Ağaçkakan Aylık Dergi, Ekim 1992, Sayı: 2
Atilla İlhan bir yazısında; medeniyetin tanımını yaparken; “Doğa/Toplum çelişkisinin bir üst düzeyde ulaştığı, sentez değil mi?” diye soruyor. Sonucu da çıkarıyor; Medeniyet; insanın doğa üzerinde kurduğu tahakkümdür! Ne kadar doğru, herhalde uygarlığın bundan daha kısa bir tanımı yapılamazdı. Endüstriyalizmin uygarlık adına bütün insanlığın önüne; “ilerlemeciliği”, “kalkınmacılığı”, “gelişmeciliği” bir “ideal” olarak koyması da o kadar kolay gerçekleşmedi. Bugünkü uygarlığın temellerinde, -yani doğaya tahakküm eden, başka canlıların yaşam haklarının üzerinde dilediğince karar veren imhacılığın temellerinde- yüzyıllardır, medenilik-vahşilik adına sürüp giden bir mücadele birikimi var. Endüstriyalizme entegre olmuş toplumlar uygar sayılıyorlar, henüz kendi bağımsız yapılarını koruyanlar ise vahşi! Uygarlığın ürünleri karşısında şaşkınlığa (!) düşenler “eğitimsiz, cahil” diye adlandırılıyorlar; sınırsız büyümeye inanmış ve her gün bir yenisi temel ihtiyaç haline getirilen ürünlerin peşinde koşanlar ise “eğitimli”… Endüstriyalizm kendi uygarlığını özellikle de şimdi “Yeni Dünya Düzeni” adı altında bütün dünyaya ulaştırma ya çalışıyor. Bu konuda dün olduğu gibi bugün de kendisine karşı çıkanları ezip geçiyor. Dün uygarlığın bekçiliğini Red Kit’ler yapıyordu, bugün ellerinde patriotlar, nükleer başlıklar ile “Çöl Ayı”ları yapıyorlar.
Vahşi toplumların uygarlaştırılması mücadelesinde kullanılan birçok yöntem var, ama bunların kullanılması için ilk önce vahşilerin arasına ulaşmak gerekiyor. Kolomb’un gemileri ile yeni kıtaya taşınan Avrupalılar, Aztek ve İnkaları ve Amerika’nın diğer yerli halklarını vahşi sayıp, yeni bir uygarlığı ve uygarlık anlayışını dünyanın başına bela ettiklerinden bu yana, uygarlığın sınırlarının genişletilmesi için yollar gerekti. Deniz yolları, demiryolları, karayolları, otobanlar hep Batı merkezli medeniyete vahşileri entegre
1845’de Kızılderilerin şefi Seattle , ABD Başkanına gönderdiği mektupta; “Demir at (lokomotif), öldürüp çürümeye bıraktığınız binlerce buffalo’dan nasıl kıymetli olabilir? ” diye soruyor. Uygarlık bir dönem “demir atlarla” taşınıyor, dünyanın dört bir yanına. Ve o demir atlar aynı tarihlerde Osmanlının kapısına gelip dayanıyorlar, sırada Anadolu’nun uygarlaştırılması var!
Cumhuriyetin 10. Yıl Marşında yer alan “demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan ” dizesi Anadolu insanının endüstriyel ürünler ile tanışmasının hikâyesini anlatıyor. Daha sonra çelik ağların yerini beton ağlar alıyor. 1950’den sonra Türkiye’nin Batı’ya entegrasyonuna karayolları ile devam ediliyor. Hem de aynı güzergâhlardan…
Para ediyor artık köylünün ürünü; giyim kuşam değişiyor, endüstriyel ürünler pazarda alıcı buluyor. Anadolu insanı yollarla endüstriyalist sisteme entegre ediliyor, tıpkı dünyanın “vahşet” içindeki diğer bölgeleri gibi. Kendine yeterli topluluklar, onların oluşturduğu ilişkiler yıkılıp, yerine dünya pazarına bağımlı, pamuğunun kaç para ettiğini öğrenmek için New York borsasından haberlere bakmak zorunda olan insanlar geliyor. Bütün bu araçları kullanmasını bilecek, borsa hesaplarını yapabilecek insanlar yetiştirmek için okullar açılıyor, insanlar programlanıyor, kalite, standart, gayri safi milli hasıla hesapları yapan, yaşadığı dünyayı ekonomik faaliyet alanı olarak gören bir toplum oluşturuluyor. Ondan sonra da doğa ile barış içinde yaşayan insanların yerine doğaya tahakküm etmeye çalışan, tarladaki ayrık otuna bile tahammülü olmayan, çevresindeki her şeye “kaç para” diye bakan insanlar yeşeriyor. Entegrasyon bu insanlara “refah toplumu” cilası ile dev gibi büyüyen dış borçlar, yok olan doğa, açlık ve sefalet getiriyor. Uluslararası dünya düzeninin kuralları işliyor yani!
