2016 yılının son Esintiler’ini yazıyorum. Aklım, yüreğim yeni yıla hapiste girecek olan yazarlarda, gazetecilerde…
Sevgili
Musa, Hakan, Mustafa, Önder,
Bülent, Murat, Akın, Turhan, Güray,
Kadri
… Ne desem, ne etsem o taş duvarları, demir parmaklıkları yok edemem… Ama yine de sizlere ve yılbaşını hapiste geçirecek olan nice yazar ve gazeteciye içeriyi ısıtacak bir yılbaşı armağanı vermek istiyorum. Ne olabilir diye çok düşündüm… Sonunda buldum!
Yıllardır okuduğum en güzel öykü kitabından seçtiğim bir öyküyü yolluyorum size. Genç ve yetenekli yazar
Sine
Ergün
’ün
“Baştankara”
kitabından (Can Yayınları) bir öykü. Başlığı
“Kanun Hükmünde
Kararname”.
Sizleri ve tüm okurları öyküyle baş başa bırakmadan önce Sine Ergün’e teşekkür ediyor, hepinize sevdiklerinizle birlikte 2016 kadar acımasız olmayan bir yıl diliyorum.
Kanun Hükmünde Kararname
“Bir kanun hükmünde kararname ile
Sokağa Basma Yasağı yürürlüğe girdiği
ilk günlerde, gündelik hayat sekteye uğramış
olsa da zamanla her şey normale
dönmüştü.
Otoparktan otoparka yolculuk edenler
için ilk günden beri bir şey değişmemiş,
yaya trafiğinin ortadan kalkmasını sevinçle
karşılamışlardı. Ötekiler ise apartmanların
aralarına gerilen iplerle işlerine
gidiyor, eskisinden daha zaman alsa da,
gündelik hayatlarının gereksinimlerini bir
biçimde yerine getiriyorlardı.
Tabii yasak kolay kabul edilmemişti.
Birçok köşe yazarı Kent Konseyi’nin kararını
sert bir dille eleştirmiş, sokakların
kent kültürünün önemli bir parçası olduğundan
söz etmiş, kararı protesto için
halkı sokağa çağırmıştı. Ne ki, yine yasak
ve Kent Konseyi’nin yasağı çiğneyenlere
karşı aldığı önlemlerin sertliği bu
çağrının gerçekleşmesini mümkün kılmamıştı.
Yasağa en çok direnenler için
bile işe gitme gereksinimi ağır basmış,
insanlar sokağa basmadan yaşamanın
çözümlerini bulmuştu.
Sokağa basmanın yasak olduğu unutulacak
denli gün geçmişti aradan. Zamanla,
sokağa basmak, dedelerin torunlarına
anlattığı masallardaki gerçeküstü
olaylardan biri haline gelmişti.
Kentin en yüksek gökdeleninin en üst
katında çalışan Selim de ötekiler gibi
sokağa hiç basmamıştı. İplerin sıcaktan
gevşediği bir gün yerin yaklaşık on metre
yakınına inmişti, hepsi bu.
Bir gün, gökdelenin çatısında sigara
içerken bir kuş gördü. Gündelik hayatında
insanlardan çok gördüğü kuşlara alışıktı,
ne ki gördüğü bu kuş hiçbirine benzemiyordu.
Kanatları onu bu yüksekliğe
çıkarması mucize sayılacak denli ufaktı.
Başının üstünde siyah bir leke vardı. Kıpırtısız
Selim’e bakıyordu. Sonra, yukarıda
bir noktaya uçmaya başladı ve bir anda
gözden kayboldu. İlerleyen günlerde
aynı olay sayısız kez gerçekleşti.
O gün Selim işe yanında ucunda kanca
olan uzunca bir halatla geldi. Çatıya
çıktığında kuş yine gözlerini dikmiş onu
bekliyordu. Bir süre birbirlerine baktılar
ve kuş yine aynı yöne kanat çırpıp gözden
kayboldu. Selim, halatı boşluğa salladı.
Ve. Kanca tiz bir ses çıkararak bir
yere takıldı. Aşağıdan bakıldığında halat
boşlukta asılı görünüyordu ama kanca
takıldığına göre bir yere gidiyor olmalıydı.
Tırmanmaya başladı. Gözden yitti.
Ertesi gün Selim’in işe gelmediğini kimse
fark etmedi. İlerleyen günlerde iş arkadaşlarından
biri çatıdaki boşluğa asılı halatı
fark edip tırmandı ve o da ortadan kayboldu.
Zamanla kentte gökyüzüne halat
fırlatıp ortadan kaybolanların sayısı arttı.
Bir kanun hükmünde kararname ile
gökyüzüne tırmanmak yasaklandığında
kentte pek az kişi kalmıştı.”