12 MAYIS 1961 DÜNYA BARIŞ ÖDÜLÜNÜ FİDEL CASTRO’YA VERMEK ÜZERE KÜBA’YA GİDEN NAZIM HİKMET HAVANA RÖPORTAJINI ANLATIYOR
Geçen yıl Küba’ya gittim. Havana’ya.
Prag’dan kalktı uçağımız. 17 saat yolculuktan filan sonra doğru indik Havana’ya.
Orada hatta iki şey gördüm gerçekten. Küba Halkını gördüm, görülecek şeydi.
Sonra o halka layık başka bir şey gördüm. O da yani insanı afallatan şeydi. Fidel Castro’yu gördüm.
Tabi nereye gitsem aklımda memleket de memleket.
Şimdi neyse; uzun lafın kısası bir röportaj yaptım. Havana Röportajı.
Hemen hemen 40 dile çevrildi ve basıldı. Ne yazık ki; aslını Türkçe yazdım Türkiye’mde Türkçe basılması şimdilik kabil değil
HAVANA RÖPORTAJI
Nazım Hikmet
Prag’ın Havana uçağı Küba bale takımını bekliyor
Sosyalist şehirlerde dans ettiler altı ay.
Sıcak denizlerdeki adalardan çığlıklarla kalkan renkli kuşlardılar.
Alışamadım bir türlü, uçak yerden kesilirken kazaların çeşidi gelir aklıma.
Hele kemeri bağlarken katkısız mavideyiz.
Moskovalı bir kız oturuyor yanımda. Jeolog.
Ufacık tefecikti, şipşirindi, gök gözlü bir bal damlası
Küba Ural’dan biraz gençtir diyor,
İki milyon yıl daha genç ama toprak altı zenginliği bin bir definesi.
Ural’ınki gibi toprağın altında dolaşıyorum.
Köklere, kemiklere, çarpıyor başım madenler yığın yığın, renk renk pırıldıyor karanlıkta.
Bizimkiler petrol arıyor Atlantik’in dibindeki Küba toprağında diyor.
Burgular geliyor, denizin dibini sallanan uzun otların arasında ve balıklar patlak gözlü göbekli diken diken balıklar çarpıyor dalgıç başlığının camına. Bulacağız diyor.
Küba petrolsüz edemez bulacağız. Petrolü bulacaklar güvenim var ama Nataşa’cık sıcaklara nasıl dayanır. Kazakistan’da 2 yıl çalıştım diyor. Isı artı 45-48 derece üzerinde.
Bakülü bronşlu, Peş teli, Varşovalı, Pekinli, Vaymaneralı.
Çelik dökmek istiyor Fidel Castro.
Tropik güneşleriyle yağan yağmurlar gibi çeliği dökmek, kurtulmak istiyor Fidel şekerin zindanından. Altımızda Avrupa ama küba bale takımı, saatlerini bağrışa çağrışa Havana saatine göre ayarladı.
Evlerinin serin taşlıklarına girdiler koşa koşa, bense bir türlü akıl erdiremiyorum, gündüzümü kovalıyoruz geceyi mi, uzuyor mu ömrümüz kısalıyor mu?
Görüyorum! Avrupa kıyılarının çizgisini geçiyoruz. Çizgi köpük içinde, görüyorum.
Atlantik’in üstündeyiz içimde bir garipseme, büyük toprağımdan ilk kopuşum bu, okyanusta kupa yelken kanyonlar yüzüyor.
Kendilerinden izin yel güllerinin ve denizkızlarının arasında ve ceylan derisine çizilmiş haritaların uzaklara çağırışı karışıyor içimizdeki garipsemeye.
Ortalık ufuksuz, mavi morardı karardı.
Elleri kancadan ve tek gözleri tepelerinde ve de çok zalim yaratığın egemenlik ettiği çok küçük bir yıldıza indi uçağımız geceleyin, geceleyin uçağımız Sente Maria adasına indi, 6 saatlik bir uçuştan sonra.
Portekizce konuşuluyor, Angola’yı düşündüm.