Şimdilerde ise, insanların önüne “hayatı kolaylaştırmak” adına bir seçenek olarak otoyollar sunuluyor: “Siz enayi misiniz? düne kadar on saatte gittiğiniz yolu, bugün dört saatte gidiyorsunuz!”, “turist otoyol olmazsa gelmez”, “otoyollar hayatı kolaylaştırır uygarlıktır” gerekçeleri ile gözler boyanmaya çalışılıyor. Uygarlık artık iki şeritli yollardan ilerleyemediği için sekiz-on şeritli otobanlarda gitmek istiyor. Pet şişe, pestisid, ambalajlı gıda, naylon torba, 90 kanallı televizyonlar ve daha niceleri ile yüklü araçlar; köy bakkalını “süpermarket” yapmak için otoyolların açılmasını bekliyorlar. Kentlerimizin içinde, kapınızın önünde sizin de bir otoyolunuz olmalı, nasıl hazırlanırız yoksa 2000’li yıllara! Doğaya üstündeki tahakkümümüzün zaferi şerefine, eskiden doğaya daha henüz bu kadar çok tahakküm etmemişken, pergellerle, kılı kırk yararak yaptığımız iki şeritli karayollarını terk ediyoruz ve elimizde cetvellerle, uygarlaştıracağımız noktalara en kestirme ve en çabuk ulaşmaya çalışıyoruz. Cetvelle çizilmiş en kısa yolları (= otoyol) yapmak için her biri teknoloji harikası iş , dış krediler, usulsüzlükler, yolsuzluklar, rüşvetler geliyorlar ve dünyamızı düzlüyorlar!
Kıyı ekosistemleri, ormanlar, verimli tarım arazileri, tarihsel değerler, kentsel yaşam alanları bir bir feda ediliyorlar, uygarlık uğruna yaşadığımız dünya alt üst ediliyor. Geriye dönüşü imkansız yaralar açılıyor. Binlerce yıllık kültürler çok şeritli bir otoyol uğruna tahrip ediliyor.
Olayın bir başka boyutu da; bütün bunların görünürde, daha hızlı gitmek uğruna yapılıyor olması. (Hepimizin üzerinde birer fiyat etiketi, daha hızlı seyretmeye çalışıyoruz. Artık zamanımızın da fiyatı var.) Kaldı ki bu hızın bedelini dünya ödüyor, biz ödüyoruz, çocuklarımız eğer görürlerse torunlarımız ödeyecekler.
Oysa otoyollar, düşkünü olduğumuz hız konusunda da çözüm olamıyorlar. Araştırmalar gösteriyor ki, son model arabası olan bir ABD’li ile, yaya yürüyen “yoksul” bir Güneyli aynı zaman diliminde aynı yolu alıyorlar. (1) Trafik sorununu çözmek için çözüm olarak öne sürülenler, belli bir süre sonra kendileri sorun oluyorlar. Bizden bir örnekle sözü Oktay Ekinci’ye bırakalım; “Tramvayı ‘yavaş gidiyor’, ‘trafiğe engel oluyor’ gibi gerekçelerle kaldırdılar. Ne var ki, bu ‘radikal önleme(!)” karşın, İstanbul’un trafiği öyle bir düzeye geldi ki bugün ‘Tramvay hızına’ hasretiz.
Sonuçta; otoyollarla çağdaş uygarlık Anadolu’nun kentlerine, köylerine taşınmayı bekliyor. Birileri ellerinde haritalar ve cetveller boyuna uygarlık transferi planlıyorlar. Turizm merkezleri, oteller, moteller, restoranlar, şampuanlar, colalar, petler, cikletler, dolarlar, marklar, kambiyo ilişkileri, borsalar, vb’den henüz nasibini alamamış vahşi yerlere şimdi artık otoyollarla gireceğiz.
Yoksa siz henüz uygarlaştıramadıklarımızdan mısınız?
(1) Enerji ve Eşitlik, Ivan ILLICH, Ağaç Yayıncılık, s. 26.
(2) İnsan Hakları ve Çevre, Oktay Ekinci, Anahtar Kitaplar, s. 71.