Yeni belediye yasaları ile büyükşehir belediyeleri tüm il çapında tarımsal ve kırsal sorunlarla ilgilenmeye başladılar. Peki, belediyeler nasıl bir tarım sistemini ve dağıtım sistemini desteklemeli?
Tarım ve Orman Bakanlığı endüstriyel tarım sistemini ve küresel tarım rejimini destekliyor. Endüstriyel tarım dediğimizde kısaca; sentetik tarım ilaçlarının, kimyasal gübrelerin kullanıldığı tarımı anlıyoruz. Bu tarım sistemi ve uygulanan tarım politikaları sonucu çiftçiler ikili bir fiyat sistemi içinde eziliyor. Çiftçilerin modern denilen girdilere ödedikleri fiyat roket hızıyla artarken, ürünleri için ellerine geçen fiyatlar ya artmıyor, hatta düşüyor veya artıyorsa da kullandıkları girdilerden ve tüketim malları fiyatlarından daha yavaş bir hızda artıyor. Bu fiyat makası çiftçilerin gelirini her yıl biraz daha daraltıyor. Bu evrensel bir olgu. Endüstriyel tarım sürdürülebilir değil. Toprağı, suyu kirletiyor. Erozyona yol açıyor. Küresel iklim değişikliğini arttırıyor.
Bu ikili fiyat makasını açabilmek için iki şey yapmak gerekiyor. Birincisi endüstriyel tarımı terk ederek tarım kimyasallarına (sentetik tarım ilaçları ve kimyasal gübreler) dayalı girdileri kullanmayan agroekolojik tarıma geçmektir. Bu makasın alt ucunu açıyor. İkincisi ise ürünleri zincir marketler ve diğer aracılara değil doğrudan tüketicilere ulaştırmanın yollarını aramaktır. Bu da makasın üst ucunu yukarı doğru açıyor. Böylelikle çiftçinin geliri artacaktır.
Dünya’da ve ülkemizde bu yolları arayan ve bulan insanlar çoğalıyor. Geleneksel köylüler olduğu kadar, köye dönen emekliler, daha önce kır emekçisi olup kentlere göç etmek zorunda olanlar, genç profesyonellerden oluşan bir grup insan agroekolojik tarım sistemini benimseyerek ve ürünlerini doğrudan tüketicilere ulaştırmaya çalışarak yeni bir yol açıyorlar. Bunlara; kapitalist sistemin rekabet gibi değerlerini benimseyen, endüstriyel tarımı izleyen, ancak bir türlü istediği yere ulaşamayan girişimci çiftçiler dediğimiz grup da değişim geçirmeye çalışarak katılabiliyor. Öte yandan eş zamanlı olarak şirketlere ve büyük çiftçilere dayanan kapitalist işletmeler de yoğunlaşıyor. Bütün bu süreçler iç içe yaşanmakta. Yeni köylülük dediğimiz bu kategoriler önümüze yeni bir ufuk açabilir.
Endüstriyel tarım ve aslında bunun bir miktar daha denetimli hali olan “iyi tarım” çıkar yol değildir. Bu sistemler çiftçiyi borçtan kurtarmaz, ekolojik yıkımı önlemez. Çiftçi; gelirinin çoğunu tarım kimyasallarına, şirket tohumlarına, mazota, endüstriyel yeme harcamak zorunda kalır.
Agroekolojik tarım organik tarıma indirgenemez. Ancak çıkış noktasından uzaklaşarak, uygulanmasında sistemin denetimine alınarak evcilleştirilen organik tarım, epeyce sorunları olmasına rağmen agroekolojik tarımın içinde kabul edilebilir. Permakültür, onarıcı tarım, biyodinamik tarım, Fukuoka’nın tarım anlayışı hepsi agroekolojinin geniş şemsiyesi içindedir. Aslında her ülkede binlerce yıldır geliştirilmiş bulunan bilge köylü uygulamaları, geleneksel ve yerel tarım bilgisi veya başka bir değişle “halkın bilgisi” agroekolojinin değerli kaynaklarını oluşturur. Bütün bu uygulamaların çağın teknik ve bilimsel olanakları ile birleştirilmesi çabaları da birçok ülkede sürmektedir. Dünya köylüler, çiftçiler, balıkçılar ve çobanlarının örgütü olan Via Campesina agroekolojiyi takip etmektedir. Ülkemizde Via Campesina üyesi “çiftçi sendikaları” agroekolojiyi desteklemektedir. Agroekoloji; Via Campesina’nın ısrarlı çalışmaları sonucu Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (kısaca FAO) tarafından kabul edilmiştir. Şimdi sorun agroekolojiyi tepeden inme bir şekilde şirketlerin lehine değil, çiftçi ve köylünün lehine uygulamak, gıda egemenliği ile de birleştirerek en geniş toplumun çıkarları doğrultusunda ve ekolojik bir dünyayı doğuracak şekilde geliştirmektir.