San Salvador ve Kongo’ya yakın kahve plantasyonlarında başlayıp yayıldı ayaklanmalar.
7 haftada bu hayvanların 30 binini öldürdük. Gelecek ay 100 bin daha öldüreceğiz. Yağmurlar hele bir dinsin.
Portekizli subay Luana da böyle konuştu.
Ay doğarken havalandı uçak, uçağımız Sente Maria aşağıda denizin orta yerinde eli böğründe kalakaldı. Boyası artı şişirilmiş eski bir şamandıranın kederi çalkalanıyor.
Atlantik’in sularında, ay ışığında uyudum uyandım. Tanımadığım yıldızlarla dolu ortalık, hızla da ağarıyor yıldızlar,
Küba bale takımının kızları saçlarını tarıyor, sürme çekiyor, boyuyor dudaklarını
ve sabah mahmurlukları ıssız kapalı daracık yerde bir limonluk baygınlığıyla olgunlaştırıyor onları,
güneş doğdu, aşağıda derinlikler koyu lacivertten açık yeşile,
mercan adaları korkunç yılanlar gibi büklüm büklüm uzanıyor, tam göbeğin aydınlığı üstünde, Küba kıyıları koylarıyla göründü
koylar gümüş leğenler gibi yanyana dizili
Küba koylarının suları rahattır
ve bütün denizlerde yüzen bütün gemileri aynı gün aynı gece barındırabilir
biliyorum, bir cennet yemişidir Küba adası, Meksika körfezinin sepetinde
yılan yoktur Küba’da, akrepleri de avulu değil vahşi hayvan da yok
Sapata bataklıklarında ki timsahları saymazsan, boyları da 7 metreye kadar
arkalarına geçip sopayı indirdin mi işleri tamam bir de köpekbalıkları, cohinar kayalıklarında bir portakal çekirdeği atarsın terli sıcak toprağına sabahleyin Küba’nın
bir portakal bahçesi bulursun akşamüstü
hikâye insanoğlu üstüne
insanoğlunun gençliği
umutları üstüne
hikâyeyi benden güzel anlattılar
benden güzel anlatacaklar
hikâyeyi dost düşman işitmeyen kalmadı
batista kulluğundaydı şahmeran’ın
şekerkamışı milyonerlerinin
yankisinin de yerlisinin de
ve tütün ve kahve milyonerlerinin
yankisinin de yerlisinin de
ve tanklı uçaklı elli binlik bir ordunun
ve de yiğitleri hadım ettikten
ve de gözlerini oyduktan sonra döve döve öldüren kışlaların
ve önlerinde sırtüstü cesetler çürüyen karakol kapılarının
ve her gece karakol duvarlarını yırtıp dışarı fırlayarak sıcak karanlıklarda kanlı kuşlar gibi çırpınan çığlıkların
ve frankist papazların
ve kumarhanelerin
ve de eroin toptancılarının
ve gangsterlerin yankisinin de yerlisinin de
ve orospuların yalnız bir havana’da on beş bin
ve karaya vurmuş bir köpek balığı gibi çürüyenin
ve baygın ağır çiçek kokularıyla karışık leş kokusunun generali batışta tümü altı milyon nüfusunun dört milyonu aç
ve yüz bini verem
ve yankilere son on yılda bir milyar dolardan çok kâr getiren kuba’da
birleşik amerika devletleri elçisinin
birleşik amerika devletleri kara hava ve deniz kuvvetlerinin
birleşik amerika devletleri dolarının yıllardır kulluğundaydı
956’nın kasımında fidel de içlerinde
82 kişi granma gemisinden denize indi
956’nın kasımında küba kıyılarına sokulan granma gemisinin denize inip yarı bellerine
kadar suya gömülü
ve silahlarını başlarının üstüne tutarak
ve ansızın
ve bir anda açılan top ve mitralyöz ateşi altında karaya çıktı
ve karanlıkları polis köpekleri gibi koklayan araştıran ışıldaklardan sakınarak
