Din, dil, ırk, siyasi görüş, cinsiyet gibi birçok kendimizi tanımladığımız unsurların dışında kalan, kendi benliğimize yabancı olan, dışsallaştırılan ve yok sayılan her şey öteki kavramına girebilir. Geride bıraktığımız Dünya Kadınlar Günü’nden yola çıkarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ötekileştirme üzerinde durmakta fayda görüyorum. Toplumsal cinsiyet açısından ele aldığımızda bu konuyu konuşacak ve yazacak çok şey var. Bir kadın olmak demek ‘hanım hanım’ oturan, bakım veren, ev düzeninden sorumlu olan, çocuklara bakan kişi olarak tanımlanıyor. Ve bu, doğduğumuzdan itibaren gerek söylem gerek davranış olarak aşılanmaya çalışılıyor. Erkeklere de para kazanma, çalışma, devleti yönetme gibi roller biçiliyor ki, bu da karar alma mercinde kadını erkeğe bağımlı/bağlı role sokuyor. Toplumsal cinsiyet bir kadından ve bir erkekten ne bekleneceğini, yani bir kadının ve bir erkeğin ne olup olamayacağının sınırlarını belirliyor.
Toplumsal cinsiyet rollerinin ötekiyi oluşturan etmenlerinde bir kadın veya bir erkek olarak ‘ben’i ne kadar hapsediyor? Örneğin; “kadın duygusaldır.” düşüncesi erkek olmayı zorlaştırmıyor mu sanki? Ya da erkek para kazanır düşüncesi kadının özgürlüğünden yoksun bırakmıyor mu? Bir erkek hıçkıra hıçkıra ağlamanın verdiği ferahlıktan yoksun kalmıyor mu? Kendi yapabilecekleri ve başarabileceklerini, yeteneklerini ve tatmin olduğu şeyleri keşfetmeden göçüp giden kadın sayısı sizce kaçtır? Günümüzde bir kadın olarak hayatta kalmak bile lüksken bu konular romantik bir bakış açısı gibi mi geliyor? İşte durumumuz gerçekten vahim. Bir kadının kendi ayakları üstünde durması bir erkeği nasıl etkilemektedir? Başarısı neye ve kime atfedilmektedir? Akıllardan ilk geçen şey ‘kadın başına…’ mı olmaktadır? Bir insanın giyim tarzından inancına, yapabileceklerinden yapamayacaklarına kadar bu öteki kavramı bizi hapsetmektedir. Hapsetmek kelimesi düşünsel boyutta olmakla birlikte günümüzde gerçekliğe kadar varabilmektedir. Günümüzde “ötekiyi yok etmek bizim varlığımızı arttırır” gibi bir inanç, insanlık dışı bir algı var. Halbuki ötekideki beni ve bendeki ötekiyi anladığımız, algıladığımız, duyumsadığımız takdirde varlığımızı koruyabilir ve yaşatabiliriz. Peki bu öteki kim? Zihnimizdeki ötekiler neler? Bir diğer noktası da kendi öteki yanım ne? Bunların sorgulanmasının, kendiliği tanıma yolunda önemli bir adım olarak düşünüyorum. Ötekinde kendini görme, kendimde ötekiyi görme; duyma, hissetme, algılama ile mümkün. Bence ötekiyi anladığımız ve duyumsadığımız takdirde biz de öteki olmaktan kurtuluruz. Bu da ziyadesiyle empati ile mümkün ve Psikiyatrist Moreno’nun kurucusu olduğu psikodrama terapi tekniğinin de temel taşlarını oluşturur.
Moreno tarafından 1920’lerde ortaya atılan ve geliştirilen psikodrama, gerçeğin eylem yoluyla keşfedilmesidir. Psikiyatrist Moreno’nun oluşturduğu rol gelişim kuramı, ötekileşmeyi psikoloji zemininde ele almış ve insanın her rolü deneyimlemesini psikodrama sahnesinde sağlamıştır. Moreno, “Bu roller benlikten kaynaklanmıyordu, benlik bu rollerden kaynaklanıyordu” der. Yani duygusal yaşantıların, kişilere belli roller almasını sağladığını ve benliğin, alınan bu rollerle belirlenmekte olduğunu düşünebiliriz. Buradan hareketle bir insanın psikodrama sahnesinde hiç deneyimlemediği, hatta öteki olarak gördüğü rolleri alarak rol repertuarını arttırması, bu sayede kendi sınırlarını görmesi, arzuladığı/arzulamadığı şeyleri farketmesi ve deneyimlemesi sağlanır. Bu da kişinin içgörüsünü ve empati yeteneğini arttırır. İstediği ve istemediğini ifade etme, konservatif rollerden sıyrılarak doyum sağladığı bir işte çalışma, hayır deme, talep etme ve bir insan olarak kendini var etmek adına ne var ise psikodrama sahnesinde deneyimleyerek hayata aktarabilme gücü edinebilir. Psikodrama sahnesinde spontanlık ve yaratıcılığın gelişmesi konservatif rollerden sıyrılarak aksinin korkusundan kurtulmayı doğurur.
Psikodramayı anlamak için eyleme geçmek gerekir ki bu da birden fazla psikodrama oturumuna katılarak mümkün olur. Bu yazıyı Moreno’nun bir şiiriyle bitirmek istiyorum. Psikodrama sahnesinde karşılaşmak dileğiyle…
Ve sen yakınımda olduğunda gözlerini çıkaracağım
Ve onları benimkilerin yerine yerleştireceğim,
Ve sen benim gözlerimi çıkaracaksın
Ve seninkilerin yerine yerleştireceksin,
Sonra ben sana senin gözlerinle bakacağım…
Ve sen benimkilerle bana bakacaksın.
(Moreno 1914)