Geride bıraktığımız yüzyıl içinde yaşadığımıza önemli bir miras bıraktı. Miras sandığının içindeki en önemli olgulardan birisi hiç kuşkusuz küreselleşmedir. Yirmi birinci yüzyılın başında küreselleşme olarak adlandırılan olgunun aslında küresel finansallaşma olduğu ve merkezdeki dalgalanmaların çevre ülkeler üzerinde yıkıcı etkileri olabileceği anlaşılmış durumdaydı. Gelişmiş Batılı ülkeleri vuran 2008 krizi bu yöndeki düşüncelerin haklılığını göstermiştir. Bugünlerde ise sıra son kriz sırasında gerekli dersleri almayan çevre ülkelerde. Küreselleşme ile neredeyse paralel giden bir başka olgu da adaletsizlik. Adaletsizlik sanıldığı gibi az gelişmiş veya çevrede kalmış ülkelere özgü olmaktan çıkmış durumda. Merkezdeki gelişmiş ülkelerde de adaletsizlik önemli bir sorun ancak bu konu henüz yeterince dinleyici bulamamaktadır.
Adaletsizlik konusunda başı çeken ülkenin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olduğunu söylemek yanlış olmaz. ABD’de öylesine akıl almaz uygulamalar bulunmaktadır ki bunların diğer herhangi bir ülkede var olabileceğini düşünmek bile olanaksızdır. Bu adaletsiz uygulamaların en önünde yasa dışı faaliyetlere karıştıklarından şüphelenilen sivillerin mal ve paralarına mahkeme kararı olmaksızın el konulabilmesi gelmektedir (civil forfeiture). Güvenlik kuvvetleri sadece şüphe üzerine bu uygulamaları yapabilmekte ve mağdurlar yüksek mahkeme masrafları nedeniyle servetlerini geri alamamaktadır. İkinci bir yaygın adaletsizlik ABD’de hapishanelerin çoğunun özel kurum olması ve burada mahkûmların saati bir dolar gibi gülünç bir ücretle çalışmaya zorunlu olmalarıdır. Bir diğer dram da bu tür özel hapishaneler ile anlaşma yapan eyalet veya ilçe idarelerinin, tazminat ödememek için, bu kurumlara mahkûm gönderme konusundaki aceleci tutumlarıdır. ABD’de diğer ülkelerde benzerine az rastlanan bir uygulama da kefalet şirketleridir. Bu ülkede mahkemeler sanıkları çoğu zaman büyük miktarda kefalet karşılığında tahliye etmeye yanaşmaktadır. Bu miktarı ödeyemeyecek sanıklar ise kefalet şirketlerinden aldıkları senetleri mahkemeye vererek tahliye olabilmekte ancak bu senet karşılığında da çok yüksek faiz ödemek zorunda kalmaktadırlar. ABD tarihinin belki de en büyük adaletsizliği 2008 krizine yol açan finans yöneticilerinin hâkim karşısına çıkmamış veya çıkarılamamış olmasıdır.
Adaletsizliğin sıradanlaşmasının etkileri ABD ile sınırlı bulunmamaktadır. Soğuk savaş döneminde ABD ve diğer merkez ülkeler çevre ülkeler üzerinde sürekli bir demokratikleşme baskısı yaparak Sovyetler Birliği karşısında bir demokrasi bloğu olduğu izlenimi vermeye çalışmaktaydı. Sovyetlerin çöküşünün ardından böyle bir izlenime gerek kalmadığı için, zaten zar zor demokrasi ve hukukun üstünlüğünü benimsemiş çevre ülkeler adaletsizlik konusunda kendilerini daha rahat hisseder hale gelmiştir. Kendi yurttaşlarının söz konusu olduğu durumlar dışında merkezden çevreye artık demokrasi ve hukuk mesajları gelmemektedir. Söz konusu iki olguyu kendi dinamikleri ile içselleştirememiş veya kurumsal hale getirememiş çevre ülkelerde bu nedenle durum giderek daha vahim hale gelmektedir. Bu ülkelerde artık adaletsizlik günlük hayatın alışılması güç ancak yadırganmaması gereken bir parçası halindedir.
Finansal küreselleşmenin kendine özgü adaletsizliği de küresel olarak yaydığı söylenebilir. Bu durumun en iyi göstergesi finansal suçluların hem merkez hem de çevre ülkelerde adaletten kolaylıkla yakalarını sıyırabilmeleridir. Öyle görünmektedir ki insanlığın binlerce yıllık adalet serüveni bu yüzyılda yeni bir kanala girmiştir. Bu yeni kanalda finansal açıdan zayıf büyük kitlelerin adaletten yararlanma olanaklarının son derece kısıtlı olacağı artık öngörebilir durumdadır. Sorun insanlığın bu yeni durumu hazmetmeyi mi yoksa karşı çıkmayı mı seçeceğinde düğümlenmektedir.