Uzun zamandır, AKP yönetimi ile Batı dünyası arasında ciddi bir gerilim olduğu herkesin malumu. AKP’nin iktidara gelmesi ve iktidarını pekiştirmesinde yalnızca destekçi değil, çok büyük pay sahibi olan Batılı aktörlerle AKP arasındaki ilişkilerin günümüzde az şekerli olmasına neden olan pek çok uğrak oldu. Yaklaşık 20 yıllık bir süreden bahsediyoruz. Elbette, bugün ne dünya 20 yıl önceki dünya, ne de AKP 2000’lerin başındaki AKP. Bu değişim ve dönüşüm sürecini ve Batı ile AKP yönetimi arasındaki ilişkileri anlamak için birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor.
(i) AKP’nin Türkiye’de iktidar kılınması, Ortadoğu’nun Batılı neoliberal aktörlerin çıkarları çerçevesinde yeniden şekillendirilmesi amacıyla eşgüdümlü oldu. Bu süreç, başta İslamcı sermaye olmak üzere Türkiye sermaye sınıflarının Ortadoğu’ya yerleşmesi temelinde bir uzlaşı ile sürdürüldü. Bu bağlamda AKP hükümeti, ultra neoliberal bir yönelimle, Ortadoğu’da etkili olabilecek İslami bir kimlik üzerinden, bir “demokrasi mücadelecisi” olarak siyaset sahnesine girdi ve Batılı neoliberaller tarafından adeta bir “devrimci” parti olarak yüceltildi. “Vesayetle mücadele”, “demokrasinin inşası”, “insan hakları” gibi söylemler üzerinden AKP, yalnızca Türkiye’deki İslamcı kesimlerin değil, merkez sağın ve “neoliberal solcu”ların da desteğini aldı. AB uyum süreci gibi kurumsal girişimlerle desteklenen bu süreçte, AKP’nin iç ve dış destekçileri aracılığıyla Türkiye’deki muhalifleri etkisizleştirildi. AKP, iktidarını pekiştirirken; Türkiye siyasal zemini tamamen dönüştü; AKP, iktidarını korumak için, otoriterleşen bir yönelim benimsemeye başladı.
(ii) 2013 yılındaki bazı önemli kırılmalara kadar Batılı neoliberaller ile AKP yönetimi arasındaki ilişkiler olabilecek en olumlu şekilde sürdü. Bu dönemde AKP hükümetinin ne Rusya, Suriye ve İran ile olan iyi ilişkileri ne de İsrail ile olan görece kötü ilişkileri Batı ile AKP ilişkilerinin gerginleşmesine neden oldu. Çünkü aktörler arasındaki uzlaşı dengesi varlığını sürdürmeye devam ediyordu. Aksine, Arap Ayaklanmaları’nın patlak vermesiyle, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde önemli bir yol kat edilmiş ve AKP’nin on yılı aşkın süredir Batı ile ortak geliştirdiği “modeli”ni bölgeye dayatma olanağı oluşmuştu. Özellikle Mısır’da ve Tunus’ta AKP’nin müttefiki Müslüman Kardeşler bağlantılı aktörlerin iktidara gelmesi, AKP’nin elini güçlendirdi; Suriye konusunda da yine Batı ile eşgüdümlü olarak ama Batı’dan daha cesur adımlar atmasına neden oldu.
(iii) AKP ile Batı arasındaki ilişkilerin olumlu zeminini sarsacak üç önemli gelişme ise 2013 yılında yaşandı. Bu gelişmelerden ilki Haziran Ayaklanması’dır. Haziran Ayaklanması’nda, Türkiye’nin ilerici insan gücünün, birbirinden farklı siyasal geleneklerden gelseler ve hatta apolitik olsalar bile, AKP karşısında gerektiğinde bir araya gelebileceği çarpıcı biçimde gözler önüne serildi. Haziran Ayaklanması’yla AKP’nin, iktidarının başından beri büründüğü “demokratik” kılıf ile gerçek siyasal yönelimi arasındaki tezat ayyuka çıktı. Ayrıca, Haziran Ayaklanması’nda aldığı tutum, otoriter Arap yönetimlerinin tutumlarına benzerliği nedeniyle Batılı neoliberaller nazarında AKP’nin prestijini sarstı. Bu süreçte kadim müttefiklerinden yeterince destek göremeyen AKP, “faiz lobisi” diyerek Batı’yı ilk defa soyut olarak hedefine oturttu.
