Bir pazar akşamı herhangi bir evin içinde olanlar aslında bütün dünya da bütün evlerin içinde olanlara benzemektedir. Evde üç kişi, iki erkek ve bir kadın vardır. Erkekler tekli koltuklarına kurulmuş gazetelerini okurken kadın, belirttiği üzere saatlerdir ütü yapmaktadır. Erkekler sıkılır. Çünkü gazetelerde ilgilerini çeken bir şey yoktur. Ama ütü yapmaya devam eden kadının sıkılmaya ve hatta yorulmaya dahi vakti yoktur. Bahsettiğim örnek İzmir Devlet Tiyatrosunun bu sezon ki açılış oyunu Öfkeyle Bak Geçmişe. Başrolünde İzmir Devlet Tiyatrosu müdürü Tayfun Eraslan’ın rol aldığı oyunu Devlet Tiyatroları genel müdürü Necat Biricik yönetiyor.
Devlet Tiyatrosunun sitesine girdiğimizde yazan konuyu birebir aktarıyorum. ”İki dünya savaşı ve ardından gelen büyük buhran ile bütün Avrupa’yı etkisi altına alan işçi hareketleri, oyunun arka planındaki toplumsal dinamikleri oluşturur. Yaşanan değişimle, dünya liderliği konumunu kaybetmiş olan İngiltere’de sınıf çatışması ortadan kalkmak yerine daha da derinleşmiştir. Bu ortamda, oyun kahramanları için artık kendilerini var etme şansı yoktur ve gelecek umudu kalmamıştır. Yeni kuşak bir yandan geçmişin değerlerine, toplumsal rol kalıplarına karşı çıkmakta, bir yandan da yeni bir varlık zemini aramaktadır. Ancak içinde bulundukları belirsiz ve güvensiz ortamda geleceği kurmaları mümkün olmaz. Ne evlilik kurumu, ne çocuk sahibi olmak, ne iş kurmak, ne de aşkın peşinde koşmak yeterli değildir.”
Oyunumuz 1950’li yıllarda geçmektedir. Fakat hikayenin işlenişine ve hatta konuya baktığımızda bile bugünle ne çok ortak yan görüyoruz değil mi? Dövüş Kulübü filminin ünlü bir repliği vardır. ”Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız.. Bir amacımız ya da yerimiz yok… Ne büyük savaş yaşadık ne de büyük buhranı… Bizim en büyük buhranımız, hayatlarımız…” der Chuck Palahniuk. Oyunda tam bundan bahseder belki de… Bu bağlamda ben konu özeti içinde bulunan bir cümleyi çekip almak istiyorum. ”Yeni kuşak bir yandan geçmişin değerlerine, toplumsal rol kalıplarına karşı çıkmakta…” Baktığımızda 1950 ile bugün arasında neler değişmiştir? Yeni kuşak rol kalıplarına gerçekten karşı çıkmakta mıdır? Çıkmak için ne yapmaktadır? Öznel bağlamda ele alırsak kadın hareketi o günden bugüne nereye gelmiştir? Tüm bu soruların cevaplarını alacağımız yer tam olarak ütü masasıdır. Bugün hala biz bir tiyatro oyununda iki erkek önde otururken bir kadının arkada ütü yapmasını yadırgamıyor, eleştirmiyor normal görüyorsak aslında tüm çabalar boştur.
O tiyatro salonuna gelmiş farklı yaş gruplarındaki nice seyirci için her zaman evlerinde gördükleri sıradan bir fotoğraftı bu. Hikaye akarken kadınlar değişti. Hem de farklı kişiliklerdeki kadınlardı bunlar. Biri sessiz sakin bir ev hanımı diğeriyse turne için şehre gelmiş bir tiyatrocuydu. Fakat ışık kapanıp açıldığında yine iki erkek koltukta ve kadın ütü masasının başındaydı. Ve bu tablo oyundaki en etkili andı.
Geçenlerde hayatını kaybeden bir yakınımızın ölüm haberini, sosyal medyadaki bir ileti üzerinden öğrendim. “Falancanın kızı”, “falancanın karısı” ve “falancanın annesi” şu kişi hayatını kaybetmiştir… Erkeğin yanında anılmadıkça tek başına birey olamayan bir nesil ölüyor ve ölürken bile kendi adıyla anılamıyor. Hiç bir mezar taşında bir erkeğin; şunun oğlu, bunun kocası diye yazdığını gördünüz mü? Ama yaşarken var olamayan, var edilmesi ütü masalarına hapsedilerek engellenen kadın, mezar taşında bile kendi olamıyor.
Öfkeyle bak geleceğe ey neslim! Çünkü geçmiş yaşandı ve bitti; fakat gelecek senin ellerinde şekillenecek.
Öfkeyle bakalım geleceğe ey kadın dostlarım! Çünkü biz kafalarına fırlatmadığımız sürece kimse o ütüyü elimizden almayacak!
*Yazıyla ilgili görseller web alıntısıdır.