İç ve dış siyasetin bir bilim olduğu ve çağımızda bu bilimin akademik karaktere sahip niteliklerle üniversitelerde okutulduğu gerçeğini anlamayarak veya bilmezden gelinerek devlet yönetilemez. Şayet ideolojik hesaplarla bir rejim değiştirilmeye çalışılırsa, o ülke için böyle bir durum kaos yaratmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Aklın ve mantığın ortadan kalktığı kaos yönetimi, giderek ülkenin kaotik bir katastrof konuma sürüklenmesine neden olur. Katastrof kaçınılmaz olarak ülkede karmaşanın oluşmasına ve giderek ulusun ve ülkenin sonu belirsiz badirenin içine girmesine neden olur. Bu karmaşa tam da bir devrim anı yaratır. Bu devrim bazen ilerici karaktere bazen de karşı devrim karakterine dönüşür.
Bugün içinde yaşadığımız dönem tam bir katastrof anıdır. Zira iktidar, Kemalist Cumhuriyeti karşı bir devrimle İslami Kurallara dayalı yönetime çevirmek için, elinden ne gelirse onu yapmakta ısrar etmektedir. Yıllarca yer altında Suudi Arabistan’nın dolarları ile örgütlenen radikal İslam kesimi, 2002 de iktidar olduktan sonra ülke bu günlere gelmiştir. Bunun böyle olduğunu en açık şekilde 12 Eylül 1980 darbesinin lideri Kenan Evren, Avrupa’da görevli imamların aylıklarını Suudi-ABD ortaklığı olan ARAMCO’nun ödediğini utanmadan söylediğinde görmüşüzdür. Ayrıca günümüz Suudi veliaht prensi Salman, komünizme karşı yeşil kuşağı milyonlarca yeşil dolarla desteklediklerini açıkça ifade etmiştir. Bu destek emperyalist istihbarat örgütleri tarafından işbirlikçiler bulunarak perçinlenmiş, aynı tavır Sovyetler dağılınca da BOP ile sürdürülmüş ve sürdürülmektedir.
Söz konusu yeşil dolarla örgütlenen yeşil Kuşağın Türkiye temsilcileri, iktidarı ele geçirdikten sonra adım adım ülkeyi kaosa sürüklemiş ve bu sürükleniş hala devam etmektedir. AKP İktidarı muktedir olana kadar, AB ile ABD desteğini hep arkalarında bulmuş, yine bu süreç içerisinde dünyanın dört tarafındaki İslami örgütlerle ilişkiler kurarak, halkın vergileri ile oluşan hazinenin paralarını o örgütlere yardım adı altında dağıtarak, sözde dünya lideri konumuna getirmeye çalışmıştır. Gün be gün yoksullaşan ülkede, giderek ödenemez duruma gelen iç ve dış borçlar, bugün yaşanılan kaosa neden olmuştur. Bilerek ve istenerek yaratılan bu kaos, demokratik ve parlamenter rejimi tek adam rejimine dönüştürmek için, iktidarın başı tarafından özellikle istenmekte ve yaratılmaktadır. Bu siyaset kaosu katastrofa dönüştürmektedir. Yasal yollarla ve hilesiz hurdasız bir seçimle iktidar el değiştirmezse, Romanya’da, Tunus’ta’, Mısır’da v.s. olduğu gibi halk iradesini kullanarak katastrof haline son verir. Tarih diktatörlerin hep halk tarafından alaşağı edildiği sayfalarla doludur. Demokratik yoldan iktidarı alanlar, demokratik çözümle iktidarı devretmekle sorumludur.
