İlk insanın veya insanların varoluşundan bu yana insanlık tarihi birçok değişime maruz kaldı. Önceleri, sayılarının az olmasından dolayı uğradıkları değişimin nedeni, doğal hayatta karşılaştıkları hayvan ve bitkilerden kaynaklı olmuştur. Sonrasında ise nüfusun artmaya başlamasından dolayı bunlara ek olarak insan faktörü ortaya çıkmıştır. Ve buna bağlı olarak insanın metalaştırdığı şeyler. Tüm bunlar bir araya gelerek insanoğlunu binlerce yıldır şekillendirmiş ve bunların yıkıcı etkilerinden kurtulanlar bugün bizimde var olmamızı sağlayan atalarımız olmuşlardır.
Amerikalı bilim insanı Jared Diamond, Türkçeye ‘Tüfek, Mikrop ve Çelik’ ismiyle çevrilen kitabında, bu üç faktörün insanlık tarihi üzerindeki etkisini ayrıntılı olarak anlatmıştır. İnsanlık tarihiyle ilgili çok önemli ve detaylı bilgilere yer verilen kitapta yaşadığımız korona sürecinin insanlık tarihinde ilk olmadığını ve herkesin tahmin edebileceği gibi son olmayacağını da görmekteyiz.
Kitapta, “İnsanlar neden farklı kıtalarda farklı hızda gelişti?” diye soruyor ve tarihin seyrini oluşturan şeyin bu hız farklılıklarından kaynaklı olduğunu söylüyor, Jared Diamond: “Bazı halklar silahları, mikropları, çeliği ve kendilerine siyasal ve ekonomik güç kazandıran öteki şeyleri başka halklara göre daha erkenden geliştirdiler; bazı halklar bu güç kaynaklarına asla sahip olamadı.” Çoğu zaman çevresel etmenli olan bu öncelik, bazı halkların daha erken davranmasına yol açmış ve diğer toplulukların önüne geçmesini sağlamıştır. Daha sonrasında ise geride kalan diğer toplumlara egemen olma sonucunu doğurmuştur.
İnsanlık tarihinde mikropların yıkıcı etkisini de şöyle açıklıyor, Jared Diamond: “Avrasyalı tüfeklerin veya çelikten yapılma silahların öldürdüğünden çok daha fazla sayıda Amerikan yerlisi ve Avrasyalı olmayan insan Avrasyalı mikroplar tarafından öldürüldü. Bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar. Çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi Avrupa’da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak Avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar. Hastalıklar insanların ölüm nedenlerinin başında geldiği için tarihi biçimlendirmede de önemli rol oynamışlarıdır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar savaşlarda ölenlerin çoğu savaş yaralarından değil savaşla taşınan hastalıklardan ölüyordu. Büyük komutanları göklere çıkaran bütün o askeri tarihler insan egosunun balonunu söndüren bir doğruyu hafife alıyorlar: Eski savaşların galipleri her zaman en iyi komutanlara ve silahlara sahip olan ordular değil, çoğu kez yalnızca düşmanlarına bulaştıracak en berbat mikropları taşıyanlardı. Tarihte mikropların oynadığı rolü gösteren en korkunç örnekler, Kolomb’un 1492 yolculuğuyla başlayan Amerika kıtalarının Avrupalılarca fethiyle ilgilidir. İspanyol fetihlerinin kurbanı olan Amerikan yerlilerinin sayısı kabarıktı ama İspanyollarının öldürücü mikroplarından ölenlerin sayısı çok daha kabarıktı.”
Jared Diamond, hastalığa neden olan mikropların kaynağı olarak da tıpkı bugünkü gibi hayvanları işaret ediyor ve zamanla bağışıklık kazanan insanların hayatta kaldığını, ama bağışıklık kazanılana kadar da birçok insanın hayatını kaybettiğini belirtiyor: “Çiçek, kızamık, grip gibi bulaşıcı hastalıklara yol açan ve yalnızca insanlarda görülen mikroplar, hayvanlara hastalık bulaştıran benzer mikropların mutasyon geçirmesi sonucu ortaya çıkmıştı. Hayvanları evcilleştiren insanlar yeni yeni evrimleşen mikropların ilk kurbanlarıydı ama bu insanlar o zamanlar yeni hastalıklara karşı önemli ölçüde bağışıklık kazandılar. Daha önce bu mikropları hiç almamış insanlar ile böyle kısmen bağışıklık kazanmış insanlarla karşılaştıklarında başlayan salgın hastalıklar, daha önce hiç bu mikropları almamış insanların %99’a varan oranlarda ölümüyle sonuçlanıyordu. Yakın tarihimiz boyunca insanların ölümüne yol açmış başlıca hastalıklar –çiçek hastalığı, grip, verem, sıtma, veba, kızamık ve kolera- hayvan hastalıklarının evrimleşmiş halidir, işin tuhafı bizim salgın hastalıklarımızın çoğunun nedeni olan mikropların büyük bir kısmı artık neredeyse yalnızca insanlarda görülür.”