ve sarıldınız teslim olun seslerini
ve iri kurbağaları çiğneyip bataklıklara
ve şekerkamışı tarlalarına dalarak
ve palmiyelerle hindistan cevizi ağaçlarının ardı sıra tepeleri tırmananlar
sierra dağında buluştu
fidel de içlerinde 82’nin 12’si sağ kalmıştı
fidel de içlerinde 12 kişiydiler 56’nın kasımında
fidel de içlerinde 150 kişiydiler aralığında 56’nın
fidel de içlerinde 500 kişiydiler şubatında 57’nin
fidel de içlerinde 1000 oldular 5000 oldular
fidel de içlerinde
fidel de içlerinde bir milyon yüz milyon bütün insanlık oldular
yıktılar batista’yı 959’un ocağında
ve 50 binlik orduyu
ve şekerkamışı milyonerlerini
yerlisini de yankisini de
ve tütün ve kahve milyonerlerinin yerlisini de yankisini de
ve kışlaları
ve önlerinde cesetler çürüyen karakolları
ve eroin toptancılarını
ve kumarhaneleri
ve birleşik amerika devletleri hava deniz ve kara kuvvetlerini
ve birleşik Amerika devletleri dolarını
ve küba’nın havasında ağır çiçek kokularına karışık leş kokusu dağıldı
yani birleşik amerika devletleri korkusu
dolaşıyorum havana sokaklarında
asfaltla ağaçları birbirine karıştıyorum
otomobillerle asfaltı birbirinden ayırt etmek olmuyor
güneşi, ak bulutlarla masmavi yüzme havuzlarını
kadınlarla yemişleri birbirine karıştırıyorum
çocuk bahçeleriyle hürriyeti
hürriyetle bu şehrin insanlarını birbirinden ayırt etmek olmuyor
köylü analarla cumhurbaşkanı sarayını birbirine karıştırıyorum
Jose marti’nin anıtları heykelleri düşleriyle fidel’in fotoğraflarını birbirine karıştırıyorum, hele taş basma resimlerini
fidel’le türküleri birbirine karıştırıyorum
enternasyonel marşıyla ça ça ça ile conga’yla fidel’i
havana’ya yaklaşıyoruz dedi hostes
palmiyeler palmiyeler diye haykırdı birisi
anne anne diye haykırıyor sandım
küba bale takımı lumbuzların camlarında kocaman kelebekler gibi çırpınıyor
tümü on sekiz saatlik bir uçuştan sonra toprağa betona değil aydınlığa inip konduk
aydınlığın içinde gördüm onları aydınlıkla sarmaş dolaş üç kişiydiler iki erkek bir kadın
biri sakallı
gençtiler
hangisi ak hangisi melez hangisi kara seçemedim
sakallısı ak mı kara mı melez mi seçemedim
seçemedim kadın kara mıydı ak mıydı melez miydi
gözleri birbirine öylesine benziyordu ki her şeyleri de öylesine gözlerinde ki derilerinin renklerini birbirinden ayırt etmek olmuyor
zaten bu eritip dağıtıp yoğurup yaratan güneşte kanlar ve deriler birbirine karışmış türküler ve oyunlar gibi
üçü de soluk mavi gömlekli nefti pantolonluydu
kemerlerinde sapları işlemeli tabancalar ellerinde mitralyetler
birisi de beresini derleyip apoletinin altına sokmuş
akı mı karası mı melezi mi seçemedim
sonradan onlara günün gecenin her saatinde en olmadık yerde rastladım
kimi kere kamyonlar dolusuydular kimi kere bir kişi
bir keresinde yazarlar birliği sarayı’nın kapısında nöbetçiydiler
iki kız on dörder yaşında
küba kızları bizim anadolu kızları gibi tez büyüyor
mitralyetleri ateşe hazır
ve yeşil bereleri kara kaşlarına eğik azıcık
bir keresinde kıvır kıvır ak saçlı bir zenciydi dev gibi
ve bankanın kapısına yaslanmıştı
ve mitralyeti yerde açık bacaklarının arasında
