1932 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Seymenlik geleneği ve 27 Aralık ruhunu yaşatın” talimatıyla kurulan Ankara Kulübü Derneğinin ve Kömürcü Köyü Yardımlaşma, Dayanışma ve Kalkınma Derneği işbirliğiyle “Saya Gezmesi” geleneğini yaşatmak için 19 Ocak’ta köyde şenlik düzenledi. Bizi, karanfillerle yöresel kıyafetli genç kızlar karşıladı. O anda büyük bir koyun sürüsü köye dönüyordu. Bir erkek çocuğu “Köyde mi oturuyorsun?” soruma “Hayır, burada babaannem oturuyor” yanıtını verdi. Güzel kubbesiyle tek minareli caminin; kimi yeni yapılmış, kimi terk edilmiş kerpiç duvarlı, ahşap kirişli, tek katlı bildik evlerin yanından geçtik. Yemek köy konağındaydı. Sobasında küçükken yaptığımız gibi el ve ayaklarımızı ısıttık. Seymen ve bacıerenlerin ardından sofraya oturup kavurma, bulgur pilavı, ayran ve tulum tatlısını afiyetle yedik. Bu yemek, Kömürcüye gelen 900 misafire köyün kendi ikramıydı. Eskiden ardıç ormanıyla çevrili olup, bu köyün Ankara’nın ve Kurtuluş Savaşı sırasında Malıköy (Polatlı), Eskişehir, Afyon, Kütahya, İstanbul hattındaki trenlerin odun kömürü ihtiyacını karşıladığını öğrendik.
Sayagan Geleneği
150 günlük koyun gebeliğinin 100. gününe rastlayan Ocak ayı sonlarında çobanlarca bir kutlama yapılır. Amacı, eğlenceyle baharın yaklaştığını muştulamak, gebe hayvanların salimen yavrulanmasını dilemek, kışı çıkartacak erzak sayarak tedarik yapmak olan bir çoban geleneğidir. Kömürcüdeki son kutlama 1996’ta yapılmıştır. Bugün köyün 35 hanesinde yaklaşık 80 kişi yaşarken Ankara’nın Kayaş, Mamak, Yeni Kent, Akdere, Keçiören, Sincan, Gölbaşı gibi semtlerinde 400’ü aşkın Kömürcü’lü oturur. Buğday, arpa, yulaf, hayvan yemi, nohut, domates, soğan, biber, kayısı, elma, armut, vişne ve kirazın yetiştiği, üzümünden pekmez yapılan bu köyde dışarı göç nedeniyle bolluk kalmamış, tarım gerilemiştir. Bu ürünler pazar için değil, ailelerin yalnız kendi ihtiyaçları için yetiştirilir. Yerleşik nüfus yaşlı ve köyüne dönen emeklilerden ibarettir, genç nüfus yoktur. Şehir hayatının nimetlerine rağmen insan ilişkilerinin zayıflığı, sevgi ve saygının azalması, akrabalık ilişkilerinin kopması büyükleri telaşlandırır. Köy dışında doğanların tanışmasını sağlamak için Kömürcü’de bu yakınlarda Ankara Türküleri ve Seymen oyunlarından oluşan etkinlikler yapılmıştır. İşte biz de yemekten sonra çifte davulun çağırısına uyarak dışarı çıktık. En önde Türk bayrağı, fener alayı vardı. Ellerinde kılıçlarıyla Seymenler ve Bindallı giymiş Bacıerenler zurna eşliğinde oynayarak yürürken onları takip ettik. Dolunay yolumuzu aydınlatıyordu. Uğradığımız ilk ev Muhtar Mustafa Şimşek’indi. Zincirlenmiş çoban köpekleri telaşla havlıyordu. Çıngıraklı, renkli püsküllü bir asa taşıyan erkek ile arkadaşı çaldıkları kapının vereceği bulguru omuzlarındaki heybeleri koyarken, bacıerenlerde mani söylüyordu: “Bir verenin kızı, iki verenin oğlu olsun!”. Çoktan hazırlıklı ev sahipleri kapıyı açtı ve onlara un, yağ, bulgur ve bahşiş verdi. Erkeklerin kadın kılığına girdiği kız kaçırma oyununda ise o gece muhafızları sayesinde hiç biri kaçırılamadı. Yoksa onları “etlisi, sütlüsü, tatlısı” ile sofra kurma cezası beklemekteydi. O bile “muhabbet ve sohbet” için ikinci bir fırsattı. “Zobu” denilen bir kişi ise koyun postuna bürünmüş, gülünç hareketlerle seyredenleri güldürüyordu.
Sin sin ateşi
Bundan 11.000 yıl evvel iç ve doğu Anadolu’da avcılık ve toplayıcılıktan tarım ve hayvancılığa geçince (Çatalhöyük-Konya) Anadolu’dan Asya’ya ve Avrupa’ya göçlerle yayılan dil ve adetler hala devam ediyordu. Kuzunun annesinin sütünü ilk emdiği yağlı kısmın midesinde oluşturduğu mayanın hiç “ölmeden” yaşatılması, tekrar yakılması zor olan ocak ateşinin hiç sönmemesi için nasıl özen gösteriliyorsa, Türkiye’de tarımın, hayvancılığın ve köy kültürünün yok olmaması için aynı şekilde gayret gösterilmelidir. Atatürk Kurtuluş savaşında, gücünü bütün yurtta yanan çoban ateşlerinden aldığını söylemiştir. İşte Cumhuriyet Bayramlarında Güdül’de, köy düğünlerinde yakılan, Saya geleneğinin olmazsa olmazı Sin sin ateşi yine yandı. Seymenler ağırbaşlı adımlarla ilerleyor, Ankara Zeybeğine ayak uyduruyordu. Sabahki erkek çocuğu da oradaydı. Bilgisayar ekranında bile böyle şenlik görmemişti. Hem de sanal, yapay değil gerçekte yaşıyor ve hissediyordu. Kentiyle, köyüyle kültür ve sanat şehri olan Ankara’da “kültürlenme” yani bir gelenek harmanlamasına tanık oluyorduk. Giderek kentlileşsek de tarım ve hayvancılık zanaatını bilmeyen Ankaralı köye muhtaç, onu koruyarak topraktan üretmeyi sürdürmeye mecburdur. Köyde mezarlığında yatan Fırat Kalkanı El Bab 2017 Harekatı şehidi Astsubay Hamza Şimşek’i (24) rahmetle anıyor, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.