Mikrobun geçirdiği değişimi ve vücudun verdiği tepkiyi ise şöyle açıklıyor, Diamond: “Temelde mikroplar da öteki türler gibi evrimleşir. Seçilim, yavrulamakta ve yavrularının yaşayabilecekleri uygun yerlere dağılmasına yardım etmekte en başarılı bireyler lehine işler. Bir mikrobun yayılmasının en zahmetsiz yolu hiçbir şey yapmadan bir başka kurbana aktarılmayı beklemektedir. Bir taşıyıcının başka bir taşıyıcı tarafından yenmesini bekleyen mikropların stratejisi budur: Örneğin, bakterili yumurtaları ya da etleri yiyerek kaptığımız salmonella bakterisi gibi, domuzlardan bize geçen, domuzları öldürüp güzelce pişirmeden yememizi bekleyen trişinoza yol açan solucan gibi, suşi seven Japonların ve Amerikalıların ara sıra çiğ balık yiyerek kaptıkları anisakiasise yol açan solucan gibi.
Mikrop aldığımızda gösterdiğimiz en yaygın tepki ateşlenmektir. Yine biz ateşlenmeyi bir “hastalık belirtisi” olarak görmeye alışmışızdır, sanki hiçbir işlevi olmadan, kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyormuş gibi. Ama vücut sıcaklığımızın düzenlenmesi genlerimizin denetimindedir, rastgele olan bir şey değildir. Birkaç mikrop vardır, onlar ısıya vücudumuzdan daha duyarlıdır. Biz vücut sıcaklığımızı yükselterek kendimiz yanıp kül olmadan önce mikropları yakıp kül etmeye çalışırız. Bir başka tepkimiz bağışıklık sistemimiz harekete geçirmektir. Kanımızdaki akyuvarlarla öteki hücrelerimiz harıl harıl yabancı mikropları arar bulur ve öldürürler. Bizi hasta eden mikroba karşı yavaş yavaş geliştirdiğimiz belli antikorlar, biz bir kez iyileştikten sonra yeniden hastalanma olasılığımızı azaltırlar. Hepimiz kendi deneyimlerimizden biliriz, grip gibi, basit soğuk algınlığı gibi, geçici olarak direnç gösterdiğimiz bazı hastalıklar vardır, sonunda hastalığa yeniden yakalanırız. Oysa bunlara karşılık –kızamık, kabakulak, kızamıkçık, boğmaca, artık kalmamış olan çiçek hastalığı gibi- bazı hastalıklar vardır, bir kez alınan mikroplar antikorların üretilmesini sağladıktan sonra hayat boyu onlara karşı bağışıklık kazanırız. Aşı bu ilkeye dayanır: Vücudumuza ölü ya da zayıf mikroplar zerk ederek, söz konusu hastalığa yakalanmamıza gerek kalmadan antikor üretimini sağlamak. Bazı mikroplar bizim antikorlarımızın tanıdığı, antijen denen bazı moleküler parçalarını değiştirme hilesini öğrenmiş bulunuyorlar. Farklı antijenlerle yeni grip türlerinin sürekli evrimleşmesi ya da yeniden devreye girmesi, iki yıl önce yakalandığımız gribin bu yıl gelen farklı bir türüne karşı sizi niçin koruyamadığını açıklar.”
Şanslı olanlarımızın evde kaldığı şu günlerde ilk var oluşumuzdan bu yana birçok salgın hastalıkla mücadele eden insanlık tarihini öğrenmek ve bu günlerde yaşananları daha iyi anlamak adına okunacak bir kitap Tüfek, Mikrop ve Çelik. Anlıyoruz ki yapay zekanın, robotların ve daha nice teknolojinin olduğu çağımızda bile doğa bizden her daim önde. İnsan olmadan doğa varlığına çok güzel bir şekilde devam eder, fakat doğa olmadan insanoğlu var olamaz.
Evde kalabilecek kadar şanslı olan fakat sıkılanlar için ise Rus yönetmen Andrey Tarkovski’den bir alıntı: “Kendinizi, kendinizle zaman geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin.” Şimdiye kadar yapamamış olsanız bile bu bir fırsat olabilir.
Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik çev., Ülker İnce (İstanbul: Pegasus Yayınları, Nisan 2018)