Ülkemizde ziraat fakülteleri agroekoloji konusunda çok geri kalmıştır. Bazı bölümlerde okutulan tarımsal ekoloji adında bir ders dışında ciddi bir kavrayış yoktur. Hâlbuki 1970’lerde Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde agroekoloji adında bir kürsü bile bulunuyordu. Daha sonra endüstriyel tarım sisteminin, yeşil devrimin baskısı ile agroekoloji konusu takip edilmemeye başlandı.
Agroekoloji hem bir bilim, hem bir uygulama hem de bir harekettir. Özellikle Güney Amerika’da çok yaygındır. Dünyada bu konuda çokça çalışma yapılmaktadır. Belediyeler bir plan dâhilinde agroekolojik tarım sistemini yaygınlaştırmalıdır. Yayım açısından uygulanan en etkili yöntem “çiftçiden çiftçiye” (İspanyolca Campesina a campesina) diye isimlendirilmektedir.
Tarım ve Orman Bakanlığı organik tarıma daha çok zenginlere ve dış satıma yönelik bir konu olarak bakıyor. Onların temel anlayışı organik tarımda verimin düşük olacağı gibi çok tartışılır bir varsayıma dayanıyor. Öte yandan organik tarım büyük ölçüde sistem içine alınmış bulunuyor. Aslında ülkemizdeki başlangıcında da gelişmiş ülkelerin ithalat gereksinimleri itici güç olmuştur. Organik tarım kanunu bu sistem içine almayı kolaylaştırıyor. Organik tarım etiketini kullanmak için denetleme şirketlerinden sertifika almak gerekiyor. Bu ek bir masrafa yol açıyor. Ayrıca ev yapımı tarım ilaçları veya yerel tohum kullanmak, nöbetleşmeli tarım yapmak, kardeş bitkiler kullanmak gibi kültürel önlemler almak yerine bu defa gene biyopestisit denilen ve sentetik ilaçlardan daha da pahalı olan şirket ilaçları kullanılmaya başlanıyor. Bazı organik tarım üreticileri örneğin tek bir çeşit şeftali çeşidini yüzlerce dekara ekiyor, işçi sömürüsü yapıyor, ürünü çok uzak noktalara, bazen de yurt dışına ihraç ediyorlar. Bu ise ne biyoçeşitliliğe, ne işçi ve insan haklarına ne de ekolojik ilkelere uymuyor. Bu tür bir organik tarıma “endüstriyel organik tarım” da denebilir.
Organik tarıma yönelik destekler ise teşvik edici bir düzeyde ve yapıda değil. Bakanlık “iyi tarım sistemini” de öneriyor. İngilizcesi “good agricultural practices” yani “iyi tarım uygulamaları” iken, kısaltılarak sadece “iyi tarım” deniliyor. Bu bir algı çarpıtmasına yol açıyor. Çünkü “iyi tarım” dediğimiz aslında ne kadar “iyi”, çok tartışılır bir konu. İyi tarım aslında endüstriyel tarımın biraz denetimli bir şekli. Genel ve yanlış olan anlayış şöyle açıklanabilir: “Tarım ilaçları uygun dozda ve hasattan belli bir süre önce uygulandığında sağlık ve çevreye zarar vermez”. Ancak bu kökten yanlış. Çok düşük düzeylerde bile tarım ilaçları sağlık açısından zararlı olabiliyor. Bu konuda endokrin sistemi bozucu tarım ilaçları ilk akla gelenler. Diğer yandan iyi tarımda da organik tarım gibi denetleme şirketlerinden sertifika alınması zorunlu. Bu bir yandan da çiftçinin masraflarını arttırıyor. Bu denetlemelerin yeterince ciddi olmadığı konusunda çokça iddialar var. İyi tarım da bakanlıkça yine yetersiz bir şekilde destekleniyor. Organik ve iyi tarım uygulamalarının oranı çok düşük düzeyde ve çok da büyüyeceği yok. Zaten bakanlık bütün bu sistemlerin endüstriyel tarım ile birlikte yaşaması gerektiğini düşünüyor.