İktidarın bu ülkede yaptığı tek yararlı şey, Cumhuriyet değerlerinin ve Kemalist Devrimin kazanımlarının, yaratılan kargaşa ve karanlığın içinden yeniden yeşererek, yaşam bulması olmuştur. Cumhuriyetin “yurtta ve dünyada barış” politikası içeride ve dışarıda savaşa dönüştürülerek, ülke çözümü zor bir sarmalın içine atılmıştır. Oysa bir savaşın sürdürülmesi ülke içerisinde üretimin güçlü olmasına bağlıdır. Dışarıdan yardım alınarak sürdürülen savaş, bizi 1854 deki Kırım Savaşı sonrasına daha bugünden sürüklemiştir. İngilizlerin ısrarı ile girilen Kırım Savaşı’nın finansmanını, beş milyon altınla yine İngilizler yapmıştı. Savaş meydanda kazanıldığı halde Berlin ve Paris Barış görüşmelerinde Osmanlı masada savaşı kaybetmişti. Kısa bir süre sonra da bu borç ödenemez duruma gelince, Borçlar İdaresi kurularak Osmanlı’nın gelirlerine el konulmuştur. Öyle ki, alınan bu borç Cumhuriyet yönetimi tarafından 1954 senesine kadar ancak ödenmiştir.
Bugünkü iktidarın dört elle sarıldığı Osmanlı, o günün şartlarında ülkenin tüm demiryolları ve deniz ticaretini yabancıların eline teslim etmişti. Bugün de köprüler ve üçüncü hava alanı aynı mantıkla yapılmakta ve ülke yer altı ve yerüstü zenginlikleri ile yabancılara ipotek edilerek ülke söz konusu kaosa sürüklenmektedir. Artık devlet yönetilemez bir konuma gelmiştir. Dışarıda kapılar kapanmış, içeride musluklar kurumuştur. Bu durum ekonomik krizin göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Geliri olmayan bir hazine, daha ne zamana kadar iç piyasayı finanse eder bilinmez.
İktidar kendi yarattığı kargaşadan devletin tüm organlarını, kurum ve kuruluşlarını kontrol altına alarak yararlanmaya çalışmaktadır. Şimdilik demokratik olarak yola devam eder gözükmekte ama ne anayasa ne de yasalar uygulanmakta, KHK larla tek kişi ülkeyi keyfi olarak yönetmektedir. 24 Haziran 2018 seçimleri hem iktidar için, hem de karşısında olan Kemalist ve parlamenter rejim taraftarları için son fırsat olarak önümüzde durmaktadır. Muhalefet, iktidarın beklemediği hamleleri yaparak, iktidarı kaos içinde paniğe sürüklemiş bulunmaktadır. Sonu nasıl biter, şu an için belirsizlik hakimdir. Ama bilinen ve tarihsel deneyimler kaostan hep muhalefetin kazandığı yolundadır. Zira ülkede sanayi üretemez konumda, dış ticaret açığı sürekli ithalat adına büyümekte, tarımsal alan ithalat karşısında güçsüzleşmiş,a üretilen tarım ürünleri girdilerin pahalı olması nedeni ile ithal ürünleri ile rekabet edemez duruma gelmiştir. Türk lirası EURO ve dolar karşısında sürekli değer yitirmektedir. Tüm göstergeler muhalefetin lehine görünmekte ve gelişmektedir. Bunları doğru algılayarak değerlendirmek muhalefetin üstüne düşen tarihsel görev olarak karşımızda durmaktadır.
İktidarın yalanları artık çuvala sığmamaktadır. Halk korku girdabı içinde sinmiş görünmektedir. Ülkenin tüm kesimleri ve düne kadar kendisine sınırsız destek veren AB ve ABD artık AKP ve liderine sırtını dönmüştür. Kör topal edilen Cumhuriyeti yeniden ayağa kaldırmak için henüz geç kalınmamıştır. Silkinmek ve dayanışmak geleceği kurmak için yeter. Tarih demokrat, devrimci ve namuslu yurttaşlardan sorumluluk beklemektedir. Her yurttaş yapabileceğini yapmakla karşı karşıyadır. Bunun içinde henüz zaman geç değildir.