bir keresinde şiirlerimi okudu televizyonda tabancasını belinden çıkarmadan
küba’nın en büyük aktrisiydi
ak bir kadillakla gidik havanaya
otomobilin böylesine ömrümde ilk biniyorum
araba değil okyanus
milyoneri miyami’ye kaçmış
çarın tahtı geldi aklıma
on dokuzumda kremlin’de üstüne oturup resim çektirdimdi kılıflıydı
vıcık vıcık terli bir ten fanilası gibi yapışıyor sırtıma sıcak
otelin 24’üncü katından bakıyorum şehre gece vakti
içine güneş vurmuş bir deniz gibidir gördüğüm
sarı mavi turuncu yeşil balıkların ışıltısı kıvıl kıvıl
ve dev böcekler ak sedefleriyle
ve yarı hayvan yarı bitki uzun tüylü kırmızı çiçekleriyle kayalar
otelin 24’üncü katından dinliyorum şehri gece vakti
şehir türkülere gömülü
toprağın taşın yaprağın içinde türküler
türküler titreyen sıcak gibi toprağın taşın yaprağın içinde
havanın içinde azot filan gibi türküler
türküler yemişlerin kabuğu eti çekirdeği
çiçeklerin kokusu türküler
türküler ispanya arabistan afrika
türküler gözlerinde ve kalçalarında kadınların
türküler erkeklerin sıcak elleri
türküler oyunların ayakları belleri omuzları
asansörle iniyorum hole
asansörde köylü kızlar oriente ilinden bayamo köylüklerinden
şehre dikiş öğrenmeye gelmişler
havana libere (hür havana) otelinde duvarlarında milyonerlerden gölgeler kalmış apartımanlarda oturuyorlar
otelin eski adı hilton
24 milyona çıkmış
asansötde köylü kızlar bursa ilinden ankara köylüklerinden kızlar istanbul’da işiniz ne kızlar sizi nasıl bıraktılar hilton’a
hilton hilton değil gayrı diyorlar hür istanbul’a çevrildi adı çoktan
ve gülüyorlar ağızlarını örtüp kınalı elleriyle
ağalar da kaçtı amerikanla birlikte
ya toprak
bölüştük
holde ivanof’u gördüm aleksey vasilyeviç’i
meşin ceketini omzuna atmış
belinde nagant
ayaklarında çizmeler
sırma bıyıkları kaytan
petrograt’ta kışlık saray’a nasıl girdiklerini anlatıyor zenci nöbetçiye
fidel kastro’nun fotoğrafı altında
oysa 41’de öldü aleksey vasilyeviç savunurken moskova’yı
41’de öldü aleksey vasilyeviç kır bıyıkları kana batık
kar yağıyor
kazaklar geçiyor tiverskoy caddesinin tahta döşemesini örten karlara yol yol çizerek
kafkaslı alizade girdi hole lezginkası astıragan kalpağı hançeri ve göğsünde gümüş başlı fişekleri bir de vırangel yadigari hala da sızlayan iki yarasıyla
ha desen başlayacak şeyh şamil dansına ve havanalı kızların ağızlarında kalacak parmakları
oysa alizade’yi üç ay önce bakü’de gördüm iki renkli volga otomobilinden indi kocalmış
zoru zoruna tanıdım
holde delegeler
dün gelenler havana’ya
arjantinli şilili ekvatorlu brezilyalı italyan hintli madagaskarlı finlandiyalı çekoslovakyalı
fransız jan piyer konuşuyor martinik delegesiyle
oysa biliyorum jan piyer madrid kapılarında öldü hitler’in tanklarıyla ezilip
oysa duruyor karşımda jan piyer yüzü genç bir elma gibi
kırışıksız
kızarmış da
soğuktan olacak
bu 1922 yılında moskova’da soğuk sıfırın altında 27
bu 1961 yılında havana’da sıcak sıfırın üstünde 35
dolaşıyorum havana sokaklarını
asfaltla ağaçları birbirine karıştırıyorum
otomobillerle asfaltı birbirinden ayırt etmek olmuyor
yağmurla güneşi