Yapılmış araştırmalar sebze ve meyvelerde maksimum kalıntı limiti denen ve hiçbir şekilde yenilmesine izin verilmeyen ürünlerin oranının oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Bu limitlerin altındaki ürünlerin de insan sağlığına zararlı olacağı söylenebilir. “Yıkarız gider” anlayışı oldukça yanlış ancak yaygın bir düşünce. Sistemik denilen bitki özsuyu yoluyla bitkinin bütününe yayılan tarım ilaçları oldukça büyük bir oran tutuyor. Belediyelerin sağlıklı gıda konusunda yetkileri yeterli olmasa da bu konuya tarafsız kalamayacakları da açık bir durum.
Belediyelerin agroekolojik bir tarım sistemini kabul ederek yaygınlaşmasına çalışması yararlı olacaktır. Agroekoloji; ekolojik ilkelerin biyoçeşitliği yüksek, verimli ve dayanıklı tarım sistemlerinin tasarımı ve yönetiminde uygulandığı bir tarım sistemidir.
Endüstriyel tarım veya iyi tarım çiftçileri içine girdikleri bataktan kurtaramaz. Ayrıca tüketiciler ve çiftçiler tarım ilaçları ile zehirlenmektedirler. Köylü ve çiftçilerin ikili fiyat makasından kurtulabilmeleri için aynı zamanda ürünlerini de doğrudan tüketiciye ulaştırmaları gereklidir. Çiftçilerin ürünlerini satın alan ve doğrudan veya değişik düzeylerde işleyerek tüketicilere ileten şirketler, ihracatçılar, marketler, zincir marketler köylü karşısında çok güçlü bir konumdadır. Bunu kırabilmek için yeni araçlara ihtiyaç vardır. Kooperatifler ilk akla gelen kuruluşlardır. Ancak kooperatiflerin agroekolojik tarım sistemini benimsemeleri ve ürünlerini aracılara değil, olabildiğince tüketicilere doğrudan satmayı hedeflemeleri gereklidir. Aksi takdirde kooperatifler modern denilen sentetik tarım ilaçlarını, gübreleri, yemleri vb. girdileri çok küçük bir indirimle çiftçiye ileten ve ürünleri şirketlere çok küçük bir primle satan etkileri sınırlı ve dayanıksız kuruluşlar haline dönerler. Sistemin bir parçası haline gelirler. Çok başarılı görünenler de aslında tarımsal girdi şirketlerine ve ürün satın alan şirketlere çalışan bir ara kademe olmaktan ileri gidemezler. Ekolojik kooperatif modelinin Hollanda, İtalya, Fransa gibi ülkelerde başarılı örnekleri görülmektedir.
Çiftçi ve tüketici dostu, ekolojik ve sürdürülebilir yerel gıda sistemleri, dayanışmacı ekonomiler kurmak gerekiyor. Bunlar arasında topluluk destekli tarım grupları, gıda grupları, ekolojik köylü pazarları, tüketici kooperatifleri bulunmaktadır. Belediyelerin bu tür oluşumları desteklemesi çok yararlı olacaktır. Belediyeler hızlı sonuç almak isteyebilirler. Bunun için kurmayı düşünecekleri tanzim satış veya belediye mağazaları benzeri girişimler, gerek bürokratik yapıları gerekse de idarecilerin tüketiciye sağlıklı ve ucuz gıda sağlamak ve ekolojik ilkeleri korumak yerine kısa zamanda kâr sağlama, kişisel başarı elde etme güdüleri yüzünden istenilen gelişmeyi sağlayamayacakları düşünülebilir. Bu tür bir yol seçildiğinde belediye şirketleri kooperatifler, gıda grupları, ekolojik pazar grupları ile sıkı işbirliği yapmalıdır.
Belediyeler satın alma gücünü kullanarak bazı değişimleri başlatabilir veya olumlu bazı kuruluşları (kooperatif, gıda grubu vb.) destekleyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu gücün sınırlı olduğudur. Bu nedenle her şeyi kendi gücüyle yapmak yerine otonom kuruluşların oluşması ve gerek entelektüel gerekse de maddi kaynaklar açısından toplumun harekete geçirilmesinin önemli olduğu unutulmamalıdır. Belediyeler Tarım ve Orman Bakanlığının genel politikasını belirleyemediğine göre nerede ne üretileceğine tam olarak yön verecek bir üretim planlamasını yapamayacağı dikkate alınmalıdır.
Çiftçi ve tüketici dostu bir yapının oluşmasında kamu ve kooperatifler elindeki soğuk hava depolarının, işleme tesislerinin, ulaştırma olanaklarının kapasitesi de çok önemlidir. Bu nedenle bu yapı iyi incelenerek belediye yardımıyla genişletilmesi çok yararlı olacaktır.