça İran’ın Dağlık Karabağ sorununa yaklaşımında bu öge önemini korumaya devam etmektedir.
İran’ın Dağlık Karabağ sorununa yaklaşımında etkili olan diğer öge ise ABD’nin bir şekilde çatışmaya doğrudan müdahil olma olasılığıdır. Dağlık-Karabağ sorunu ortaya çıktıktan kısa süre sonra, AGİT ve Minsk Grubu’nun müdahil olduğu uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Böylelikle iki devlet arasındaki bir sorun olma özelliğini hemen yitirmiş bölgesel hatta bölge sınırlarını aşma potansiyeline sahip bir sorun olarak görülmüştür. Dolayısıyla olası bir ABD müdahalesi İran’ın önemli bir çekincesi olmuştur. Özellikle 1990’ların başlarında Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan ile NATO üzerinden de işbirliğine yönelmesi, daha sonra ABD’nin renkli devrimler aracılığıyla bölgeye müdahale etmesi İran’ın bu çekincelerini pekiştirmiştir. ABD ile Azerbaycan’ın askeri anlaşmaları, 2003 ve 2004’te Hazar’da ortak askeri tatbikat düzenlemesi İran açısından bölgesel gerilimin, zaten statüsü belirsiz olan Hazar bölgesine taşınması olasılığı açısından da büyük risk olarak algılanmıştır. Benzer şekilde 2010 yılında ateşkes ihlali sonucunda yeniden yükselen tansiyon çerçevesinde ABD barış gücü askerlerinin Karabağ’a konuşlandırılması olasılığına İran şiddetle karşı çıkmış, hatta ABD’nin İran’ın kuzey sınırına konuşlanmak için bölgeye asker sevk etmek niyetinde olduğunu iddia etmiştir. Bu bağlamda bakılacak olursa, açıktır ki İran Dağlık-Karabağ sorununun ABD’nin bölgeye müdahalesine olanak tanıyacak bir noktaya ulaşmasından tehdit algılayacaktır. Gerçi mevcut konjonktürde, ABD seçim arifesindeyken bu senaryonun olası olmadığı söylenebilir ama İran’ın Dağlık-Karabağ’a yaklaşımında ABD her zaman önemli bir belirleyici olacaktır.
Sonuç olarak, İran’ın Dağlık Karabağ sorununa yaklaşımını anlamak için öncelikle bu sorunun İran için bölgesel bir sorundan ibaret olmadığını kavramak gerekiyor. İran için Dağlık Karabağ sorunu iç ve dış dinamikler üzerinden ulusal güvenliği tehdit edebilecek bir saatli bombadır. Bu bağlamda, İran’ın kuzeyinde kendi sınırlarına tehdit potansiyeli taşıyan bir istikrarsızlık istemediği açıktır. Ancak bölgesel statükonun Azerbaycan lehine bozulmasına olumlu yaklaşmayacağı ve bölgede ya da kendi içinde olası bir pan-Türkçü girişime de sonuna kadar karşı çıkacağı unutulmamalı ve Türkiye’nin Dağlık-Karabağ sorununa dahlini de bu bağlamda ele alacağı göz önünde bulundurulmalıdır.