ak bulutlarla masmavi yüzme havuzlarını
kadınlarla yemişleri birbirine karıştırıyorum
çocuk bahçeleriyle hürriyeti
hürriyetle bu şehrin insanlarını birbirinden ayırt etmek olmuyor
mitralyetlerle kapıları birbirine karıştırıyorum sütünlu sütunsuz demir tahta cam büyük küçük bütün sokak kapılarıyla mitralyetleri mitralyözleri
kum torbalarından barikatlarla atlantiği birbirine karıştırıyorum
amerikan uçak gemilerinin hayaletini gözleyen tanyerleriyle kum torbalarından barikatları birbirinden ayırt etmek olmuyor
köylü analarla cumhurbaşkanı sarayını birbirine karıştırıyorum
hoze marti’nin anıtları heykelleri büstleriyle fidel’in fotoğraflarını birbirine karıştırıyorum hele taş basma resimlerini
fidel’le türküleri birbirine karıştırıyorum enternasyonal marşıyla çaçaçayla
paçangayla fidel’i
somos sosyalitas palante palante
bir alanda art arda tek sıra dizilip ellerini birbirinin sırtına koyup rumba oynayan yüz bin kişiyle fidel’i birbirine karıştırıyorum
fidel’le havana’yı birbirinden ayırt etmek olmuyor
marks’a rastlıyorum kitap kapaklarında ananaslarla mameylerin arasında
ve sierra dağından yeni inmiş ulu sakalıyla marks’a rastlıyorum
lenin’e rastlıyorum her gün biraz daha sık rastlıyorum lenin’e güneşli duvarlarda minicik kızıl yıldızların ve ispanyolcanın içinde
yüksek tahta tribünde uzatmış kolunu ileriye konuşuyor kızıl meydan’da küba bayraklarının arasında lenin
nikita’ya rastlıyorum türkülerin kafiyesinde
ve takma köpek balığı dişleriyle kenedi’ye rastlıyorum
ambalaj katları parçalarına rastlıyorum bankaların fabrikaların filan kapılarına çivilenmiş
ve üzerlerinde nacionalizado yazılı çoğu kere kırmızı mürekkeple
ve köylülere rastlıyorum
sağ ellerinde toprakların tapuları ve kooperatif cüzdanları sol ellerinde ve bir düşün içindeymişler gibi bir halleri var
devrimin diktiği 50 milyondan çok ağaçla on binden çok okulun kimisine rastlıyorum
mimarlara rastlıyorum
güneşten aydan yıldızlardan daha doğrusu çok ama çok daha mutlu yaşanan bir dünyadan diyelim ki yirmi birinci yüzyılımızın ortalarından gelen ve bıyıkları yeni terlemiş mimarlara rastlıyorum
bahçeler ve yapılar yapıyorlar ama insan gözünün bugüne dek yeryüzünün hiçbir yerinde görmediği biçimlerle renklerle rahatlıklarla
yapılar hazır elbiseler gibi değil diyelim ki bir balıkçı evi ev değil cevahir kutusu ötekine benzemiyor
meğerse ne kadar çok ne kadar da güzel ve de hemencecik söylenecek sözleri varmış sosyalist devrim mimarlarının kübada işçilere köylülere aydınlara
ve nasıl da sıcağı serinliğe ve karanlığı aydınlığa çevirmesini biliyorlar
işçilere rastlıyorum
hiç kimse onlar gibi böylesine güvenle geçmedi sokaklarından havana
havana olalı beri
ve ben her gün biraz daha gencim havana’da
her gün biraz daha yitiriyor ağzım dünyanın acılığını
her gün biraz daha yumuşuyor çizgileri avuçlarımın ve çok uzaklarda bir
kadının beni ama yalnız beni düşündüğüne inanıyorum her gün
biraz daha
ve her gün biraz daha keyifli türkü söyleyerek geçiyorum havana
sokaklarından
somos sosyalitas palante palante
……
1961 yılında havana’da başlanıp moskova’da bitirildi
—