İkinci önemli gelişme ise, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının, ABD ile kısa sürede iyi ilişkiler geliştirecek olan Sisi tarafından yıkılmasıydı. 2014 yılında AKP’nin müttefiki El Nahda’nın Tunus’ta ciddi oranda güç kaybetmesiyle AKP’nin Ortadoğu modelinin sürdürülebilirliği temelden sarsıldı. Bu koşullarda AKP, müttefiklerinin en azından Suriye’de iktidar olması için giderek radikalleşirken; ileride Batı ile ilişkilerini de sıkıntıya sokabilecek adımlar atmaktan çekinmedi. Üçüncü önemli gelişme ise, ABD’de himaye edilen Fethullah Gülen’in lideri olduğu FETÖ’nün girişimleriyle gündeme getirilen ve Türkiye siyasal tarihine 17-25 Aralık süreci olarak geçen olaydır. Bu olay, AKP içerisinde ciddi yeniden yapılanmalara kapı açmasına ek olarak, doğrudan ABD-Türkiye ilişkileri açısından gerilimli bir süreci de başlatmıştır.
(iv) Bu gelişmelere rağmen, özellikle Suriye konusunda Batı ile AKP işbirliği belirli oranda devam ediyordu. ABD ile eşgüdümlü olarak, Peşmerge’nin, Türkiye’den Kobani’ye geçirilmesi; Eğit-Donat Anlaşması’nın ve İncirlik Mutabakatı’nın imzalanması Suriye’de devam eden ABD-AKP ilişkisinin en somut örnekleridir. Suriye’deki kriz derinleştikçe bölgede AKP yönetimi, ABD ve AB açısından farklı yansımaları olacak durumlar şekillenmeye başladı. Her şeyden önce, IŞİD başta olmak üzere İslamcılar’ın Suriye’deki (ve Irak’taki) katliamları Batı kamuoyunda Suriye’deki savaşın meşruiyetini yitirmesine neden oldu. Özellikle Avrupa ülkeleri ekonomik sıkıntılara ek olarak, istenmeyen ve kontrol edilemeyen bir mülteci hareketiyle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte, terör örgütü PKK uzantısı PYD-YPG, IŞİD’le ve radikal İslamcılarla savaşan bir “muhalif örgüt” olarak Batı’da sempati ve meşruiyet kazandı. Bu durum YPG-PYD’nin Esad’ı devirmek isteyen Batılı aktörler açısından desteklenecek bir aktör olarak belirmesi anlamına gelir ki, Batı desteğini alan örgüt bölgede gücünü arttırmıştır. Bu koşullarda yapılan 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı geçmesiyle önemli miktarda sandalye kaybeden AKP, ülke içerisinde iktidarını sağlamlaştırmak için MHP ile ittifaka yönelirken; buna paralel olarak Suriye’de de YPG-PYD’ye karşı tutumunu sertleştirdi. Bu, Batı ile AKP arasında Suriye zemininde çok temel bir bölünme oluşmasına neden oldu.
(v) 2013’te sarsılmaya başlayan Batı-AKP ilişkileri 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında ise tepetaklak gitmeye başladı. Her zaman “demokrasi” çığırtkanlığı yapan Batı, darbe girişimi karşısında uzun süre sessiz kalırken; İran ve Rusya’nın ivedilikle AKP hükümetine destek vermesi, AKP’nin iktidarda kalmak için kimlerle işbirliği yapması gerektiğinin sinyallerini verdi. Bundan sonra, ABD ve İsrail tarafından desteklenen Kürdistan referandumu karşısında Irak, Türkiye ve İran’ın işbirliği yapması; AKP milliyetçiliğin dozunu arttırırken ABD’nin PYD-YPG’ye desteğini arttırması; Astana Süreci’nde AKP’nin Rusya ve İran işbirliğinin başlaması; uzun zamandır detayları bilindiği halde Rıza Sarraf olayının ABD tarafından bir şantaj ögesi olarak kullanılması; buna karşılık ajan Brunson meselesinin gündeme getirilmesi ve son olarak S-400 meselesi ABD ile AKP ilişkilerini iyice gerdi. Mülteci krizine ek olarak, AKP hükümetinin AB’nin desteklediği ve önemli bir süre AKP’ye destek vermiş siyasal ve toplumsal aktörlere karşı tavrını değiştirmesi; gazetecileri ve muhalifleri hapislere atması; artan otoriterliği; insan hakları ihlalleri de AB, AKP ilişkilerini yıprattı. Özetle diplomatik düzlemde, Batı ile AKP arasında çatışmalı bir zemin belirdi.
Tüm bunlar olurken, AKP yönetimi, bozulan ekonominin ilacını Avrupa’da (özellikle İngiltere’de) aramaktan, ABD ile özel görüşmeler yapmaktan, Türkiye’nin NATO içerisindeki “sağlam” konumunu vurgulamaktan da geri durmuyor. Batı ile işbirliği 2001’de bir iktidara gelme meselesiydi. Batı ile çekişme ise şimdi bir iktidarda kalma savaşı. Yani bu, bir iktidarda kalma hikayesidir, bağımsızlaşma değil!