Unutmamak gerekir ki, umutsuzluk ölümdür. İnsan yaşadığı sürece, umut onun iç dinamiğidir. Ancak, ölüm bir insan için ulaşılması mümkün olmayan sonsuzluktur. Oysa umut yaşayan her birey için geleceğinin yol göstericisi ve yaşam gücüdür. Umudu yitirmek demek gelecek hakkında asla bir güvence duymamaktır. Şair Nazım Hikmet bu nedenle “umutsuz yaşanmaz ki” diyor. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi her baskı ile şiddetin de özgürlük sabahı vardır.
Tarih asla düz bir çizgide gelişmez. O ileri geri, aydınlık ve karanlık bir çizgi izler ama hep gelişerek ve insana yakışır şekilde ilerler. Bu gelişmenin önünde hiçbir güç duramaz ve gelişmeye engel olamaz. İnsan aklı var oldukça, gelişim kaçınılmaz bir olgu olarak var olacaktır. İşte bu nedenle de evrimsel değişim tarihin ve yaşamın içinde saklıdır. Bu durumu yok saymak, onun önünde durmak ve onu değiştirmeye çalışmak ancak deli olmayı gerektirir.
İlk insanın kendine yeter yaşam tarzı ile bugünün bilgi ve iletişim koşullarıyla yüz yüze olan insan, kendisini esaret altında tutamaz. Çünkü evrim durmuyor ve insanın devamlı gelişmesini tetikliyor. Her ilerleme insanı biraz daha insanlaştırarak onu evrensel boyutlara taşımaktadır. İşte bu gelişmedir ki, günümüz baskı ve şiddet yönetimlerini açmazlara sürüklemektedir. Ne yaparlarsa yapsınlar günü geldiğinde her diktatör tarihin çöplüğüne atılmaktadır.
Bugün ülkemiz sosyal, ekonomik ve siyasal olarak tarihi gelişimin tersine geri götürülmek istenmektedir. Bunların bilmedikleri ve anlamadıkları, inandıklarının bile evrimle çağa ayak uydurmaya çalıştığıdır. Dün olduğu gibi bugün de inanç kurumu olan din bile görüş ayrılığı açmazındadır. Her mezhep kendi inandığı doğruyu insana gerçek din olarak dayatmakta ve bunu yaparken uzlaşmaz yöntemlerle tavır belirlemektedir. Bunun bir sonucu olarak dinler arası savaşlar kadar, mezhepler arası savaşlar da dünyayı kana bulamaktadır. Bu yapılırken de insan aklı ve insanın emekle ürettikleri sömürülmektedir. Bu tür siyaset yapanlar tarih boyunca zenginleşerek inancı bir metaya dönüştürmektedir.
İşte tüm bu tür siyaset, insanın umut ışığını söndürerek, aklın gelişip ilerlemesini baskı altında tutmak istemektedir. Elde tuttukları gücü bir baskı aracı olarak kullanıp insanları kendilerine biat eden kullar yapmaya çalışmaktadırlar. Bugün ülkemizde iktidarı elinde bulunduran AKP ve onun yönetici kadrosu sorgulanmayan, irdelenmeyen tanrısal söylemlerle eğitimi ve öğrenimi çağ dışına taşımaktadır. Aklın egemen olmadığı, bilimin safsataya dönüştürüldüğü böyle durumlar, umudun yitirildiği günleri bizlere dayatmaktadır. Hile ve yalanlarla elde tuttukları iktidarı değişmez gibi göstererek yurttaşlarımızı karanlık bir umutsuzluğa sürüklemektedir. Bu dünyada esirgedikleri yaşamı öbür dünyada vaat ederek, iktidarlarını korurken kendileri ülkeyi yağmalayarak vaat ettikleri cenneti bu dünyada yaşamaktadırlar. Yolsuzluğu ve hırsızlığı haklı göstermek için, yandaşlarının verdiği fetvalarla inancı alabildiğine sömürmektedirler.
Ölüm sonsuz sessizliktir. Umutsuzluk ise bu sessizliğin bir ürünüdür. Ne ve nasıl olduğu belli olmayan bir darbe girişimini fırsat olarak kullanıp, ülke simsiyah bir karanlığın içine sürüklenmiş bulunmaktadır. Bu durumu fırsat bilen AKP kişisel Kanun Hükmünde Kararnamelerle bir yandan Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti’ni adım adım karanlığa götürmekte ve İslam’ın en bağnaz Vahabi anlayışına sürüklemektedir. Ellerinde bir koz olarak tuttukları FETÖ kozunu kullanarak korku ve baskıyı topluma dayatmaktadır. Kendilerinin koruyup beslediği ve devleti teslim ettikleri kadronun ikinci sınıf insanlarını zindana tıkarken, devrimci ve cumhuriyete bağlı kurum ile kuruluşları kadrolarıyla birlikte kapatmakta ve hapishanelere doldurmaktadır. Korku ve baskının olduğu yerde umut zor yeşerir. İşte bunu bildiklerinden her gün yeni bir oyunla toplumun geleceğini ipotek altına almaktadırlar.
Her ne kadar korku insana özgü bir duygu olsa da, umut da insan içindir. Ölüm sessizliğinde saklanan umut bir gün bomba gibi patladığında aydınlık günler gelecektir. İşte bu nedenle sonsuz bir ölüm sessizliğinde yaşamaktansa çığlıkların yükseldiği umutla yaşamak bir yurttaşlık görevidir. Bu görev için her gün ve her an dik durarak yarınlara hazırlanmalı, zaman yitirmeden örgütlü bir güç olarak iktidarın karşında durmalıyız. Sinmek, korkmak ve tehlikelerden uzak durmak bizleri kurtarmayacaktır. İnatla direnerek geleceğimizi hazırlamaya çalışmalıyız. Dün hep geride kalmaya mahkumdur. İlerlemek, karanlığın üzerine yürümek; işte şimdi tam bu anı yaşama zamanıdır. Silkinmek, yalancının üzerine üzerine yürümek korkuyu yener, umudu yeşertir. Zira umutsuzluk çaresizliktir.